Bir ay içinde ne çok şey oldu.
21 Mayıs’ı, Çerkeslerin matem gününü idrak ettik.
Ardından 27 Mayıs darbesinin yıldönümünde ortaya çıkan çarpıcı Adnan Menderes görüntüleri ve belgeleriyle yeniden sarsıldık, CHP’nin darbecilerle kirli, iğrenç işbirliklerini öğrendik.
Deniz Baykal skandalını ve ardından Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP genel başkanlığına taşıyan süreci yaşadık.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanına Brezilya Devlet Başkanı Lula’yı da alarak İran’la bir uranyum takası anlaşması yapıp dünyayı ayağa kaldırmasına şaşkınlıkla tanık olduk.
Ve Gazze’ye gıda yardımı götüren 9 gemilik filonun amiral gemisi Mavi Marmara’ya yönelik barbarca saldırı. İsrail hükümetinin dünyayı karşısına alma pahasına bir nevi intihar saldırısı.
Ben bunu tarihte Masada intiharına benzetiyorum.
Masada, bugün İsrail devletinin sınırları içinde kalan bir dağ. Adını kelimenin kendinden de anlayacağınız gibi “Masa” sözcüğünden alıyor. Çünkü dağ çok yüksek bir Masa’yı andırıyor. Daha doğrusu, üzeri dümdüz olan kocaman bir “puf” düşünün, onun gibi yani. Roma İmparatoru Büyük Titus ayaklanan Yahudilerin peşine düşmüştü. Yahudiler çok korunaklı ve fethedilmesi mümkün olmayan bu dağa çıkıp bir yaşam alanı kurdular. Dağın etrafını Roma askerleri çevirmişti. Titus beklemeye koyuldu. Yiyeceklerinin tükeneceğini biliyordu. Ama Yahudiler de tedarikli gitmişlerdi. Aylar geçti. Her iki taraf da bekledi ama bir sabah Titus’a, Yahudilerin Masada dağından çoluk-çocuk aşağıya atlayarak intihar ettiğini haber verdiler.
İsrail, son 50 yıldır etrafı Roma askerleri yerine Müslüman “düşman” Araplar tarafından çevrilmiş şekilde Masada Dağı Sendromu yaşamakta. Yıllardır sürdürdükleri mezalimin nedeni bu sendrom, bu korku, hatta paranoya. Bir İsrailli dostum bana “Eğer Araplar olmasaydı, biz İsrailliler üç gün içinde birbirimize düşer, dağılırdık” demişti. Onları birleştiren, birbirlerine adeta zamkla yapıştıran işte bu korkuydu.
Ama bu korku öylesine ileri boyutlara vardı ki sonunda gıda ambargosu uyguladıkları ve ablukaya aldıkları Gazze’ye gıda yardımı götüren Mavi Marmara gemisine ölümcül bir saldırı düzenlediler. Bütün dünyadan izole edilmeyi, barbar olarak nitelenmeyi, her türlü yaptırımı göze alarak. ABD’nin ve batılı müttefiklerinin bile üzerlerinde yük olarak gördükleri bir ülke olarak yaşadıkları travmanın da büyüklüğünü gösteren bir girişim bu aynı zamanda.
Bu yüzden bir akıl tutulması yaşıyor İsrail. Musa’ya olan inançları onlara katletmeyi öğretmiş gibi yok ediyorlar. Geçen yüzyılın ortasında Nazilerin onlara yaptıkları kadar olmasa da çok acıtıcı biçimde onlar da Filistinlilere zulmediyorlar. Ve bu zulüm yıllardır her gündeme geldiğinde de İkinci Dünya Savaşı sırasında uğradıkları soykırımı, zulmü hatırlatıp kendi yaptıkları zulmü adeta haklı çıkarmaya çalışıyorlar.
Başbakan Tayyip Erdoğan bu durumu fark edip cesaretle dillendirdi Mavi Marmara katliamından sonra yaptığı konuşmada ve dedi ki “anti-semitizm kartını oynayarak artık zulmedemezsin, buna hakkın yok, bununla insanlığı kandıramazsın”.
İki gün geçmeden sevgili arkadaşım Fazilet Face Book’ta beni adeta çarpan bir konuşma paylaştı. İsmini ne yazık ki öğrenemediğim bir Yahudi profesör, Amerika’da konferans salonunda konuşma yapıyor. Karşısında yüzlerce Yahudi ve Amerikalı genç var. Bir Yahudi genç kızın yönelttiği sorudan, profesörün Musevilerle Nazileri zulüm ortak paydasında birbirine benzettiğini anlıyoruz. Genç kız, sesi titreyerek ve hatta ağlayarak soruyor:
“Bu benzetmeniz, hem biz Museviler, hem de Almanlar açısından incitici”.
Profesör konuşmaya başlıyor yeniden.
Bu paylaşımı bulup izlemenizi öneririm. En azından benim Face Book’taki profilimde mevcut.
Annesi ve babası Varşova gettolarında Nazilere karşı ayaklanmalara katılan ve sonunda toplama kamplarına gönderilen Profesör özetle şunu söylüyor:
“Artık bu timsah gözyaşlarına saygı duymuyorum. Artık holocaust(soykırım) kartı oynamak istemiyorum. Toplama kamplarından kurtulan annemle babamın, bana ve iki kardeşime öğrettiği insanlık derslerinden ötürü, İsrail’in Filistin’e karşı işlediği savaş suçlarına karşı suskun kalmayacağım. Onların zulmünden ve işkencelerinden daha fenasını düşünemiyorum. Yaptıkları bu kıyım ve vahşeti, Filistinlilerin yaşam alanını tahrip etmeyi ve yaptıkları tüm bu zulmü kendi maruz kaldıkları zulümden dolayı haklı çıkarmaya çalışmalarından daha aşağılık bir şey düşünemiyorum. İşte bu yüzden gözyaşlarıyla sindirilmeyi ve caydırılmayı istemiyorum, dahası bunu reddediyorum.”
Ve profesör az önce kendisine ağlayarak soru yönelten Yahudi genç kıza adeta sözleriyle yumruk atıyor:
“Eğer sende gerçekten bir kalp olsaydı, bugün Filistinliler için ağlayabilirdin”
Bu yakıcı konuşma beni öylesine derinden etkiledi ki saatlerce tesirinden kurtulamadım.
Face Book’taki paylaşımımın altına yorum yazan bir dostum “Fuat ağabey, acaba böyle bir Türk profesör düşünebiliyor musun?” diye sormuş. Tabii ki haksızlık etmeyelim, çok cesur bilim insanlarımız var ama statükoya, derin yapılanmanın bize dayattığı öğretiye böylesine yüreklice karşı çıkan, bunu reddeden birini tanıyor musunuz?
Varsa söyleyin.
Türkiye’de daha Dersim vahşetini bile ancak konuşabildiğimize göre karamsarlığımda haksız sayılmam, öyle değil mi?
Sayı: 2010 06