Boğaziçi Üniversitesi’nde 2011-2012 ders yılından beri Kafkas dilleri dersleri veriliyor. Dersler Batı Dilleri Edebiyatları Bölümü altında verilmeye başladı, ilk olarak LING480 koduyla Lazca ve LING481 koduyla Çerkesçe (Kabardey diyalekti) dersleri açıldı. Sonrasında bunu 2013’te LING48B koduyla açılan Abhazca dersleri izledi. 2014’te Dilbilim Bölümü’nün kurulmasından bu yana dersler Dilbilim Bölümü’nün altında CAU (Caucasian Languages/Kafkas Dilleri) koduyla verilmeye devam ediyor. Bu kısa bilgilendirmeyi neden yapıyorum? Başlıkta da okuduğunuz üzere; siz okuyucuların bir kısmının bildiği, bir kısmının kulağına çalınan, bir kısmının da daha önce hiç duymadığı 13 yılını doldurmuş bir süreç var ortada. Peki, bu süreç nasıl başladı ve bugüne nasıl geldi?
Bu soru, CAU111 kodlu Çerkesçeye (Kabardey diyalekti) giriş dersini almamla aklıma geldi ve cevabını aramaya koyuldum. Altı farklı kişiyle altı röportaj yaptım. İlk olarak A. Sumru Özsoy Hoca’yla görüştüm; kendisiyle Kafkas dilleri dersleri açılana kadar gelen süreçte dilbilim bölümünün gelişimini, derslerin açılma sürecini ve bir dilbilimci olarak Kafkas dillerini, yaptığı çalışmaları konuştuk. Ardından, Kafkas dilleri derslerini veren hocalarımız İsmail Avcı Bucaklişi, İlhan Aydemir, Fatimat Zhiletezheva ve Gunda Ankvab’dan 10 yılı aşan tecrübelerini dinledim. Son olarak da mevcut Dilbilim Bölüm Başkanı Balkız Öztürk Hoca derslerin dünü-bugünü hakkındaki sorularımı cevapladı, Kafkas dilleriyle geçen 13 yılın dilbilim bölümündeki yansımalarını anlattı.
Aşağıda okuyacağınız söyleşi, serinin üçüncü bölümü. İlk bölüm Jineps’in ağustos sayısında yayımlanmıştı, okumamış olanlar seriye Sumru Özsoy’la gerçekleştirdiğimiz bu bölümden başlayabilir (https://jinepsgazetesi.com/2024/08/bogazici-universitesinde-kafkas-dillerinin-13-yili-1-bolum/). İkinci bölümde ise İsmail Avcı Bucaklişi’yle Lazca derslerini konuşmuştuk (https://jinepsgazetesi.com/2024/10/bogazici-universitesinde-kafkas-dillerinin-13-yili-2-bolum/). Serinin üçüncü bölümünde, Boğaziçi Üniversitesi’nde 2011 yılından bu yana Çerkesçe derslerini yürüten İlhan Aydemir’in ve Fatimat Zhiletezheva’nın (Фатима Жилетежева) tecrübelerini okuyacaksınız. Bu söyleşileri, 16.05.2024 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü’nde Fatimat Hoca’yla Rusça derslerini verdiği sınıfında, İlhan Hoca’yla da Çerkesçe derslerini verdiği sınıfında, ayrı zamanlarda gerçekleştirdik. İyi okumalar ve bir sonraki bölümde görüşmek üzere…
-Boğaziçi Üniversitesi’nde ders vermeye başlamadan önce dil eğitimiyle ilgili herhangi bir faaliyetiniz var mıydı?
