Devlet Bey, faşizmin ceberrut yüzünü olanca çıplaklığı ile sergilemeyi sürdürüyor.
O’nu dinlerken, kendimi 12 Eylül öncesinin kanlı ve karanlık günlerine dönmüş gibi hissettim. Tüylerim diken diken oldu.
Mirasını devraldığı Türkeş de, ne zaman böyle bağırmaya başlasa adeta işaret fişeği atılmış gibi hemen ardından cinayetler, katliamlar gelirdi.
Şimdi de adıyla mütenasip Devlet Bey buyuruyor: “Ülkücülük ve milliyetçilik marjinal bir anlayış ve sokak hareketi değildir, sokakta bulunmamıştır. Sokakta kaybedilmeyecektir. Ama bozguncuların da bilmesini istediğim şudur; yeri gelirse can feda olsun, Anadolu yeniden fethedilir.”
O gösterdiğiniz sopa beni korkuttu Devlet Bey, başardınız. Hem de gerçekten çok korktum. Çünkü bizler, özellikle 78 kuşağı Devletin o sopayı nasıl kullandığını iyi biliriz.
Ama kimseyi yanıltmayınız, siz hep devletin başında oldunuz. Selefinizin söylediği gibi, bu memleketi zaten sizin zihniyetiniz yönetti.
O zihniyet nedeniyle bu memleket yıllardır ölü gömücülüğü ile övündü.
O zihniyet nedeniyle bu memlekette her gün onlarca genç öldü.
O zihniyet nedeniyle yüz binlerce kişi yargılandı. Milyonlarca kişi fişlendi. Yüzlerce kişi yaşamını yitirdi.
O zihniyet nedeniyle Güneydoğu’da on binlerce kişi şu ya da bu biçimde kaybedildi.
“Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlığı uğruna ölüm karşısında sınav vermiş vefakar” Bozkurtlarınıza gerçekleri anlatın lütfen.
12 Eylül öncesi de tıpkı bugün sizin yaptığınız gibi “Vatan Millet” diye nasıl kırdırıldıklarını anlatın.
Uğruna can verdikleri ‘ülkü’nün, işleri biter bitmez kendilerini idam sehpalarına, hücrelere, işkencelere gönderecek paşaları iktidar yapmaktan başka hedefi olmadığını anlatın.
Koruduklarını sandıkları vatanın, çoktan ABD’ye bizzat sermaye ve asker tarafından ihale edildiğini anlatın.
‘Vatan hainleri’ne karşı savaştıklarını zannederken, ABD’nin ekonomik politikalarını rahatça hayata geçirmesini sağladıklarını anlatın.
Onlar memleketi kurtardıklarını sanırken, Müsteşar Özal’ın ABD ile Türkiye arasında mekik dokuyarak, 12 Eylül sonrasına nasıl hazırlandığını anlatın.
Onlara, 24 Ocak kararlarına ve ABD icazetli darbeye direnebilecek kesimleri yok etme görevini nasıl ‘ülkü’ diye yutturduklarını anlatın.
Onları “Ülkücüler, milletinin kendilerine ihtiyaç duydukları anlarda ortaya çıkarak millet ve vatan sevgisinin sınavını ölüm ve mahkûmiyet karşısında verebilmişlerdir” sözleriyle gaza getirirken, bu bedelin bugünkü karşılığının da içinde bulundukları fakirlik, yoksulluk, işsizlik olduğunu da anlatın.
“Şayet bugün sessiz duruyorsak unuttuğumuz için değil, acılarını, mücadelelerini ve aziz hatıralarını yüreklerimizde taşıdığımız içindir” demişsiniz.
Biz de unutmadık Devlet Bey. Ne Kahramanmaraş katliamını unuttuk, ne Çorum’u. Ne Bahçelievler’i unuttuk, ne 16 Mart’ı! Bizim de tek tek sayamamamızın nedeni unuttuğumuzdan değil, onca katliamı onca cinayeti sığdıracak yer bulamayışımızdandır.
Ve tıpkı o günlerdeki gibi, tuttuğunuz ‘vatan hainleri’ çetelesindekileri sıralayıp işaret fişeğini de yakmışsınız; “Karar vakti gelmiştir” diye.
“Sizlerden isteğim odur ki; Bu kutlu bir yolcuktur. Durmayınız, dönmeyiniz, düşmeyiniz, yorulmayınız. Aldığınız sancağı hedefe taşıyınız.
Şehitlerim, yiğitlerim, analarım, bacılarım haklarını helal etsin. Gönlünüzden ülkü, yüreğinizden sevgi, kalbinizden inanç eksilmesin. Nice asırlara doğru, yolunuz, bahtınız ve alnınız açık olsun. Ne mutlu Türküm diyene.”
Helalleşmişsiniz ama “Gazanız mübarek olsun” demeyi ihmal etmişsiniz.
Mesaj alınmıştır, eminim Devlet Bey.
Ama sizin de aldığınız mesajlar olduğuna eminim.
Anlaşılan bu paniğiniz, bu öfkeniz tarihin karanlık çöplüğüne gömülmek üzere olan zihniyetinize son bir nefes vermek için.
Sözleriniz beni çok korkuttu. Pek çok kişiyi de!
Açıkça ilan ettiğiniz bu savaşın bedeli elbette ağır olur Devlet Bey.
Ama şunu bilesiniz ki; ödeteceğiniz hiçbir bedel sizi hakim kılmaya yetmeyecek.
Sayı: 2009 09