F, ‘E’ ile ‘G’ arasına sıkışmış bir harften ibaret değil. İnsanların ruhunun tam ortasına dağlanarak kazınmış bir sembol. İlk duyduğumuzda daha çok gençtik. Almanya’da Baader-Meinhof örgütü elemanlarının tek tek, tek kişilik hücrelerinde, direkt ya da zamana yayılan F tipi ölümlerine tanık olmuştuk.
F tipinin, ne tip bir cezaevi olduğunu pek anlamamıştık. Türkiye’de uygulamaya konulduğunda da merkezi propagandalarla Farklı bilgilerle donatılmıştık! Aradan 6 yıl geçti. 122 kişi tecritin, F tipinin insanlığa aykırı olduğunu anlatabilmek için ölüm orucunda öldü. Şimdi bir avukat, Behiç Aşçı ölüm sınırında. Onun da Çerkes olduğunu öğrendik ama Çerkes olması, kendini dirhem dirhem ölüme yollamasına neden olan sorunun üstünde değil. Çünkü mesele herkesin üstünde de üzerinde de. Olmalı!
Bir tek gününüzü, bir tek odada değil kendi evinizde, kimseyle görüşmeden, hiçbir iletişim yolu olmadan geçirdiğinizi düşünün. Sadece bunu düşünün. Sonra bunu değiştirin; bu kez hayalinizde bulunduğunuz mekanı bir cezaevine dönüştürün. Her tarafın beyaz ve gri olduğunu, tepenizde parlak bir beyaz ışığın bulunduğunu, orada yiyip içtiğinizi, tuvalet ihtiyacınızı orada giderdiğinizi; bir tek sözcük bile konuşamayacağınız günleri, ayları, yılları o ortamda geçirmek zorunda olduğunuzu düşünün. Hatta bırakın düşünmeyi. Bunun bilimsel sonuçları çoktan ispatlanmış zaten, lütfen bilgilenin.
Bilgilerinize; hasta olsanız doktora götürülüp götürülmeyeceğinizi bilemeyeceğinizi, tedavinizin gerektirdiği biçimde yerine gelmeyeceğini, her an gelişen hastalığınızın göz göre göre sizi ölüme götürdüğünü, ailenizin, sevdiklerinizin gözü önünde öldüğünüzü, keyfi olarak tartaklanıp işkence görebileceğinizi, bütün insan haklarının tamamen görevlilerin keyfiyetine kaldığını, sesinizin o dört duvar arasından asla duyulamayacağını da ekleyin. Yalnızlığın yol açtığı ruhsal ve fiziki sendromların sizi gün be gün ölüme götürdüğünü düşünün. Sesinizi duyurabilmenizin tek koşulunun, hatta duyulmasa da, çaresizliğinizin sizi, bedeninizi silah haline getirmeye mecbur bıraktığını düşünün. İşte ölüm oruçları, ancak bu koşullarda başvurulacak kadar çaresizliğin ifadesidir.
Ama bir hukuk adamının kendini ölüme mahkum etmesi başka bir anlamın ifadesidir. Dört duvar arasında, ölseler bile sesleri duyulmayanların çığlıklarını dışarıya taşıma görevini üstlenmiştir Aşçı. Bugüne kadar ölen 122 kişinin seslerini devrettikleri kişidir O.
Onaylasak da onaylamasak da, O insanlık dışı bir uygulamaya dikkat çekmeyi başardı. Henüz ölümleri engelleyecek tek bir cümle edilmemiş olsa da, gündeme getirmeyi başardı. Ama onun ölümüne izin vermek, sessiz kalmak demek hepimizin suça ortak olması demektir.
Kamuoyu biziz. Biz sesimizi yükseltip, iktidar sahiplerine daha güçlü bir koroyla sesimizi duyurabiliriz. Belki Behiç Aşçı da ölmez, F tipinde azar azar ölüme mahkum edilenler de…
Yaygın medyanın yarattığı ve yaydığı her görüntü, ses ve yazıya sorgulamadan inanırken, bir kez daha düşünün; neden bu ölümlere, hak ihlallerine, F tipinde yaşanan korkunç gerçeklere yer ayırmadığını…
Sanırım Oscar Wilde demiş: “Çoğunluk benimle aynı görüşteyse, doğru düşündüğümden şüphe ederim.”
Sayı: 2007 01