-İlhan Aydemir: Derneklerde faaliyetim vardı. Derneklerdeki faaliyetimin amacı da, dilin yok oluşunu fark ettiğim için, dili bilen insanların okuma-yazma öğrenmeleriydi. Benim düşünceme göre dili koruyacak olan kişi o dilde ürün verebilecek olan kişidir, dili bilenlerdir. Dili sonradan yarım yamalak öğrenenler o dilde ürün veremeyebilirler. Onun için dili bilenlerin okuma-yazmasını da öğrenip bu dilde verilmiş olan hikâyeleri, romanları, şiirleri, masalları okuyup, kendi dillerini geliştirip dilde ürün vermelerini sağlamak için derneklerde okuma-yazma üzerine eğitime başladım. Fakat İstanbul ortamında, büyükşehir ortamında karşıma dili bilmeyenler de çıktı, ben onu hiç düşünmemiştim. Ben her ne kadar bu dili iyi biliyorsam da okuryazarıysam da yabancı bir dilin nasıl öğretileceği ile ilgili bilgim olmadığı için bir zorlukla karşılaştım. Çünkü sınıf öğretmeni olmam dolayısıyla, insanların bildikleri dili geliştirmesi üzerine, okuma-yazma öğretme üzerine eğitim almıştım, o alanda çaba göstermem gerekiyordu. Fakat karşıma dili bilmeyenler de çıktı, bu sefer zorluklarla karşılaştım ama bir şekilde yolunu bulmam gerekiyordu, yani “dili bilmeyenlere de nasıl öğretmeliyiz” şeklinde bir arayış içerisine girdim. Anadolu’da bu şekilde bir çalışmanın olmadığını bildiğim için bu sefer anayurda gittim, Kafkasya’ya. Orada öyle bir çalışma olup olmadığını araştırmaya çalıştım, orada da bulamadım. Sonuçta bugüne geldim, bugün dahi herhangi birisinin dil bilmeyen bir kişiye dili nasıl öğreteceği ile ilgili bir program ortada yok veya benim böyle bir çalışmadan haberim yok. Yani yaptığım çalışmalar el yordamıyla kendim bulduğum çalışmalardır, yöntemlerdir.
-Boğaziçi Üniversitesi’yle yollarınız ne zaman ve nasıl kesişti?
-Boğaziçi Üniversitesi’yle ilgili olay, Handan Demiröz diye bir arkadaşımız var İstanbul’da, KAFFED’in yönetim kurulundaydı herhalde o zamanlar. Sumru (Özsoy) Hanım’la onlar tanışıyorlardı, zannedersem buraya KAFFED aracılığıyla geldim, yani ders verir misin dediler, ben de verebildiğim kadarıyla veririm dedim. Geldim, Sumru Hanım’la tanıştım, onlar ders verebileceğimizi söylediler.
Ancak onların şöyle bir durumu vardı; ancak Latin harfleriyle verebilirsin dediler Çerkesçe derslerini. Latin harfleriyle ders vermenin çok zor olduğunu söyledim, fakat eğer dilbilim bölümünde bir ders açılacaksa Latin harfleriyle ders verilmesi gerektiğini bizim önümüze dayatma olarak koydular. Öyle olunca iş zorlaştı, sıkıntıya düştü çünkü sıfırdan başlamamız gerekiyordu, Latin harfleriyle yazılmış herhangi bir doküman yoktu. Sesleri göstereceğim işaretleri dahi kendim bulmam gerekiyordu.
Bu bana mantıklı gelmedi, KAFFED’de de Kiril harfleriyle okuma-yazmanın sürdürülmesi gerektiği savunuluyordu. KAFFED’e danıştım, “Bir şekilde başlaman gerekir” dediler.
Başladım, önce hangi sesleri hangi harflerle göstermem gerektiği üzerine alfabeyi oluşturdum. Alfabeyi oluşturduktan sonra da herhalde şuradan başlamam, buradan devam etmem gerekiyor diyerek dildeki yapıları öğretmeye başladım. Öyle devam ettim yani.
-Dersin içeriğini nasıl hazırladınız? Yani mevcutta elinizde bulunan bir içerik var mıydı?
-Hiçbir içerik yoktu, sadece kendi kafamda tasarladıklarım… Tamamen öğreteceğim şeyi de soracağım şeyi de kendim üretmek, kendim ortaya koymak, kendim geri bildirimini almak durumunda kaldım.
-Yani ders materyallerini hazırlarken dilbilim bölümüyle ortak bir çalışma yapmadınız…
-Hiç kimseyle bir çalışma yapmadım. Onlar sadece bana bıraktılar, sen yapacaksın bu işi dediler.
-Hazırladığınız ders içeriğine göre şu anda üniversitede kaç tane Çerkesçe dersi ya da kuru açılabiliyor?
-Beş kur açılabiliyor, toplamda iki buçuk yıllık bir dönemi kapsıyor. Yani iki buçuk yıl kişiler bu dersi alabiliyorlar.
