Bu ayki konuğumuz, İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nde yönetim kurulu üyeliği yapmış, İKKD Seteney Kadın Çalışma Kurulu üyesi ve Meşbev çocuk ekibinin çalıştırıcılığını halen devam ettiren, aynı zamanda da İngilizce öğretmeni olan Şeyma Seyok Kanbek… Bu sayımızda hem kendisi hem de ilk kitabı “Yılkı” hakkında konuşacağız.
Huaj Serap Uzun
-Sevgili Şeyma Abla, İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nde tanıştık seninle. O günden bugüne zamanla dostluğumuz pekişti ve abla-kardeş gibi olduk. “Çocuklar bir derneğin en önemli gücüdür” dersin her zaman. Bu konuda da her türlü özveriyi gösteren, bebek yaştaki çocukların bile ayaklarının derneğe alışmasını sağlayan en önemli etkenlerin başında geliyorsun. Çocukların seni ne kadar çok sevdiğini ve saydığını anlatmaya zaten cümleler yetmez… Derneğe çocuğunu getiren tüm veliler adına sevgiyle, sabırla çocuklarımıza değerlerimizi aktarmak için verdiğin tüm özverili emekler için sana ne kadar teşekkür etsek azdır… İyi ki bizim ve çocuklarımızın yolları seninle bu çatı altında kesişmiş… Uzun yıllar sağlıkla birlikte yol almak, çocuklarımızı beraber büyütmek dileği ile röportajımıza geçelim.
Seni tanımayanlar için öncelikle kendini kısaca tanıtabilir misin?
-Düzceliyim, Şapsığım. Mühendislik eğitimi aldım lakin hiç yapmadım mesleğimi. Hani derler ya; geçmişte, çocukluğunuzda size dokunan, kişiliğinizi ve yönelimlerinizi etkileyen insanlar mutlaka vardır diye. İşte ne mutlu bana ki hem kültürümle yoğrulduğum hem de komşuluk ilişkilerinin akrabalıktan da öte olduğu bir yerde, Düzce’nin Arapçiftlik Köyü’nde büyüdüm. Mühendislik okudum lakin en yakın komşumuz, bize bazen teyze, bazen hala, bazen de anne olan, çocuk ve insan sevgisini kendisinde gözlemlediğim, öğretmen Sevim Teyzemin öğrencisiydim adeta. Sevgisi, ilgisi, iletişimi bana rehber oldu daima. Bunu yıllar sonra ben ben olunca anladım.
İyi ki çocuklar diyorum şu an. İnsanoğlunun en büyük sınavı eş ve iştir. Şükürler olsun…
-İstanbul Kafkas Kültür Derneği ile nasıl ve ne zaman yollarınız kesişti?
-1987 yılı idi üniversite için geldiğimde. Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardık gençler olarak. Köyden gelen bir genç için adeta bir okuldu. Seminerler, geceler… Biz gençler tarafından her ay çıkarılan duvar gazetelerin sosyal ve kültürel anlamda gelişimimize katkılarını yıllar sonra iş hayatımızda daha fazla gördük. Günümüzde şirketlerin satın aldıkları eğitimleri, bizler köylerimizde farkında olmadan doğal akışı içerisinde aldık. İşbirliği ve ekip çalışması ile düğün organizasyonları yaparak, derneklerimizdeki etkinliklerde roller alarak her anlamda kendimize çok şey katıyorduk.
Derneklerimiz çok kıymetli. Tozunu bir kez yutan kopamıyor, kopmasın da…
-Çocuk grupları ile dans ve anadili çalışmaları yürütüyorsun. Bu konuda biraz bilgi alabilir miyiz? İleriye dönük hayaller, hedefler ya da farklı projeler var mı kafanda?
-Çocuk gruplarıyla çalışmak çok zor ama bir o kadar da keyifli. Benim ilk önceliğim yaşı kaç olursa olsun çocuğun derneğe gelmesi. Sadece çocuk bazında bakmamak gerek, aile de çok önemli. Kültürlerine karşı farkındalık oluşturmak, öncelikle derneği sevmek ve orada olmak istemekle başlar. Bunun en kolay yolu ise danstır, harekettir, keyiftir, oyun ve eğlencedir.
Dışarıdaki hayat çok cazip onlar için. Bu nedenle derneği öncelikle cazip kılmak, onları kazanabilmekteki ilk basamak.
Anadili çalışmaları olması gereken düzeyde henüz değil. Bu yıl yönetim kurulu görevimizi devrettik. Umarım daha fazla zamanım ve enerjim olacak. Proje hep var. Ankara Çerkes Derneği Çocuk Kulübü temsilcisi Sinemis Ertan ile yürüttüğümüz “Diasporanın Çocukları” projesini geliştirerek yürütmek en büyük hayallerimden biri. Zamanla her şey olur elbette…
“Hepimizin içinde söyleyemediği, söylemek istediği aslında ne kadar çok şey var geçmişe ve bugüne dair”
-Biraz da kitabından bahsedelim. “Yılkı” ilk kitabın, tekrar hayırlı olsun… Kaleme almaya nasıl karar verdin, hikâyesi nasıl şekillendi, seni bu konuda teşvik eden itici güç ne idi?
