Bereketli bir gün
‘Dünya Çerkes Birliği’nin yeni başkanı Azhakhov Kanşobi oldu. Kanşobi Kabartay-Balkar Cumhuriyetinden. Türkiye’den birisinin DÇB başkanı olmasını isterdik, çünkü Adıge nüfusunun büyük çoğunluğu Türkiye’de yaşıyor’
Güzel bir ilkbahar sabahı… Günün erken saatlerinden beri Miyekhuape Hac’eşi (Maykop Oteli) önündeki Pazar yeri gürültüsü beni uyutmadı. Sabah saatin 07:00 si. Balkon kapısını açıyorum. Odama ve ciğerlerime kadar dolan ama üşütmeyen enfes bir sonbahar havasıyla buluşuyorum. Pazar yeri günün erken saatlerinde kalabalıklaşmış. İptidai bir tezgahın üstünde kısa boylu, göbekli, Adıge olmadığı yüzünden belli olan bir pazarcı, bütün gücüyle domuz etini parçalamaya çalışıyor. Domuz oldukça besiliymiş. Eti kat kat… Hayvan tamamen yüzülmemiş. Bir eliyle hayvanın ayağından tutuyor, diğer eliyle eti parçalamak için bütün gücünü kullanıyor. Bıçağı bırakıp satırı domuzun kemiklerine indiriyor, kıllara bulanmış diğer eliyle de eti tezgâha diziyor. Etler, meyve sebze gibi tezgâhta açıktan satılıyor. İnsanlar, çamaşır karıştırır gibi etleri karıştırıyor ve istedikleri seçilip terazide tartılarak satılıyor. Biz otelimizden inene kadar etler bitiyor.
Zaman bir hayli geçmiş. Pazara iniyoruz. Pazar’ın ucundan itibaren günün ilk fotoğraflarını alıyoruz. Çok ilerlemeden bir bakkaliye tezgâhına uğruyoruz. Tezgâhtar bayanın başı kapalı… Yanında genç bir delikanlı… Oğlu olmalı. Oldukça meşguller. Benim de yanımda eşim var. Hemen ilk sorumu yöneltiyorum.
-Şu Adıga? (Adıge mısınız?)
-Arı tı Adıge. (Evet Adıgeyiz)
-Tham bereçet xelhı yereşIı. Tham ğebeju khışuféreh. (Allah bereketli kılsın. Allah bolluk getirsin)
-Amin. Thaşoğepsew.(Amin. Sağolun)
-Tham şIucIe dızedéğepsew. (Allah iyilikle hep beraber yaşamayı nasip etsin)
Kısa selamlaşmamız bitiyor böylece. Ardından nereli olduğunu soruyorum, adını da. “Si tsIe Gulet / Adım Gulet” diye cevap veriyor.
-Aa sıdew dexaşa. Se sişıpxhu nahıcIi yi tsIe Gule. / Ne kadar güzel, benim kız kardeşimin adı da Gule.” Diyorum.” Hoşuna gidiyor. Ardından sülale adını da soruyorum. Cevabını esirgemiyor. Zaten bunlarsız iki Adıge tanışmaz. Bizde adet üzere öyle yapıyoruz.
Tezgahın başı kalabalıklaşıyor. Ben tebessüm ediyorum. Kadıncağız kime ve neye yetişeceğini şaşırıyor. Fazla oyalamak istemiyoruz. Ben ciddi görünerek espri yapıyorum:
-Te tızdaqorem bereçete detehı. (Biz gittiğimiz yere bereketi götürüyoruz.) Ve izin isteyip ayrılıyoruz.
Pazar yeri çok büyük değil. Burası aylık kurulan bir pazarmış. Daimi Pazar başka yerdeymiş. Sonradan öğreniyoruz. Pazaryerleri düzenli. Çoğu tezgah stand şeklinde. Papatya gibi tek sarı renge bürünmüş çadırlar.
Bu gün DÇB’nin kongresi. Kongre İslamey’in Filarmoni salonunda yapılacakmış. Salonun olduğu tarafa doğru yöneliyoruz. Geç kalmışız. Kongrenin 1.oturumu bitmiş. Dinlenme arası vermişler. Kongre Binasının önü oldukça kalabalık… Tanıdık simalar var. Çoğuyla işaretleşerek selamlaşıyoruz. Prof. Bırsır Batırbıy ile karşılaşıyoruz. Selamlaşıyoruz ve Filarmoni binasının önünde poz veriyoruz. Batırbıy değerli bir bilim insanı. Çok mütevazı. MeşbaşIe İshak ile tokalaşıyorum. Meşbaş’e Romancı ve şair… Rusya Federasyonunda hatırı sayılır bir yazar. Romanını okumakta olduğumu söylüyorum kendisine. “Hangisi?” diye soruyor. ‘Fırtınalı Yıllar/Yilhes Fırtınexe” diye cevap veriyorum. Roman 1940 yıllarının Kafkasya’sını anlatıyor. Bana yeni kitaplarının çıktığını ve onları okumamı tavsiye ediyor. Ayrılıyoruz.
