Çerkes İlacı

0
420

Avrupa’nın geri kalanı yani Hıristiyan kısmı İngilizlerin aptal ve deli olduğunu ciddi şekilde ileri sürmektedir; çocuklarına bulaşan çiçek hastalığını daha tehlikeli ve kötü boyutlara varmadan engelleme konusundaki yaklaşımları konusunda aptallar, ve çocuklarını bu öldürücü hastalığa maruz bırakmayı istedikleri için deliler… Diğer yandan İngilizler de Avrupa’nın geri kalanını anormal ve korkak buluyorlar; çocuklarını öldürücü çiçek hastalığına maruz bıraktıkları için anormaller, böylesine soylu ve yararlı bir amacı olan konuda çocuklarına çok az miktarda acı vermekten korktukları için korkaklar. Hangi tarafın haklı olduğunu belirlemek için Fransa’da büyük dehşete sebep olan bu ünlü uygulamanın tarihçesini nakledeceğim. 

Çerkesya’nın kadınları hatırlanamayacak kadar uzun zamandan beri, 6 aylıkken bile çocuklarının koluna bir yarık açıp başka bir çocuğun vücudundan alınan irinli keseciği bu yarığa dikkatlice yerleştirerek çiçek hastalığını bulaştırmayı adet edinmişlerdi. Bu kesecik hamur mayasının yaptığı etkiye benzer şekilde, hastada aynı etkiyi yaratıyordu ve kanın tümüne geçerek etkileri aşılamış oluyordu. Dolayısıyla enfekte olan çocuktaki kesecikler hastalığı diğer çocuklara taşımak için kullanılıyordu. Dolayısıyla bu hastalık Çerkesya’nın farklı bölgelerinde düzenli olarak dolaşıyordu. Eğer şanssızlıkla ülkede çiçek hastalığı enfeksiyonu olmazsa sağlıksız ve kıtlık dolu bir dönem gibi tedirginlik baş gösteriyordu. 

Çerkesler sonunda bu hastalığa bir kez yakalananların bir daha yakalanmadıklarını keşfettiler. Ayrıca hastalığın ılımlı (hafif) dönemlerinde döküntünün sadece ince bir tabaka halinde hassas cildin içine işlediğini ve yüzde bir iz bırakmadığını farkettiler. Tüm bu gözlemlerden şu sonuca vardılar: 6 aylık ya da 1 yaşındaki çocuğa bu ılımlı çiçek hastalığı verilirse çocuğun kesinlikle yaşama şansı olacaktı, hiç bir iz kalmadan iyileşebilecekti, hayatının kalanı boyunca da bu hastalığa karşı bağışıklığı olacaktı. Böylece çocuklarına diğer bir hastadan aldıkları irinli keseciği yerleştirmeye başladılar. Bu metod bulunabilecek en uygun yoldu. Deneyin başarısız olma şansı çok düşüktü. Hassas olan Türkler bile kısa zaman sonra bu metodu uygulamaya başladılar. Konstantinopol’de emzikte olan çocuklarını aşılamayan paşa hemen hemen hiç kalmamıştı. 

Bazıları Çerkeslerin bu yöntemi daha önceden Araplardan öğrendiğini iddia etmektedir. Bunu bilgili tarihçilerin açıklamasına bırakalım. Benim söyleyeceğim şudur. I. George döneminde İngiltere’de güçlü ve katı kişiliğiyle tanınan Lady Mary Wortley Montague, kocasıyla beraber Konstantinopol’deyken orada doğurduğu çocuğuna çiçek hastalığı aşılamaya karar verdi. Papaz bu uygulamanın Hıristiyan prensiplerine aykırı olduğunu, bunu ancak bir kafirin yapabileceğini söyleyerek O’nu protesto etti. Lady Wortley’in oğlu iyileşti ve sağlığı da gayet iyiydi. Lady Londra’ya döndüğünde, İngiltere kraliçesi Waller Prensesine yaptığı uygulamadan bahsetti. Şunu da eklemeliyiz ki Prenses sanata ve insanlık için iyi olan herşeye teşvikçi ve bu konularda çok cömert bir bağışçı idi. Tahta oturmuş cana yakın bir felsefecidir, eğitimle ilgili konuların ilerlemesi adına içten gelen cömertliğini göstermek için hiç bir fırsatı kaçırmayan biridir. Milton’un kızlarından birinin müthiş bir sefalet içinde yaşadığını duyunca ona değerli hediyeler yollayan odur. Dr. Clarke ile Bay Leibnitz arasında aracılık etme tevazusunu gösteren odur. Çiçek aşılamasını duyunca ölüme mahkum olan 4 suçlu üzerinde denenmesine neden oldu. Bu insanlar ona 2 kez borçlanmış oldular. Onları sadece darağacından kurtarmış olmadı, suni çiçek aşılamasını yaparak onların bu hastalığa doğal yolla kapılarak ölmelerini engelledi. Prenses bu yolun işe yaradığını garantiledikten sonra kendi çocuklarına da aynı işlemi yaptırdı. Bütün İngiltere hatta Britanya onun yolunu izledi. Bu durumda o günden bu yana en azından 6000 çocuk yaşamlarını Lady Mary Wortley Montagu’ya borçludur. 