-“Yılkı” aslında ilk değil. Öncesinde “Dine ve Jan” ilk adım kitaplarımız vardı çizer Yasemin Ekinci Filiz ile. “Sayılar”, “Hayvanlar” ve “Renkler” olmak üzere 3 kitap hazırladık. Lakin ilk ve acemiliğimiz olduğu için tam olarak fayda sağlayamadık.
Gönül ister ki kitapları tekrar revize edip, seslendirmelerini yapıp çocuklarımızın hizmetine sunalım.
161 yıl önce sürgün ve soykırımı yaşamış ve dünyanın dört bir yanına savrulmuş bir toplumun çocuklarıyız her birimiz. Hepimizin içinde söyleyemediği, söylemek istediği aslında ne kadar çok şey var geçmişe ve bugüne dair.
Belki de bu yüzdendir darmadağın oluşumuz ve bir türlü toparlanamamamız. “Yılkı” da belki böyle bir kaygıdan doğdu.
Neden “Yılkı”?
Neden “Bir Uzunyayla Hikâyesi”?
Kitap çıktığında okuyanlar ilk bu soruyu sordular.
1988 yılında, 18 yaşında üniversite öğrencisi olarak geldim İstanbul’a. Ve bugün nasıl kapılarını herkese açtı ise, o gün de kapılarını açtı İstanbul Kafkas Kültür Derneği bana ve benim gibi olan birçok insana.
Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardık. Onlardan biriydi Çurmit Sebahattin. Hatukaydı ve Uzunyaylalıydı birçok arkadaşımız gibi. Bizi bölen ve ayrıştıran, Adige, Abaza, Oset, Çeçen, oralı ya da buralı tartışmalarının olmadığı yıllardı.
Bizdik, beraberdik. Dertlerimiz farklıydı bugünden. Heyecanlıydık çokça.
Sebahattin, Kayseri’ye döndü yıllar sonra. Fotoğraflar çekmeye başladı oraya dair. Çok hoşuma giden fotoğraflar… Esin kaynağı oldu fotoğrafları kitap hayat bulurken.
Geçen yıl elime bir kitap geçti. Halbad Muharrem Baykan’ın kitabı “Babam, Rüzgâr ve Yıldızlar”. Bir öykü kitabı. Birbirinden güzel hikâyeleriyle bir Uzunyayla fotoğrafı çekiyordu.
Dilinin sadeliği, samimi ve içten öykülerini pek sevdim okurken. İç sayfalarda “Yılkı” diye bir hikâye vardı.
Muharrem’den izin aldım. Kitabının genelinden alıntılar yaparak, kendim de eklemelerde bulunarak, şiirsel, küçük, özet bir kitap yazabilir miyim diye… Çok memnun olacağını söyledi ve süreç boyunca küçük dokunuşlarda bulundu.
Yasemin Filiz Ekinci ise her zaman olduğu gibi o muhteşem çizimleriyle bana yoldaş oldu.
“Yılkı” ne bir öykü ne bir deneme. Uzunyayla kitapta sadece bir sembol. Bu Düzce de olabilir, Samsun da, Eskişehir de. Uzunyayla aslında hepimizin hayatında aynı geçmişi yaşadığımız sadece bir örnek.
“Yılkı” aslında bir yetişkinin gözünden çocukluğuna, anılarına ve kendine bakan şiirsel bir anlatı…
-Çocuk kitapları serüvenine “Yılkı” ile bir adım atmış oldun. Devamı gelecek mi?
-Neden olmasın! Kendimi bulduğum ve keyif aldığım bir alan.
“İyi niyetin, yardımlaşmanın olduğu her yer çiçek bahçesidir”
-Buradan bizlere vermek istediğin bir mesaj var mıdır? Hayata, kültüre, beraberliğe dair…
-Ben her şeyden önce iletişime, etkileşime inanıyorum. İyi ve doğru iletişim kişiyi, karşı tarafı, toplumu mutlu ediyor, verimli kılıyor. Dernek çatısı altına giren herkesin birbirine bir merhabayı esirgememesi çok önemli. Şu şekilde bakanlar olabilir; “Yahu burası dernek ve hepimizin. Kapı açık, gelsinler” mantığı bize kaybettirir. Bizler sürekli orada olanlar, YK’lar, veliler, gençler, çocuklar… Biziz ev sahibi olan. Yeni gelene “Burası senin de evin, gel yanımızda ol” diyecek olan… Etkili bir iletişim ancak topluma ivme kazandırır.
Selam vermekle başlar her şey. Küçücük çocuklarımıza bile selam vermeyi öğretmeliyiz. Bunun için belki dramatizasyon çalışmaları yapmalıyız. Çoğu insana garip gelebilir belki ama en önemsediğim konu bu.
İyi niyetin, yardımlaşmanın olduğu her yer çiçek bahçesidir. Kültürümüzün gelecek nesillere doğru aktarımını yapan son kuşak olmayız umarım. Bunun için elimizden ne geliyorsa yapacağız hep birlikte…