-Peki, bu derslerin tamamını alan bir öğrenci Çerkesçede nasıl bir seviyeye ulaşır?
-Günlük olarak kendisini ifade edebileceği bir düzeye gelir ama bu dilin burada okutulmasının nedeni bu dilin öğretilmesi ve edebiyatının aktarılması anlamını taşımıyor. Burada dilin yapısının öğretilmesi hedefleniyor. Yani dilbilim açısından dilin yapısının çözülmesi, onun üzerinde çalışma yapmak isteyenlerin, bu alanlarda araştırma yapmak isteyenlerin önünün açılması için dilin varlığı yeterli. O bilgiler verildikten sonra kişiler kendileri o dille ilgili araştırmalar yapabilirler, kendilerini geliştirebilirler. Bir dönem boyunca 35-40 saat ders almakla bir dilin öğretilemeyeceği açık, yani gülünç olur öyle bir şey. Ama insanlar öğrendikleri yapıları kullanırlarsa öğrenmelerinin önü açılmış olur. Öğrenmek isteyenlerin veya birazcık dil bilenlerin önü açılmış olur, okuma-yazma öğrenir, dildeki yapıları öğrenir ve buradaki metinlerle kendilerini geliştirebilirler.
-Açılan Çerkesçe derslerinin tamamını alan öğrencileriniz oldu mu?
-Zaten ilk iki yıl birinci, ikinci kur açılıyordu. O iki kuru alan arkadaşlarımız oldu, okulu bitirdiler. Bir ara Fatimat’a devretmiştim, o sadece bir kur açıyordu. Zaten ikinci kur açılmadığı için o ara dönemde sadece birinci kur olarak devam etti. Geçen yıl ben yeniden başladım, şu anda dört kur var, gelecek sene beş kur açılacak. Aşağı yukarı her kurda öğrenciler olacak, öyle zannediyorum. Tamamen öğrencilerin tercihine bağlı tabii, bu ders seçmeli olduğu için kaç öğrenci kaç kur istiyorsa o kadar okuyabilir. Beş kurda da öğrenci olabilir yani, o imkân zaten yeni oluştu. Dersi ilk açtığım zamanlarda, birinci dönem birinci kuru açıyordum, ikinci dönem de iki kuru birlikte açıyordum. Öyle öyle gelişiyor, yani ilk açtığın gün hemen beş kuru birden açamıyorsun ki… Önce öğrenci birinci kuru okuyacak, ikinci döneme gelirken kendi dersleri ile de uyum sağlanırsa ikinci kuru da alabilecek; gün uymayabiliyor, saat uymayabiliyor, diğer dersleriyle çakışabiliyor. Dolayısıyla sıkıntılar oluşabiliyor.
-Yani şimdiye kadar dört kur açabildiniz…
-Şu anda zaten dört kur. Dördüncü kurda okuyan şu anda tek bir öğrenci var.
-Şimdiye kadar verdiğiniz derslerde öğrencileriniz çoğunlukta dilbilim bölümü öğrencileri miydi? Yoksa farklı bölümlerden öğrenciler mi çoğunlukta, denge nasıl?
-Bu dersin ilk açıldığı zamanlarda genel olarak karışıktı, her bölümden öğrenciler dersi alıyorlardı. Fakat bu yıl dilbilim öğrencileri daha ağırlıklı olarak dersleri aldılar. Bu yıl beş-altı dilbilim öğrencisi var, geçen dönem de öyle olmuştu ama biraz geç kalmıştık doğrusu. Öğrencinin okulu bitmiş, mezun olacak, birinci kuru aldı, ikinci kuru aldı, üçüncü-dördüncü kurları almaya zaman olmadı.
-Dersleri alan Çerkes öğrencileriniz oldu mu?
-Dersleri alan Çerkes öğrenciler şu anda da var, mesela birinci kurda 13 öğrenciden 3’ü Çerkes.
-Her sene derslerinizi alan Çerkes öğrencileriniz oluyor mu?
-Mutlaka bir-iki kişi çıkıyor, her kurda birkaç kişi var.
-Şimdiye kadar bu dersleri alan Çerkes öğrencilerinizin dil durumu nasıldı? Yani konuşabilen var mıydı, konuşamayan varsa da anlayabilen var mıydı?
