İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) Nanu, Meşbev ve Mafe çocukları ile aileleri, 20-21 Eylül tarihinde artık gelenekselleşen ve bu sene üçüncüsü düzenlenen çocuk kampında bir araya geldiler. Kamp sürecini, Mezbjen Doğa Sporları Koordinatörü Şamil Yatkın’a sorduk.
Nagehan Erken
-Merhaba, sizi tanıyabilir miyiz Şamil Bey?
-Doğa sevgisini ve temel hayatta kalma becerilerini çok küçük yaşlarda edinmiş şanslı biri olduğumu söyleyebilirim. Çocukluğumda yaz tatillerim İzmit, Ketenciler Köyü’nde geçti. Her yaz okul kapanır kapanmaz köye gider, sabahtan akşama kadar ormanda, derelerde, tarlalarda koşturup dururduk. Babam biz ne kadar kaytarmak istesek de bizi sık sık bağ-bahçe işlerine dahil ederdi. Köyde o zamanlar rahmetli dayımın baktığı büyükbaş hayvanları vardı. O yaşta 8-10 hayvanı sabah erkenden ahırdan çıkarıp sabahtan akşama kadar köyün etrafındaki meralarda tek başımıza otlatır, akşam da avluya geri getirirdik. Bizim yaşıtlarımız yaz tatilinde top peşinde koştururken biz o yaşlarda bahçe bellemeyi, ahır temizlemeyi, baltayla odun kırmayı, ateş yakıp mısır-patates pişirmeyi, ağaç dallarından barınak yapmayı, yabani meyveleri aşılamayı babam sayesinde öğrendik. Hoş, o zamanlar kaytarmak için fırsat da kolluyorduk; aklımız fikrimiz ister istemez haylazlığa ve oyuna kayıyordu. Gelgelelim çok erken yaşta hangi meyvenin ne zaman aşılanması gerektiğini, ekilecek toprağın hangi havada bellenip çapalanması gerektiğini, doğumu yaklaşan ineğin sürüden nasıl ayrıştığını babamın teşviki ve yönlendirmesi sayesinde öğrendik.
Küçük yaşta ruhumuza işleyen bu doğa sevgisi ilerleyen yaşlarda da ilgi alanlarımı ve hobilerimi şekillendirmeye başladı. İş hayatına atıldıktan sonra hafta sonları sık sık tek başıma ormanlarda kamp yapmaya başladım. Bu yıllarda güreş, fitness, koşu üçgeninde sürdürdüğüm düzenli spor faaliyetlerini de kamp ve doğa yürüyüşleri ile birleştirerek sürekli yaban hayatının içinde kalmaya gayret ettim. Doğada tek başına kalmak iş hayatının stresinden arınmamda ve kendimi keşfetme yolculuğumda benim en güçlü dayanağım oldu.
Eşim de doğayı ve yaban hayatını seven biri olunca biz ailece kamplar yapmaya devam ettik. Çocuklar dünyaya gelince doğa temelli eğitim üzerinde daha fazla derinleşmeye ve araştırmaya başladım. Oğlum ve kızım da aynen benim gibi çok erken yaşlarda bıçakla odun yontmayı, ateş yakmayı, doğada barınak yapmayı öğrendiler. Ormana girdikleri zaman hangi ağacın meşe, hangi ağacın kayın, hangi ağacın kestane olduğunu biliyorlar, doğada bulabileceğiniz yenilebilir otları tanıyorlar. Doğada hayatta kalma ile ilgili temel becerilerin birçoğuna sahipler. Bu temel beceriler ve doğada kendilerini tanıma süreçleri özgüvenli ve sosyal becerileri yüksek bireyler olmalarında önemli rol oynadı. Onların bu gelişim sürecini tecrübe ettikten sonra “doğa pedagojisi ve doğa temelli eğitim” alanında daha da derinleşmek istedim ve 2024 yılında kariyerime 1 yıl kadar ara verdim. Bu pedagojik yöntem halihazırda Kuzey Avrupa ülkelerinde oldukça köklü bir geçmişe sahip. Orada orman okulları eğitim sisteminin doğal bir parçası. Bu kapsamda kendimi geliştirmek için çocuk pedagojisi, doğa temelli eğitim, drama alanında eğitimlere ve atölyelere katıldım. Bu alanda kendi tecrübelerimi de paylaşabilmek adına Doğa Pedagojisi Derneği’nin (DOPDER) kuruluş sürecine dahil oldum ve ilk yönetim kurulunda yer aldım.