Filarmoni binasının alt katında gelinlik sergisi var. Gelinlikler gerçekten büyüleyici. Çerkessk’ten gelmişler. Eşim hayran kalıyor adeta. Hangisine bakacağını şaşırıyor. Her biri birer el emeği, göz nuru… Yanlarına durup pozlar veriyor. Bende resimlerini çekiyorum. Her bir rengi mevcut: Beyazı, kremi, beji, grisi, kırmızısı… Eşim dayanamayıp soruyor: Sıd fediz yiwase? / Fiyatı ne kadar? Bayan da cevap veriyor. Bize cazip geliyor fiyatlar. Ruble söylüyor, biz dolara çeviriyoruz. Türkiye’de olsa sanırım fiyatı ikiye üçe katlar diye konuşuyoruz. İşlemeler, taşlar hepsi gerçek.
Anons yapılıyor. II. Oturum birazdan başlayacakmış. İnsanlar salona yöneliyorlar. Biz de içeri giriyoruz ve boş bir bulduğumuz yere oturuyoruz. I. Oturumu soruyorum birilerine. Pek bir şey olmadı diyorlar. Klasik başlangıçlarmış. Bina güzel, salon güzel, sahne de öyle. Belli ki insanlar sanata önem veriyorlar. Sonradan öğrendiğimize göre İslamey ve Nalmes gibi profesyonel ekipler ayda en az dört kez gösteri yapmak zorundaymış.
Oturumu Meşbaş’e İshak yönetiyor. DÇB başkanı Prof. Kanbolat anons ediliyor. Faaliyet raporunu okuyacakmış. Okuyacak okumasına ama konuşma uzadıkça uzuyor. İnsanlar sıkılmaya başlıyorlar. Başkanın defaten uyarmalarına rağmen Kanbolat istediğini yapıyor ve 1 saat 30 dakikaya varan konuşmasını tek oturumda bitiriyor. Öğlen vakti olmuş, yemek yenecekmiş. Biz ayrılmak istiyoruz ancak bizi de bırakmıyorlar. Otel lokantasına gidiyoruz.
Yemekler mükemmel. Özenle hazırlanmış. Tamamı Adıge yemeklerinden oluşuyor. Yıllardır özlemişiz mutfağımızın tadını. Zarafet, düzen ve intizamı, teşrifat ve mutfak tadı hepsini bir arada görünce kendi kendime Fransızlar bizden etkilenmişler diye içimden geçiriyorum. Hani haksız da değilim, incelemeye değer bir konu. Adıge’ler hep orada ve Kafkasya’nın otokton halkı. Dünya bu gün beyaz ırka zaten “Caucasian / Kafkas” demiyor mu? Önemli bir teori, Avrupalıların Kafkaslardan Avrupa’ya yayılmalarıdır. Bir diğer konu da Hin-Avrupa dil ailesi ile Hami-Sami dil ailelerinin birbirlerinden ayrıldıkları yer kesin bilinmektedir. Ancak bu dillerin hangi dil kökeninden ayrıldıkları ise doyurucu olarak cevaplanamamıştır. Oysa Kafkas /Adıge dil ailesini incelemiş olsalardı bunun cevabını göreceklerdi.
Bir konu daha merakımı celp ediyor. Hemen bütün yemekler etli ya da et yemeği. Ama buna rağmen hemen her yaştaki insanlara bakıyorum, obezite kimseyi göremediğim gibi kilolu kimseyle de karşılaşmıyorum. Benim de kaldığım bu süre zarfında sindirim sistemimin rahatladığını, reflümü hiş hatırlamadığımı biliyorum. Bunu Kafkasya’nın havasına, suyuna ne Adıgelerin yaşam kültürlerine bağlıyorum. Bir şey daha dikkatimi çekiyor: Herkes ve her yer çok sakin. İş yerleri, caddeler, parklar, Pazar yerleri, her taraf gayet sakin. Rektörlülüğün, fakültelerin olduğu caddeleri gezdim. Koşturmaca, telaşe, gürültü hiç yok. Pazarcı bağırmaları, saksafon sesleri, patinaj yaparak kalkan araba ciyaklamaları, egsoz kokuları, çöp arabası gürültüleri, görülür şeylerden değildir. Ancak apartman merdivenleri için o kadar iddialı değilim. En azından benim gördüklerim öyleydi.
Yol kavşaklarında polis araçları pek eksik olmuyor. Araçlar yayalara karşı son derece saygılılar. Yaya kırmızı işarette geçse bile araç sahipleri yinede saygıda kusur etmiyor. Hoşuma gidiyor bu.
Yemekten sonra biz kongreye dönmüyoruz. ADIGEY’in kuruluş yıldönümü etkinlikleri varmış. Meydanda Wune Fıj / Beyaz Saray Başkent Miyekhuape’nin ortasında. Lenin de orada. Heykelin resmini çekiyorum. Anladığım kadarıyla komünizm’i değil ama Lenin’e karşı biraz sempatik bakıyorlar. Hani Çarlığı devirmiş olmasından diye düşünüyorum. Çarlığı ise Ruslar bile sevmiyor. Ben bunun aksini gösteren bir şeye de tanık olmadım. Federasyonu kısa sürede özümsemişler adeta.