-Tek tük kulak aşinalığı olan çıkabiliyor. Çoğunlukla şehir ortamlarında yetiştikleri için, insanların Çerkes olsa da Çerkesçeyle ilgili bir aşinalıkları yok. Yeniden başlamış gibi oluyor derste. Ama bazılarının kulak aşinalığı olduğu için telaffuzlarda biraz rahat olabiliyorlar.
-Ben de bununla ilgili bir şey soracaktım. Çerkes öğrencilerinizin dil öğrenim süreciyle Çerkes olmayan öğrencilerinizin dil öğrenim süreçleri arasında bir fark gözlemlediniz mi?
-Şöyle bir fark var; Çerkes olmayan öğrenciler daha rahat konuşabiliyorlar, öğrendiklerini daha rahat ifade ediyorlar. Çerkes olanlar, bir de seslere aşinalığı olanlar ‘Yanlış bir şey söyler miyim acaba’ diye biraz çekiniyor. Öyle bir çekingenlik tespit ettim. Yani ben teşvik ediyorum, “Kırıp dökerek nasıl söylersen söyle, bir şekilde söyle” diyorum ama onların biraz daha zor adapte olduklarıyla ilgili bir tespitim var. Diğerleri tam bilmediği için ne söylersen onu özgüvenle, rahat bir şekilde söyleyebiliyor.
Amerika’dan gelmiş bir öğrencimiz vardı mesela, o çok rahat konuşuyordu. Bir-iki defa dili konuşan insanlarla irtibatlandırmak için derneğe götürdüm getirdim, oralardaki insanlarla konuştu, onlar da hayret ediyordu. Erasmus’la misafir öğrenci olarak gelmişti buraya, çok rahat öğrenmişti, telaffuzu da çok güzeldi. Bir de Alman öğrenci vardı, o da öyleydi. Fakat devam edebilmek için bu dili bilen insanlarla da iletişim içerisinde olmak gerekiyor. O irtibat kopunca bildiklerini de unutursun zamanla herhalde.
-Yani bu açıdan öğrencilerinizi sizin dışınızdaki dili bilen insanlarla da irtibata geçirmeye çalışıyorsunuz…
-Tabii ki; ki onlar da dillerini geliştirsinler. Öyle olmazsa zaten ezbere öğrendiğin birkaç sözcük unutulur gider.
-Dersleri alan Çerkes olmayan öğrencilerinizin Çerkesçeyle ilgili yorumları nasıldı? Yani dilin zorluğu-kolaylığı hakkında ya da sesleri, yapısıyla ilgili yorumlar oluyor mu?
-Bu dil görünür olmadığı için dilin yapısı insanlara çok yabancı geliyor. İngilizceye, Arapçaya, Rusçaya, Almancaya veya Türkçeye yapı olarak benzemediği için biraz onlara tuhaf geliyor. Ama herkesin ortak görüşü, böyle bir kültürün farkında oldukları için memnun kalıyorlar veya bana öyle ifade ediyorlar. Bu dil görünür değil, görünür olmayan dilin öğrenilmesi diğer dillere göre daha sıkıntılı ama mevcut öğrencilerimden biri bu dili öğrenmenin başka dilleri öğrenmekten daha kolay olduğunu söylüyor. Önce dilin işleyişinin öğrenilmesi gerekiyor, böyle olduğu zaman dilin öğrenilmesi daha kolay.
-Çerkesçeyi dilbilim öğrencilerine öğretmekle dilbilim ile alakası olmayan öğrencilere öğretmek arasında bir fark var mı?
-Tabii ki fark var, dilbilim öğrencileri dildeki yapıları daha rahat kavrıyorlar ve dilin özelliklerini çabuk çözüyorlar, öbürleri ezberlemek durumunda kalıyor. Dilbilim öğrencileri denklem çözer gibi rahatça çözebiliyorlar, yani dili işletebiliyorlar.
-Bu açıdan baktığımızda, dilbilim bölümünde olan öğrencilerinizin bu süreçte size bir katkısı oldu mu?
-Tabii ki, mesela müfredattaki seslerin dilbilimde hangi işaretlerle gösterildiğini öğrencim Numan Erdem Asarkaya ile birlikte bu yıl tamamladık. Çünkü o dilbilim öğrencisi, onun öyle bir katkısı oldu yani. Diğer şeyleri de öğrencilerle konuşuyorum, “Burada acaba şunu koyarsam nasıl olur, bunu koyarsam nasıl olur” diye onlarla fikir birliğine varıp bir şeyler eklediğim mutlaka oluyor.