Aynı yıl İKKD’nin doğa sporları alanında faaliyet gösteren Mezbjen İstanbul’un da koordinatörlüğünü üstlendim ve ilk iş olarak büyüklerle birlikte okulöncesi ve ilkokul çağındaki çocuklarımızı da doğa sporlarına nasıl dahil edebileceğimize odaklandık. Mezbjen bünyesindeki ilk birkaç doğa yürüyüşü etkinliğine çocuklu arkadaşlarımızı çocuklarıyla birlikte katılmaları için teşvik ettik. Sonuç beklediğimizden iyi olunca bunu bir adım öteye taşıyabilir miyiz diye düşünmeye başladık. İKKD çatısı altında okulöncesi çağındaki çocuklarımızın gelişimine yönelik faaliyetler yürüten Nanu grubundaki velilerin de teşvikiyle çocuklarla ailelerin birlikte katılacakları bir kamp fikri kafamızda yeşermeye başladı ve yaz boyunca bunun üzerine kafa yorduk. Farklı yaş gruplarından çocuklar farklı motor becerileri ve fiziksel kondisyonla doğada bir arada olacaktı. Bu birlikteliğin sonrasında hem güzel anılar biriktirebilecekleri hem de doğayla bağlarının kuvvetleneceği bir etkinlik programı oluşturabilmek adına Nanu velilerini temel alarak bir faaliyet düzenlemeye karar verdik.
-İKKD’nin bu yıl eylülde düzenlediği çocuk kampı sürecini ve bu kampın çıktılarını bizimle paylaşabilir misiniz?
-Kamp için hazırlıklarımıza yazın başında başladık diyebiliriz. Öncelikli olarak tümüyle bize tahsisli olacak, çocuklu aileler için asgari hijyen koşullarını sunabilecek bir kamp arayışına girdik. Tahminimiz 10 ailelik bir grupla bu kamp organizasyonunu gerçekleştirmek şeklindeydi. Düzenli ve yeteri kadar geniş bir çadır alanı barındıran, grubumuzun ihtiyacı olan asgari mahremiyeti sunabilecek, dışarıdan alakasız grupların etkileşimine kapalı olan, hijyenik lavabo ve kamp mutfağı imkânı sunabilen, İstanbul’a ulaşımı kolay olan bir yer bulabilmek için birçok kamp alanını taradık ve Kocaeli Körfez’deki “Dalından Yensin Kamp Alanı”nın işletmecisi Filiz Hanım ile kamp etkinliğimiz için el sıkıştık.
Kamp alanının hafta sonu sadece bizlere tahsis edilmesi konusunda mutabık kaldıktan sonra çocuklar ve ailelerle düzenleyeceğimiz etkinlikler üzerinde çalışmaya başladık. Doğa temelli eğitimde ana prensiplerden biri çocukların kendi grup sinerjileri ile oluşturacakları yapılandırılmamış etkinliklere öncelik verilmesidir. Aslolan çocukların iletişim becerilerini ve hayal güçlerini kullanarak kendi oyunlarını ve grup dinamiklerini oluşturmasına olanak sağlamaktır. Bu kapsamda kamp alanındaki dere çok işimize yaradı. Aileleri önceden çocuklar için bol sayıda yedek kıyafet getirmeleri konusunda bilgilendirerek çocukların dere kenarında gönüllerince oyun oynamalarının önünü açtık. İlk gün, gün boyunca derede birçok farklı hikâye ve senaryolarla oyunlar kuran çocuklar çok hızlı ve uyumlu bir şekilde kaynaştılar.
Kamp alanındaki ilk akşam için Nanu velilerinden ve aynı zamanda derneğimiz yönetim kurulu üyelerinden Nagehan Hanım’ın önerisiyle bir gölge tiyatrosu kurgulamıştık. “Nart Destanları”ndan Sosrıkua’nın ateşi devlerden geri alması hikâyesini gölge tiyatrosu şeklinde sahnelemeyi düşündük. Kamp alanına gelene kadar hiç prova alma imkânımız olmasa da tahmin ettiğimizden çok daha başarılı ve eğlenceli bir performans ortaya çıktı. Tabii Nanu velilerinin birçoğunun elinden gelen tüm teknik imkânları seferber etmesi de burada önemli bir faktördü. O akşam kamp ateşi başındaki esprili muhabbetimiz, ateşin başında her çocuğumuzun kendi mısırını pişirmesi, perdede oyunu sahnelerken kahkahalarla gülmemiz eminim çocukların hafızasında derin izler bırakan unutulmaz anılar oldu. Ertesi gün ip atlama, halat çekme gibi oyunlarla çocuklarımızın ekip ruhunu ve takım çalışmasını keşfetmelerine tanıklık ettik. Tabii bu kadar çocuğu bir araya getirince ceug halkasını kurmamak olmazdı. Babalar kızlarıyla, anneler oğullarıyla kafe-şeşen oynadılar. Şimdiye kadar gördüğüm en neşeli düğünlerimizden birini yaptık.