Dünyaya gelen 100 çocuktan en az 60 tanesi çiçek hastalığına yakalanmaktadır, en iyi zamanlarda bile 20 tanesinin öldüğü biliniyor. Bir diğer 20 tanesi ise hayatları boyunca bu zalim hastalığın kabul edilemez izlerini üzerlerinde taşıyorlar. Bu durumda insanların yüzde beşi kesinlikle ölüyor ya da korkunç bir şekilde çirkinleşiyor. Büyük Britanya veya Türkiye’de aşılanan büyük sayılardaki insanlardan sağlığı çok kötü ya da zayıf durumdakiler ve zamanından önce aşılananlar dışında ölene hiç rastlanmadı. Aşılamanın olması gerektiği gibi yapıldığı durumlarda hiç birinde leke kalmadı ve hiç biri bir daha bu hastalığa yakalanmadı. 

Bu nedenle şu çok açıkça bellidir ki eğer bir Fransız Lady bu sırrı Konstantinopol’den Paris’e taşımış olsaydı halkına çok değerli ve sonsuz bir hizmet yapmış olacaktı. Şu anki Aumont Dükünün babası ve en sağlıklı anayasının asilzadesi Dük de Villequier o yaşta ölmeyecekti. Soubise Prensi en sağlıklılardan biri olduğu halde 25 yaşında ölmüş olmayacaktı. 15. Louis’in büyükbabası daha 50 yaşındayken mezarda olmayacaktı. 1723 yılında Paris’te ölen 20.000 insan şu anda hayatta olacaktı. Öyleyse ne demeliyiz? Fransızlar hayata daha mı az değer veriyor? Ya da Fransız kadınlar cazibelerini korumak konusunda daha az mı endişe duyuyorlar? Çok tuhaf insanlar olduğumuz doğru ve bunu kabul etmeliyiz. 10 yıl içinde bu İngiliz adetini benimsememiz, doktor ve stajyer papazların buna müsamaha göstermelerini sağlamamız muhtemeldir. Ya da belki doğalarında var olan sebatsızlığı bırakıp Fransızlar akıllarına esip çocuklarını aşılamaya başlayacaklar. 

Çinlilerin bu metodu 200 yıl uyguladığını öğrendim. İlk göze çarpan özelliği doğuştan akıllılıkları olan ulus örneklerinden biri olan bu insanların büyük bir içsel denetimleri vardır. Kendilerine özgü bir metodları vardı, aşılama yoluyla değil çiçeği toz halinde burunlarından çekerek alıyorlardı, aynı bizim enfiye çekmemiz gibi. Bu metod daha hoş ama hepsi aynı kapıya çıkıyor ve bu da “eğer Fransa’da aşılama metodu uygulanmış olsaydı binlerce insan sağ olurdu” fikrini ispat ediyor. 

Misyoner Jesuit bu kitabı okuduğunda çiçek hastalığının kasıp kavurduğu bir Amerika eyaletindeydi. Vaftiz ettiği Kızılderili çocuklarının aşılanmasına izin vererek onların sadece bu hayat için değil ayrıca ebedi hayat için de ona borçlanacaklarını düşündü. Vahşi insanlara ne kadar değerli bir hediye…. 

Worcester Piskoposu geçenlerde Londra’da aşılama doktrini üzerine vaaz verdi. İyi bir vatandaş ve vatansever gibi bu uygulamanın ulusa ne kadar büyük yararları olacağını kanıtladı. Bir papaz ve Hıristiyan’dan umulan şekilde doktrini çok güzel argümanlarla destekledi. 20 yıl önce Sir İsaac Newton’un felsefesine karşı çıktıkları gibi şimdi de bu sağlıklı buluşun aleyhinde vaaz vermeliyiz diyorlar. Kısaca herşey gösteriyor ki İngilizler daha büyük filozoflar ve bizden daha fazla cesaretleri var. Mantığın gerçek ruhunun ve duyarlılığın cesaretinin Dover Boğazından geçerek buralara ulaşması için bir zamana ihtiyaç olacak. 

Orkney’den Güney Foreland’a kadar her rastladığınız şüphesiz filozof değildir. Diğer türden insanların sayısı çok daha fazladır. Aşılama yöntemine Londra’da önceleri karşı çıkılmıştı. Worcester piskoposu kürsüden Hıristiyanlığın esasları hakkında vaaz vermeden çok zaman önce bir stajyer papaz bu uygulamanın aleyhinde konuşmayı kafasına koymuştu. Cemaatine aşılama yönteminin şeytan işi olduğunu söylemişti. Bu adam bu adada doğacak kadar değerli değildi. Görüyoruz ki önyargı önce kürsüyü ele geçirmişti ve mantık çok daha sonra oraya ulaşabildi. Bu da insan aklının müşterek ilerlemesinden başka birşey değildir. 

Çeviri: Serap Canbek 

  

Kaynak: Voltaire Eserleri Bölüm 19 (1901) 

İngiliz ve Amerikan Konularında Kısa Çalışmalar 

(Felsefi Mektuplar-1733) 

 

Sayı : 2009 06