-Ders verdiğiniz yıllar içerisinde Çerkesçeyi akademik düzeyde çalışacak ya da çalışmak isteyen öğrenciler yetişti mi?
-Bir kişi yetişti şu anda, bakalım bundan da sonra yetişecek mi?.. Birinci kurda dilbilim okuyan birkaç öğrenci var, belki onlar dil üzerinde çalışma yapacaklar. Diğerleri ya Çerkestir, işte “ninemle, dedemle rahat konuşayım, annemle babamla rahat konuşayım” diye öğrenmeye çalışıyor veyahut bu dil nasıl bir şey acaba diyerek öyle seçmeli ders olarak alıyor.
-Şimdiye kadar dilin öğretimiyle ilgili oluşturulmuş materyaller, Çerkesçeyi bilmeyen birine öğretmek için sizce yeterli olgunlukta mı?
-Yeterli olgunlukta olduğunu zannetmiyorum, çünkü hazırladığım materyaller tamamen benim ürettiğim materyallerdir. Bugün için elimizde olan, bugüne kadarkinin en iyisidir. Fakat ortak akılla, yani bir heyetle konsensus oluşturularak meydana getirilmiş dokümanlar değildir. Bunların daha iyisi yapılabilir ama insanlar pek yanaşmıyor. Başka yerlerde de başka okullarda da insanların ne öğrettikleriyle ilgili herhangi bir dokümanım yok. Yani “bir yerde de dili bilmeyen insanlara şu şekilde eğitim veriliyor” diye elimde bir dokümanım yok. Mesela İngilizce öğreneceksiniz, dünya kadar kitap var. Birini alırsınız, o hoşuna gitmez, öbürünü alırsınız, yani belli bir program çerçevesinde ilerlersiniz. Ama burada örnek alabileceğim, “bak şurada şöyle ne güzel ilerlemiş” diyebileceğim veyahut “bak bu da olsa daha iyiydi” diyebileceğim herhangi bir müfredat yok. Onun için sıkıntı var ve acilen bir müfredatın hazırlanması lazım.
-Derslerden ayrı olarak yolunuz Boğaziçi Üniversitesi Dilbilim Bölümü’yle kesiştiğinden beri Çerkesçeyle ilgili herhangi bir akademik çalışma gerçekleştirebilirdiniz mi, herhangi bir akademik çalışmaya kaynaklık ettiniz mi?
-Yok, herhangi bir çalışma yapmadım. Zaten dersleri Fatimat’a bırakmıştım, o da sadece birinci kuru açıyordu. Fatimat “Bir süre dersi sen yürüt, yorulduğun zaman ben yine geri alırım” demişti, ben de ona dayanarak bu dersi geri aldım. Fakat sadece birinci kurun olmasının öğrencilerin ilerlemesini sağlayamayacağını düşündüm ve üçüncü, dördüncü kurları da açtım.
-Ara vermenize kadar dersler kaç yıl devam etmişti?
-Üç yıl.
-İlk üç yılda ders verirken kaç kur açıyordunuz?
-Üç kur açıyordum o zaman.
-Sonra ne kadarlık bir ara verdiniz?
-Beş-altı yıl ara verdim, şimdi iki yıldır da ben devam ediyorum.
-Dersleri bırakmaktaki sebebiniz neydi?
-Bu kadar emek sarf ediyoruz, karşılığında neredeyse sıfır ücret alıyoruz, bu şartlarda benim dışımda hiç kimse buraya ders vermeye gelmez. Fatimat’ın ders veriyor olmasının nedeni, kendisi zaten burada Rusça öğretmeni ve burada ders veriyor, ek olarak yanına Çerkesçeyi koymuştu.
-Şimdi geri geldiniz ve iki yıldan beri dersleri vermeye devam ediyorsunuz, ayrıca öncekinden daha fazla kur açıyorsunuz, peki bu motivasyonunuzu oluşturan şey ne?
-Motivasyonu oluşturan şey Kiril harflerine dönülmüş olması.