Peki, bu etkinlikte umduğumuzu bulduk mu derseniz ziyadesiyle diyebilirim. Zira 20’si çocuk 50 kişi ile kampımızı gerçekleştirmiş olduk. Çocuklarımız kampın daha ilk saatlerinde müthiş bir harmoni ile kaynaştılar. Gece yatmadan önce çadırlara doluşup kahkahalarla sohbet ettiler. Bir tanesi bile eline tablet veya telefon alıp bir kenarda ekrana gömülmedi. Dere kenarında ağaç dallarından kendilerine bir gemi yaptılar, saatlerce saklambaç oynadılar, annelerini çağırıp, takımlar kurup yakantop ve halat çekmece oynadılar. Üstelik bu oyunların hepsini kendileri başlattılar.
Doğa temelli eğitimin temel felsefesi ile kurguladığımız bu kampta, doğada geçirilen serbest zamanda çocukların sosyal bağları ne kadar sağlıklı bir şekilde geliştirdiği, doğanın sağaltıcı gücünün yaratıcılığı ve öğrenmeyi nasıl teşvik ettiğini yakından gözlemlemiş olduk.
Nanu grubu velilerinin birçoğunun doğal yaşamı ve yaban hayatını seven bireyler olması kamp programında doğa pedagojisine uygun bir yapılanmaya gitmemizde büyük kolaylık oldu. Bu seneye kadar düzenli bir şekilde her sene çocuklu kamp organizasyonları yapan Nanu grubunun sinerjisi ve velilerin özverili tutumu olmasa programdan bu kadar güzel bir sonuç alamayabilirdik. Kamp öncesinde yemek, bulaşık vs. gibi ortak yükleneceğimiz işlerin uyumlu bir şekilde kimsenin üzerine yük kalmadan paylaşılmış olması takdir edilmesi gereken bir hususiyet bence.
-Mezbjen ile çocuklar ve gençlere yönelik buna benzer başka etkinlikler planlıyor musunuz?-Her şeyden önce zaten mevcut İKKD yönetimi özellikle çocuklar ve gençleri odağa alan her türlü etkinlik için tüm proje gruplarını cesaretlendirip teşvik etmektedir. Dolayısıyla derneğin çalışma gruplarından biri olan Mezbjen de gerek Nanu gerek Mafe gerekse de Mazenef gençleri ile onların gelişimlerine faydası olabilecek birçok farklı proje üzerinde çalışmaktadır.
Günümüzde çocukların dikkat dağınıklığı ve odaklanma sorunlarını temelden çözebilecek ana unsur doğanın sağaltıcı ve rehabilite edici gücüdür. Şu anda birçok Kuzey Avrupa ülkesinde orman okullarının bu kadar yaygınlaşmış olmasının temel sebebi aslında budur. Dijital becerileri gelişen çocuklarımızın sosyal ve duygusal zekâlarının körelmemesinin yegâne çıkış yolu doğa temelli pedagojik faaliyetlerdir. Bu doğrultuda çocuklarımızın özgüveni yüksek, kendilerini açık ve net bir şekilde ifade edebilen, sosyal zekâsı güçlü bireyler olabilmesi adına farklı projeler geliştirmeye devam ediyoruz.
Bu yaz Mezbjen çatısı altında yetişkinlerle deneyimlediğimiz dragon bot tarzı takım çalışmasını önceleyen etkinlikler yanında sadece gençlerin ve çocukların deneyimli kamp rehberleri gözetiminde katılacağı, gençlik kampları gibi sosyal becerilerini geliştirecek projeler üzerinde de çalışıyoruz. Hatta diğer derneklerimizdeki gençleri de dahil edeceğimiz, Çerkes köylerimizin yakınında çadır konaklamalı büyük bir gençlik festivali için plan yapmaya başladık bile.
Şimdiye kadar gençlerin sadece potansiyel ekip oyuncusu olarak görüldükleri geleneksel bakış açısının dışına çıkarak, kim bilir belki de bu gençlerimizle Elbruz’da bir zirve yapar, bayrağımızı zirveye dikeriz. Gençliğinin baharında Elbruz’un zirvesine bayrak diken bir gencimizi bundan sonra hayallerini gerçekleştirmekten hangi güç alıkoyabilir ki? Bir düşünsenize…









