Çerkes Kaymakam Sendromu

0
439

“Böyle bir şey de mi vardı? Bu da nereden çıktı? İlk defa duyuyorum” diyebilirsiniz. Bende zaten ilk defa söylüyorum. İlk söyleyen de benim herhalde. “böyle bir sendromun varlığından neden bizim haberimiz yok? Ne zaman ortaya çıktı?” Gibi sorular da sorulabilir. Bu sendrom aslında resmi ideolojinin sürekli hissettiği, son zamanlarda eski ağırlığını artık pek de hissettirmeyen Çerkesafobya’nın bir parçasıdır. Aslında bu fobiyi Çerkes olan-olmayan herkes bilir. Adına başka bir şey de denebilir belki ama Çerkes Kaymakam Sendromu’nun bunun etkisiyle yıllar sonra ortaya çıktığını da belirtmekte fayda var.
Bunun varlığını ilk kez üniversite yıllarımda fark etmiştim ama bunun bir sendrom olduğunu ben de bilmiyordum doğrusu, çünkü o zaman daha bu kelimeyi duymamıştım bile. Ne zaman ki öğrendim bu kelimeyi ve anlamını, o zaman fark ettim bunun bir sendrom olduğunu. Daha önceleri bunu salaklık, aptallık, faşistlik, puştluk gibi kelimelerle adlandırmaktaydım belki, tek fark buydu işte.

Bilirsiniz; bu durumu sadece toplumlar yaşarsa adı “sendrom” olur. Aksi taktirde adı psikoloji dilinde “patolojik sinir bozukluğu” dur bildiğim kadarıyla. Burada durumun biraz farklı olması işin doğası gereğidir. Bu da bu “duygu durum bozukluğu”nu ne bir toplumun ne de bir topluluğun yaşıyor olması, bu bozukluğu aslında insan psikolojisinden bağımsız, kendini oluşturan unsurlara eşit uzaklıkta olması gereken bir devletin yaşıyor olmasıdır. Şaşılacak tek şey de budur aslında. İşte tam da bu nedenle bunun adına faşizm demek pek de yanlış olmaz.

Peki, bu duygu durum bozukluğunu bir devlet nasıl yaşayabilir? İnsan değil, canlı değil, böylesine bir varlığın nasıl bir psikolojisi olabilir?
Yoksa olamaz mı?
Söz konusu olan her on yılda bir darbe, her beş yılda bir “demokrasiye balans ayarı” moda adıyla yürütme ve yasamayı ortadan kaldıran, yargıyı da tamamen dumura uğratan bir orduya sahip ülkeyse bal gibi de olabilir elbette. Eğer böyle olmasaydı Atatürk’ten Abdullah Gül’e İsmet İnönü’den Recep Tayyip Erdoğan’a kadar bu devleti yöneten bütün devlet adamlarının Ulus Meydanı’nda ya da Taksim Meydanı’ndaki heykellerden bir farkı kalır mıydı?

İtirazımız tabii ki içinde yaşadığımız devletin bir psikolojisinin olmasına değildir. Bilgisi, deneyimiyle, olumlu duygu durumu ve şefkatiyle değil de; demokrasiden, hoşgörüden uzak duygu ve inançlarıyla devlet yönetmeye kalkan o insanların duygu durum bozuklukları da elbette demokratik devlet geleneği olmayan bu devletin yönetim biçimine yansıyacaktı.
Eğer böyle olmasaydı darbeyle gelen bir cunta lideri yaşı tutmadığı halde asılan gençlere; “asmayalım da besleyelim mi?” diyebilir miydi?
Demokratik talepleri için yürüyenlere bir Başbakan; “yollar yürümekle aşınmaz” diyebilir miydi?

Daha önce doğru bulmadığı bir şeyin o an doğru olduğunu göstermek için yine aynı Başbakan “dün dündür, bu gün bu gündür” diyebilir miydi?

Yine aynı kişi şaibeli bombalamalar için “terörle yaşamaya alışacağız” diyebilir miydi?

Bir başka Başbakan faili meçhul cinayetler işleyenler için “devlet için kurşun sıkan da, kurşun yiyen de şereflidir” diyebilir miydi?

Susurluk skandalına karıştıkları iddiası ortaya atılan yardımcısı ve İçişleri Bakanı için bir Başbakan “bunlar fasa fiso” diyebilir miydi?

Ürünü elinde kaldığı ve zarar ettiği için bir çiftçinin “anamız ağladı sayın Başbakanım” demesine bir Başbakan; “ananı da al da git” diyebilir miydi?
Eğer böyle olmasaydı bütün bu insanlar kendi yanlış inanç ve psikolojilerini bütün bir topluma dayatabilirler miydi?

Eğer böyle olmasaydı birçok kimlik ve etnik kökenden oluşan TC vatandaşlarını bir potada eriterek yeni bir “ulus” yaratma amacı güdülebilir miydi? Asimilasyon denen kavram olabilir miydi? Olamazdı elbette.

İşte tam da bu nedenle “Çerkes Kaymakam Sedromu” da olamazdı. Herkes çok iyi bilir o dramatik Bodrum türküsünü:

Çökertme.
Bu türküde üç ana kahraman vardır: Biri Halil (şimdilerde Çingen Halil!), diğeri paylaşılamayan, dünyalar güzeli Gülsüm, bir de kötü adam Çerkes Kaymakam.

Nasıldı o türkü?