-İlk üç sene boyunca dersleri Latin alfabesiyle mi vermiştiniz?
-Latin’le verdim tabii.
-Yani sizi etkileyen ana nedenlerden biri Kiril’e dönülmesi mi?
-Tabii, çünkü Kiril’le hikâyeler, masallar bulmak mümkün. Sen Kiril’le okuma-yazma öğrendiğin zaman sana tavsiye edebileceğim bir hikâye olabilir, bir masal olabilir, bir şiir olabilir, bir şarkı sözü olabilir. Alfabe yazılı bir metne ulaşmanızı sağlıyor ve sizin öğrenmenizi daha kolaylaştırıyor.
-Son soru; Boğaziçi Üniversitesi’nde Çerkesçe dersi vermeye başlamadan önceki İlhan’la bugünkü İlhan arasında bir fark var mı? Dil öğretimiyle ilgili bu süreçte ne tecrübeler edindiniz?
-Tabii ki fark var, dil bilmeyene dil nasıl öğretilir üzerinde hiçbir bilgim olmadığı zamanda el yordamıyla başladım. Fakat öğrettikçe öğrettikçe kendim de öğreniyorum, bir şeyler ekliyorum kitaplara. Hatta Boğaziçi’nden ayrı olarak şöyle anlatayım, hani başta söylemiştim derneklerde ders vermeye başladım diye, dersleri vermeye başladım ama ben sınıf öğretmenliğinden geldiğim için insanlara bir metni okutarak vs. oralardan gidildiği zaman dilin öğrenilebileceğini düşünüyorum. Boğaziçi’nde ders vermeye başlamadan önceki bir yıl, Bağlarbaşı derneğinde (İstanbul Kafkas Kültür Derneği-İKKD) üniversite bitirmiş beş-altı öğrenci bize ders verir misin dediler, ben de tamam, veririm dedim. O yıl her hafta iki defa Bağlarbaşı derneğine gittim, onlara ders vermeye başladım. Ders vermeye başladım, onlar sorgulamaya başladılar. Sorgulamaya başladıkları zaman ben aslında bu dille ilgili hiçbir şey bilmediğimi anladım ve o yıl sözcüklerin yapısıyla ilgili, öneklerle ilgili, soneklerle ilgili, şahıs uyum ekleriyle ilgili hiçbir dil farkındalığımın olmadığını gördüm. Ama o yıl ben çok çalıştım ve dilbilgisini çözdüm -ki o öğrencilerin sorgulamaları nedeniyle çözmüş oldum. Onlar sorgulamamış olsaydı yine ben bildiğimi zannedecektim ama farkında olmadığım bir dili anlatıyor olacaktım.
-Evet, sorularım bu kadardı hocam, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
-Dilin üzerinde çalışılmasına ihtiyacı var. Kimler tarafından yürütülmesi gerekiyor bunun? Gençler tarafından yürütülmesi gerekiyor, sizlerin “böyle öğretilir, şöyle öğretilir” şeklinde bir düzen oluşturması gerekiyor. Verimli bir öğretim, verimli bir öğrenme olması için genç nesillerin dil üzerinde biraz çaba sarf etmesi gerekiyor. O da bakalım olacak mı bilmiyorum, şu ana kadar benim önüme “bununla da öğrenilir” diye bir doküman çıkmadı.
Sivil toplum kuruluşlarının da üretilecek olan dokümanı basmaları gerekiyor. Hani derler ya “birlikteysek güçlüyüz”, birlikte olmak demek sivil toplum kuruluşlarımızın bu tür çalışmaları desteklemesi demek. Desteklerse ileriye doğru gider, desteklemezse yerinde sayar.
-Boğaziçi Üniversitesi’nde Çerkesçe dersleri vermeye başlamadan önce dilin öğretimiyle ilgili herhangi bir tecrübeniz olmuş muydu?
-Fatimat Zhiletezheva: Babam Saladin Zhiletezhev (Саладин Жилетежев), Kabardey-Balkar’da tanınan bir Çerkes yazar idi. Çocukluğumdan beri ailemden, Çerkesçenin korunmasının ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Türkiye’ye geldiğimde, Çerkes derneklerinde Çerkesçe dersleri vermeye başladım. Dilbilimci olduğum için de bu konuda doğru yöntemlere ve metotlara hâkimdim.
