Bu ayki konuğumuz, 2006-2011 yılları arasında İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nde Mafe çocuk ekibinin çalıştırıcılığını yapmış, aynı zamanda da Türkçe öğretmeni olan çocuk kitapları yazarı Fulya Erkoç…
-Sevgili Fulya, yıllar önce dernekte tanıştık seninle. Biz Gençlik Komisyonu’nda görev alırken, sen de İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin o dönemki tek çocuk ekibi Mafe’nin hocalığını yapıyordun. Seni tanımayanlar için sana dair biraz bilgi almamız mümkün müdür?
-Serap, yıllar önce, ikinci evimiz olarak gördüğümüz dernekte kurduğumuz dostluk şimdi de çocuk edebiyatıyla bizi bir araya getirdi…
Adapazarı’nda doğdum. Çocukluğum da orada geçti. Büyük bir bahçe içinde beş hane olarak yaşadığımız, kimi zaman buruk göç anılarının kulaklarımızdan kalbimize aktığı, kimi zaman Çerkes şakalarıyla eğlendiğimiz; büyüklerin kültürel öğeleri yaşatma çabasıyla, âdetlerle, öğütlerle büyüttüğü çocuklardan biriydim ben de. Başka kültürlerle bir arada, bir belgeselin içinde gibi yaşıyorduk. Sakarya Öğretmen Lisesi’nden sonra Marmara Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı bölümünden mezun olup İstanbul’da öğretmenliğe başladım. Bir yandan edebiyatla, bir yandan dansla ilgilenmeye devam ettim.
Nart Dance Theatre ve Mafe ekibi
-Sen de çeşitli derneklerde ekiplerde yer aldın, dans ettin. Daha sonra da ekip hocası olarak devam ettin. Dernek hayatına nasıl girdi, o yıllara dair paylaşmak istediğin şeyler nelerdir?
-Nart Dance Theatre’da dans ettiğim yıllarda, dernekten bir çocuk ekibi kurma, çocukları, kültürün bu hem eğlenceli hem sanatsal yönüyle bir ekip içinde bir araya getirme teklifi aldım. O yıllarda öğretmenlik yaptığım okullarda hem tiyatro ekipleri hem Kafkas dans ekipleri çalıştırıyordum. Çocuklarla çalışma konusunda deneyim sahibiydim. Ve bu teklifin manevi boyutu da tahmin edeceğiniz gibi başkaydı benim için. Teklifi seve seve kabul ettim. 2006’da ekibi kurduk, adını Mafe olarak kararlaştırdık.
10-12 çocuk ile başladığımız ilk çalışmaların ardından çok kısa bir sürede ekibimiz büyüdü. Mafe, geniş bir repertuvarla çeşitli sahnelerde pek çok gösteri yaptı. Bunlardan belki en anlamlısı ve unutulmazı da Adigey Cumhuriyeti’ne yaptığımız ziyaret oldu. Mafe’nin ilk dansçıları olan bu çocuklar, kültürümüzün özünü benliğine sindirmiş ve şimdi yollarını çizmiş pırıl pırıl gençler.
“İki dilin, hem Türkçe hem Adigecenin konuşulduğu bir ailede hikâyeler ve yaşantılar arasında da bağlantılar kurabiliyorsun”
-Yazma tutkun ve hikâyen ne zaman başladı?
-8 yaşındaydım. İstanbul’dan Adapazarı’na dönüp yerleşme kararı almıştı aile. Bir çocuğa verilecek en güzel hediye: doğa ve doğanın çeşit çeşit hali, hayvanlar, köy hayatı, özgür bir oyun alanı, hikâyeler anlatan büyükler, tatlı gelenekler… Bunların her biri hayata olumlu bir bakışı, güzel şeylere hayranlığı, yeri geldiğinde de acıyı paylaşmayı öğreten deneyimler.
İki dilin, hem Türkçe hem Adigecenin konuşulduğu bir ailede hikâyeler ve yaşantılar arasında da bağlantılar kurabiliyorsun. Çevrede başka kültürler ve diller de var. Bu, daha o yaşta bir deneyim zenginliği sağlıyor. Başkasını tanıyan kendini daha iyi tanır. Çocuklar taze zihinleri ve hayal güçleriyle bu tanıma işini iyi yaparlar. Bu kadar renkli ve hareketli bir hayatın içinde, kitapları seven ve sözcüklere fazlaca ilgisi olan bir çocuk olarak benim de dünyayı ve kendimi tanımak için “anlatma”yı istemem doğaldı.
İlkokul yıllarımda kediler, köpekler, kuşlar için yazdığım şiirler vardı. Ortaokulda, okul dergisine ilk kısa öykümü verdim. Üniversitede arkadaşlarımızla kendi dergilerimizi çıkardık. Yolculuk böyle başladı.
Kısa öyküler, şiirler ve çocuk kitapları
-Çocuk kitapları yazma planın nasıl şekillendi? Bu konuda çalışmalar yaparken nelerden beslendin?
-Öğretmenliğe başlayana kadar edebiyat dergilerinde yetişkinler için kısa öyküler ve şiirler yazıyordum. Çocukların dünyasını tanımaya başladıkça hem onlara bir şeyler anlatabileceğimi hem de kendi çok sevdiğim çocukluğumu bu şekilde yaşatabileceğimi hissederek bu alana yöneldim. Edebiyatla uğraşan tanıdıklarım ve dostlarım da yazmaya devam etmem konusunda neredeyse ısrarcı bir şekilde beni teşvik ediyordu. Kitaplarımın özsuyu da çocukluk deneyimlerim, yetiştiğim yerler, doğa, o güzel insanlar çoğunlukla.
-İlk kitabın “Gece-Yoldaki Büyük Serüven” yavru köpek Gece ile küçük bir çocuğun dostluğunu anlatıyor. Daha sonra serinin devam kitabı olarak “Gece-Harika Bir Plan” yayımlandı. Bu serinin çıkış noktası ne idi? Devamı gelecek mi?
-Serinin kahramanı gerçek hayattan geliyor. Yıllar öncesinden bir köpek dostum. Gerisi kurgu. Hayvanların verdiği yaşam mücadelesini onların adına duyurma çabası. Yıllar öncesinden hayvan dostlarım için verilmiş bir söz diyelim. Devamı konusunda aralık bir kapı bıraktım. “Gri” karakterini çözmeye çalışabilirim.
“Doğanın birer parçasıyız biz. Ondan uzaklaştıkça yetilerimizi kaybediyoruz”
-Şimdiye kadar okuyucu ile buluşmuş olan beş kitabın var. Hepsinde hayvanlar, doğa ve çocuklar başrolde yer alıyor. Bu noktada sence, özellikle de şehirde büyüyen çocukların doğanın sesine kulak vermelerini nasıl sağlayabiliriz?
-Ailelerin, her fırsatta çocuklarını doğayla buluşturması gerek. Doğanın birer parçasıyız biz. Ondan uzaklaştıkça yetilerimizi kaybediyoruz. Yuvasını yapan bir kuşu izlemenin verdiği dersi hangi bilgisayar oyunu verebilir?
-Buradan bizlere vermek istediğin bir mesaj var mıdır?
-Hayata, kültüre, beraberliğe dair…
Birer ağaç gibiyiz. Dallarımızın göğe uzanmasını istiyorsak köklerimizi unutmayalım. Sahip olduklarımızla ve kendimize eklediklerimizle yola devam etmemiz gerek. Tıpkı küçük, siyah köpek kahramanımız Gece gibi…