Çökertmeden çıktım da Halil’im
Aman başım selamet
Bitez de yalısına varmadan Halil’im
Aman koptu kıyamet.
Arkideşim İbram Çavuş
Allah’ına emanet

***

Burası da Aspat değil Halil’im
Aman Bitez Yalısı

***

Ciğerimi ateş saldı
Aman kurşun yarası

***
Gidelim gidelim de Halil’im
Çökertme’ye varalım.
Kolcular gelince Halil’im
Nerelere kaçalım.
Teslim olmayalım Halil’im
Aman kurşun saçalım

***

Burası da Aspat değil Halil’im
Aman Bitez Yalısı

***

Ciğerimi ateş saldı
Aman kurşun yarası.

***

Güvertede gezer iken
Aman kunduram kaydı
İpekli de mendilimi
Aman o rüzger aldı.
Çakır da gözlü Gülsüm’ümü
Çerkes Gaymıkem aldı.

***

Burası da Aspat değil Halil’im
Aman Bitez Yalısı

***

Yüreğime ateş saldı
Aman kurşun yarası

***

80’li yılların ilk yarısıydı. Neredeyse her köye elektrik gitmiş, önceleri birkaç kişinin sahip olduğu televizyonlardan insanlar Aşk Gemisi, Dallas, Zengin ve Yoksul gibi yabancı dizilerin yanı sıra, her salı akşamı yayına konulan yerli sinema örnekleriyle uyuşturulurken bir gece ansızın o dönemin tek devlet kanalı olan TRT’nin akşam haberlerinde ilginç bir habere yer verildi. Hatırlayanlar olacaktır bu habere göre; Özal hükümeti yasa ile değil de yayınladığı bir genelgeyle veya kanun namında kararnameyle 150’ye yakın kelimenin TRT kurumlarında kullanılmasını yasaklıyordu. Spiker bu kelimelerden birkaç tane de örnek sıralamıştı aslında ama o kelimelerin içinde Çerkes kelimesi yoktu.

O güne kadar türküye göre; türkü kahramanı ve “çakır gözlü Gülsüm”ün maşukesi Halil’den Gülsüm’ü alan Çerkes Kaymakam iken ve buna yıllardır tüm Türkiye’deki sanatçı ve dinleyiciler tanık iken; o günden sonra 12 Eylül cuntacılarının da içinde bulunduğu bir MGK “tavsiye kararı” ve hükümetin yayınladığı genelgeyle Gülsüm’ü alanın  Çerkes Kaymakam değil  “kolcular” olması gerektiğine karar verildiği anlaşılıyor.
Bu tarihten sonra TRT veya daha sonraları kurulan özel kanallarda Tolga Çandar ve Suavi dışındaki hiçbir sanatçı (buna Çerkes kökenli olduğu söylenen ve her fırsatta demokrasi havarisi kesilen Sümer Ezgü de dahil) bu türküyü doğru şekliyle söylemeye cesaret edemedi.

2004 yılının yaz sonu yeni yayın döneminde atv kanalında yapımcılığını Avşar Film’in yaptığı “Kurşun Yarası” adında bir dizi yayına konuldu. O dönemden kısa bir süre önce kanalın Dinç Bilgin’den çıkıp Ciner Grubu’a geçmesiyle bir ara Uzan Grubu’na ait ve Türkiye’nin ilk özel kanalı olan Star Tv’ye geçen Ali Kırca, bu grubun AKP hükümeti tarafından tasfiyesiyle tekrar atv’ye dönmüştü. Dizinin yayına gireceği gün akşam haberlerinde Halil’i canlandıran baş rol oyuncularından Berdan Mardini’yi canlı yayına çağırmış, diziyle ilgili sorular sormuştu. Dizi oyuncusu Berdan Mardini’nin şunları söylediğini hatırlıyorum: “Dizi Çökertme Türküsü’nün hikayesini anlatıyor. Bu hikayeyi anlattıktan sonra o türküyü söyleyeceğim ve dizi böyle son bulacak”.

Canlı yayındaki bu röportajdan sonra diziyi ilgiyle ve umutla takip ettim, ancak dizide Halil’in Çökertme’yi söylemesine tanık olmadım. Anladığım kadarıyla dizi baştan tasarlandığı gibi gitmiyordu. Bir şeyler olmuştu ve kaymakamın Çerkes olduğuyla ilgili vurgu da çok zayıf kalmıştı.

2004 yılından sonra (nereden icap ettiyse!) Bodrum Belediyesi türkünün hikayesini Bodrum Tanıtım Kataloğu’na koymayı gerekli gördü. Aynı hikaye Bodrum Belediyesi’nin resmi internet sitesinde de yer aldı. Buradaki hikayeye göre türküde adı geçen Halil, “Çingen Halil” olarak anılıyordu. Belediye bunu yaparken aslında: “Bir Çerkes bir Türkün elinden kız-mız alamaz. Alsa alsa bir Çingene’in elinden alır” demeye getiriyordu. Bunu yaparken bir Çingene’nin “Ege Ağzıyla” değil ancak ve ancak “Roman Ağzıyla” türkü söyleyebileceğini hesaba katmayı unutuyordu nedense. Irkçı bir yaklaşımla hem Çingeneleri hem de Çerkesleri aşağılamış oluyordu aslında.

İnsanlığın ikinci milenyumu yaşadığı şu günlerde, sağ girdiği karakoldan ölü çıkan insanların varlığına tanık olduğumuz bu ülkede negatif ayrımcılığın bu kadar fütursuzca yapılabilmesinin tarafımızca şaşırtıcı bulunmadığını da belirtmekte fayda görüyorum.

 (Devam edecek)

 

Sayı : 2009 03