-Boğaziçi Üniversitesi’yle yollarınız ne zaman ve nasıl kesişti?
-Rusya’da yaşarken zaten üniversitede akademisyen olarak çalışıyordum ve orada 10 yıl boyunca görev yaptım. Türkiye’ye geldiğimde de akademik kariyerime devam etmek istedim. Bu doğrultuda, Boğaziçi Üniversitesi’ne Rusça öğretmenliği için başvurdum, mülakatı geçtim ve 10 yıldır burada Rusça dersleri veriyorum.
-Çerkesçe derslerini vermeye ne zaman ve nasıl başladınız?
-Beş-altı yıl önce Çerkesçe dersleri vermeye başladım. O dönemde zaten Boğaziçi Üniversitesi’nde Rusça öğretim görevlisi olarak çalışıyordum. Yoğun ders programıma rağmen, gönüllü olarak A1 ve A2 seviyelerinde Çerkesçe dersleri verdim. Ne yazık ki yoğunluğum nedeniyle çok fazla sınıf açamadık, ancak derslere olan ilgi oldukça büyüktü.
-İlhan Hoca’dan dersi devralıp başladığınızda ders için hazır bir materyal var mıydı?
-İlhan Hoca’nın yazdığı kitaptan ve Rusya’dan getirdiğim birçok materyalden faydalanarak ders programını oluşturdum. Rusya’da yabancılar için Kabardeyce dil programı var, ben o programın materyallerini kullandım. Nalçik’ten getirdiğim materyaller de vardı. Derneklerde ders verirken kullandığım materyal ve program da buna dahil oldu elbette.
-Ders verdiğiniz yıllar içerisinde kaç kur verebildiniz?
-Yoğunluğum nedeniyle dersin seçmeli sistemden kaldırılmaması için her dönem sadece bir grup açabildim. Geçen sene ise İlhan Hoca’dan dersi geri almasını rica ettim ve dersi ona devrettim.
-Ders verdiğiniz dönemde öğrencilerinizin bölümlere göre dağılımı nasıldı? Dilbilim öğrencileri mi çoğunluktaydı yoksa diğer bölümlerden öğrenciler de dersi alıyor muydu?
-Diğer bölümlerden de öğrenciler dersi alıyordu, ancak çoğunluğu dilbilim öğrencilerindendi. İnsanların ilgisi oldukça fazlaydı ve dersi farklı buluyorlardı.
-Dersi alan Çerkes öğrencileriniz oldu mu?
-Evet, Çerkes öğrencilerim de oldu, yabancı öğrenciler de. Hatta Amerikalı bir öğrencim vardı, dili oldukça iyi öğrendi ve şu anda Adige dili üzerine yüksek lisans yapıyor.
-Yurtdışında mı?
-Hayır, Boğaziçi’nde ve bu sene mezun oluyor.
-Peki, Çerkes öğrencilerinizin dil durumları nasıldı? Konuşabiliyorlar mıydı, anlayabiliyorlar mıydı?
-Derse gelen Çerkes öğrencilerin maalesef hiçbiri dile tam olarak hâkim değildi, sadece bazı kelimeleri anlayabiliyorlardı. Ancak ders ilerledikçe konuşma ve anlama yetileri gelişti.
-Dersi alan Çerkes öğrencilerinizin dil öğrenim süreciyle Çerkes olmayan öğrencilerinizin dil öğrenim süreci arasında bir fark gözlemlediniz mi?
-Eğer ailede Adigece konuşuluyorsa, anne-baba dili kullanıyorsa, çocuk da doğal olarak anlıyor ve konuşabiliyor. Bu durumda, Türk öğrencilerden farklı olarak Adigece sesleri kolayca çıkarabiliyorlar. Ancak Türk öğrenciler bu sesleri biraz daha zor üretse de sonuçta onlar da konuşmayı öğrenebiliyorlar. Örneğin, bir Türk öğrencim vardı; Çerkesçe dersine benimle başladı ve dil çok ilgisini çekti. Sonrasında İlhan Hoca ile derse devam etti ve hatta Nalçik’e giderek dili daha da geliştirdi.
-Dersi alan Çerkes olmayan öğrencilerinizin dille ilgili yorumları nasıldı? Yani dili zor ya da kolay buluyorlar mıydı?