Ben Adıge Xase / Adıge Derneği’ne yöneliyorum. Eşim yorulmuş olmalı, dinlenmek istiyor. O odasına çekiliyor. Dernekte sekreter Angela karşılıyor beni. Nescafe ve börek ikram ediyor. Gençlerden iki kişi var. Öylesine uğramışlar. Dernek kavramı onlarda farklı… Adeta ofis gibi kullanıyorlar. Görevliler geliyorlar ve memur gibi tam mesai yapıp gidiyorlar. Mesai kavramı sadece dernekte değil, her tarafta öyle. Esnaf bile akşam 16:00 ya da 17:30 da iş yerlerini kapatıyor. Bu uygulama çok güzel. İnsanlar dinlenmeye zaman bulabiliyorlar.
Angela’ya telefon görüşmesi yapamadığımı söylüyorum. Bana gençlerin yardımcı olabileceklerini söylüyor. Ben de teşekkür ediyorum ve çıkıyoruz oradan. Gençlerle söyleşerek gidiyoruz telefoncuya kadar. Telefon dükkanları Türkiye’dekiler gibi. Aynı sistem çalışıyorlar. Dünya tam global olmuş gerçekten. Gençler işimde yardımcı oluyorlar, bende kart parasını veriyorum, ayrılıyoruz. Ortalama 100 rublelik görüşme bir ay yetiyormuş. Bir dolar ise ortalama 30 ruble ediyor. Yani dört, beş liraya bir ay görüşebilirsiniz. Asgarisinden bahsediyorum tabi ki.
Akşam yemeğinin 19:00 da olacağını Adıge Xase’den bildirmişler. Otelin önündekilerden öğreniyoruz. Kongre seçimi bitmiş ama henüz dağılmamışlar. Dünya Çerkez Birliği’nin yeni başkanı Azhakhov Kanşobi olmuş. Hayırlı olsun diyoruz. Kanşobi Kabartay-Balkar Cumhuriyetinden. Kendini yetiştirmiş bir insanmış. Ama yinede biz Türkiye’den birisinin DÇB başkanı olmasını isterdik. Ama Türkiye orada çok zayıf kalmış. Oysa Adıge nüfusunun kahır ekseriyeti Türkiye’de yaşıyor. Türkiye’den yönetime, Orhan Özmen, Doğan Özden, Nahit Serbes girmişler. Bu tip faaliyetler Türkiye ve Rusya Federasyonu arasındaki dostluklara önemli katkılar sağlıyor. Dünya küçüldü. Adıgey’de Rus, Kazak, Romen, Ermeni, Kürt… Birçok millet var. Ama Türkiye’den insanlarımız yeterince gidemiyor. Üzülmemek elde değil. Oysa dünya çok ciddi barışa gidiyor. Bizim de bu pastada şekerimiz olmalı diye düşünüyorum.
Akşam yemeğinde diaspora/ecIıb Adige ailelerinin çocuklarından oluşan minikler gösteri yapacaklarmış. Yemek arası minikler sahne alıyor. Aferin çocuklara. Oyun, figür, müzik, söz hepsi bir arada. Eğitim almışlar. Oyun da güzel; yemekler de bekletilecek gibi değil. Ama ben geleceğimizi tercih ediyorum, yani çocukları. Mest oluyorum. Herkes mest oluyor.
Yemek sonrası tek masada birkaç kişi kalıyoruz. İkinci günün programını soruyorum. Bir hemşerimiz bize programı getiriyor. Dört önemli programın olduğunu öğreniyoruz. İlki Xabze konulu konferans. İkincisi at yarışı. Üçüncü olarak da dağ ve şelale gezisi tertiplenmiş. Sonuncusuysa konser. Ben dille ilgili bir program arıyorum. Bir bayan bize cesaret veriyor. Xabze Konferansına gitmemi ve ilgimi çekeceğini söylüyor. Bende Prof. Batırbıy’in sözlü davetini aldığımı söylüyorum. Batırbıy’i herkes tanıyor; ona saygı ve sevgi besliyorlar. Buna kaçtır şahit oluyorum. Bende Batırbıy için “Tham ğeşIe kIah khırét” (Allah uzun ömür versin) diyorum. Bayanla ertesi gün bizi götürmesi konusunda 10:00 da otel resepsiyonunda buluşmak üzere randevulaşıyoruz. Çünkü ben konferans yerini bilmiyorum. Herkes yorgun dinlenmeye çekilmişler. Gece 23:00 ü geçiyor. Oysa burada sokaklar saat 20: 00 den sonra boşalıyor. Biz de restoranımızın bitişiğindeki Miyekhuape oteline çekiliyoruz.
(Devam edecek.)
Sayı : 2010 05