-Bahsettiğim öğrencim için dil oldukça kolaydı, ancak diğer bazı öğrenciler için zorlayıcı olabiliyordu. Bu durum tamamen öğrenciden öğrenciye değişiyor tabii. Adigecede 59 harf var, Kiril alfabesi kullanılıyor ve genel olarak zor dillerden biri olarak kabul ediliyor. Ancak ilgi ve motivasyon olduğunda, zor olan şeyler de zamanla kolay gelmeye başlıyor.
-Sizce Çerkesçeyi dilbilim öğrencilerine öğretmekle dilbilimle alakası olmayan öğrencilere öğretmek arasında bir fark var mı?
-Hayır, çok büyük bir fark görmedim. Teorik olarak dilbilim öğrencileri dilin sistemine daha iyi hâkim olabilirler, ancak bence dersi ciddiyetle alan her öğrenci dili öğrenebilir. Dilbilimci olmak bu süreçte büyük bir fark yaratmaz.
-Dilbilim okuyan öğrencilerinizin ders verdiğiniz süreçte size bir katkısı oldu mu?
-Bu öğrencilerle çalışmak güzel bir tecrübeydi. Onları tanımak ve Çerkesçeye olan ilgilerini görmek benim için onur vericiydi. Ancak yalnızca A1 seviyesini açabildiğimiz için dil konusunda çok ileriye gidemedik.
-Ders verdiğiniz dönemde hep Kiril alfabesini mi kullanmıştınız?
-Evet.
-Ders verdiğiniz yıllar içerisinde akademik olarak Çerkesçeyi çalışmak isteyen öğrenciler yetişti mi?
-Evet, bahsettiğim Amerikalı öğrencim şu anda dilbilimde yüksek lisans yapıyor ve Adige dili üzerine tezini yazıyor. Benden ders aldı ve hâlâ sürekli olarak sorular soruyor; iki yıldır ona destek olmaya ve sorularını yanıtlamaya çalışıyorum. Umarım, gelecekte daha fazla öğrencinin akademik olarak Çerkesçeyi çalıştığını görme fırsatım olur.
-Sizce Çerkesçeyle ilgili şu zamana kadar birikmiş olan eğitim materyalleri Çerkesçeyi bilmeyen birine öğretebilecek seviyede mi?
-Evet, mevcut eğitim materyalleri Çerkesçeyi bilmeyen birine öğretmek için yeterli seviyede. Ancak öğrenmek için gerçekten istekli olmak gerekiyor; istek olunca başarı da geliyor. Örneğin, dernekte derse başlıyoruz, başlangıçta grup 15 kişi oluyor, ama maalesef bir iki ay sonra beş kişi kalıyor. Bu dili öğrenmek için güç ve zaman harcamak gerekiyor, tamamen istekle mümkün, zorla olmaz. Böyle istekli insanlar ne yazık ki az çıkıyor. Başka dillerde olduğu kadar çok kaynak olmasa da yine de yeterli materyal mevcut.
-Derslerden ayrı olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışmaya başladığınızdan beri Çerkesçeyle ilgili herhangi bir akademik araştırmaya, çalışmaya kaynaklık ettiniz mi?
-Evet, Balkız (Öztürk) Hoca bir konu üzerinde çalışıyordu ve ben de ona bu konuda yardımcı oluyordum, sorularını yanıtlıyordum. Kısa bir süre birlikte çalıştık.
-Son sorum; Çerkesçe derslerini vermeden önceki Fatimat’la bugünkü Fatimat arasında bir fark var mı?
-Tabii ki var. Dediğim gibi, bu benim için de bir tecrübe oldu. Dil öğretirken bazı şeyleri daha iyi fark ediyorum. Mesela ‘Bu yöntemi kullanırsam daha etkili olur’ ya da ‘Bu konuyu şu şekilde anlatırsam öğrenciler daha iyi anlar’ gibi düşüncelerim gelişti. Aynı zamanda, öğrencilerimle olan etkileşimler sayesinde, dilin öğretim süreçlerine dair kendi yöntemlerimi de geliştirdim. Bugünkü Fatimat, daha tecrübeli, öğrencilere nasıl yaklaşacağını daha iyi bilen ve dersleri daha etkili hale getirebilen biri diyebilirim. Evet, kesinlikle bir fark var.