On yıllardır var kurumlarımız. Baştan bugüne tek bir politik çizgi mi izlediler? Derneklerimiz söz konusu ya özelde, politika yasak ya da yok, peki düzeltelim, politika yapmıyorlar, kültürel çalışma yapıyorlar; bu çalışmanın yol ve yöntemleri hep aynı mı olmuştur? Tüzük çerçevesinde yönetilse de aynı olmadığını biliyoruz. Oluşan yönetim kurulları hazırladıkları programlara uygun çalışma yürütürler. Anlık olaylara anlık tepki verir ya da suskun kalırlar. Bütün çalışmaları her üyenin her zaman desteklemesi, biraz zor bir durumdur. Zaman-zaman eleştiriler olur, hatta farklı düşünceler ortaya çıkar ve Genel Kurullarda yerine göre listeler yarışır. Sonra federasyonlar kuruldu, yine tüzükleri var, üye dernek tüzükleri de bu tüzüğe uygundur.
Genelde derneklerde yedi kişilik YK (Yönetim Kurulu) çalışmaları yürütür. Aslında bildiğimiz gibi yedi kişi içinden de üç-dört kişi yürütme kurulu olarak birçok konuda inisiyatif kullanır.
Kurumlar bizim kurumlarımız. Zaman- zaman tartışmalarda gündeme gelir, “kuruma karşı” gibi ifadeler kullanılır. Karşı olunan şey kurum değildir açık olarak. Üye bazında bakarsak, dernek üyesi, karşı olduğu kuruma neden üye olsun? Farklı STK lar ya da farklı inisiyatifler bazında bakarsak da durum farklı değildir. Üye olmayanların dahi, kültürel çalışma bazında çocuklara, gençlere bir kapı olan, onlara zemin hazırlamaya çalışan kuruma karşı olduklarını düşünmüyorum. Farklı çalışma alanları için farklı oluşumların ortaya çıkması da çok doğaldır.
Kişiler, hepimiz geçiciyiz. Kurumlarımız kalıcı. Bir örnek olması açısından; üyesi olduğum İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nde (Bağlarbaşı) 1952 den beri kimler geldi kimler geçti. YK çalışma yöntemleri değişti. Ana kaygı kimliği korumak ve geleceğe taşımak idi. Bu anlamda neler yapılabildiğine bakmalı ama nelerin yapılamadığına ya da nerede yanlış yapıldığına daha çok bakmalı. Olabilecekken olmayanların eleştirisini kendimize yöneltmeli ve klasik anlamda ders çıkarmalı.
Gazete çalışmasına başladığımızdan bu yana rahatsızlık duyduğum temel noktalardan biri işte bu “kuruma karşı” demagojisinin özellikle yapılıyor olması. Yazdım ya, kurumlar bizim.
Yapılan çalışmalara yani yürütme konumundaki YK üyelerinin çalışmalarına eleştirel yaklaşımlar söz konusudur ki olması gereken bir şeydir bu. Eleştiriler, farklı bakış açıları bizi zenginleştirir. Bize göre yanlış olan bakış açıları olsa dahi, onu daha iyi anlamamıza, doğrumuzu pekiştirmemize yardımcı olur. Yeter ki ön yargılı olmayalım. Yeter ki doğruyu tekelimizde görmeyelim.
Gazetenin yaklaşımı bu anlamda net. Net olmak durumunda zaten. Her şeyimiz yazılı-çizili. Yani kıvırtma şansımız yok. Eleştirdik ise de yazılı, onore ettik ise de yazılı ya da belgeli. Ve eleştiri sınırları içinde kalmaya özellikle dikkat ettik, suçlamalardan kaçındık. Yani ‘dediydi, demediydi’ durumumuz yok. Bize yöneltilen ama sözde kalıp yazıya dökülmeyen “kurum karşıtlığı” vb. suçlamalar ise çok incitici. Eleştiri değil suçlamalardan söz ediyorum. İçimizde bir yara birçok şey ama dert yanmamayı prensip edindiğimizden devam ede geldik. Böyle de devam edeceğiz. Ama iki laf etmeden de geçmek istemedim.
Başlangıçtan bugüne olan-biten gerçekten içimizi burkuyor. Gazetenin işlevi ortada olmasına karşın bir kesim kurum yöneticisi ya da dernek üyesi, farklı düşünce falan demeden cepheden gazeteye karşı ve kuyu kazmaya çalışıyor. Gazeteyi okutmama kampanyası yürütüyorlar sözlü olarak. Belgesi olmayan, sözlü olan bu yaklaşımı kanıtlayamayacağımıza göre (ya da kanıtlamak için kişileri karşı-karşıya getirmeyi istemediğimizden) gazeteci disiplini, sustuk. Ama gelen sesler devam ediyor.
Önemli bir kesim, hiç okumadığı ya da tesadüfen bir sayısına göz gezdirdiği gazeteyi kulaktan dolma tu kaka ilan edebiliyor. Gazetenin okunmadan üzerinde yorum yapıldığını çok kez yakaladım. Birilerinin ağzından eleştirel yaklaşım ile aslında suçlamalar gündeme geldiğinde sabırla dinleyip didiklediğimde anladım. Somut sorularla, eleştirdiğini düşündüğü yazılarla ilgili satır aralarından alıntılar yaparak anladım bunu. Ve yine anladım ki bir kesim birbirinin karşısına koymaya çalışıyor Nart dergisi ve Jıneps gazetesini. Nart’ı savunup Jıneps’i karalıyor. Ama Nart’ı da okumuyor aslında. Bunu da didikleyince anlıyorum, çünkü ben aboneyim ve okuyorum Nart’ı. Bir-iki kişiden değil epey insandan söz ediyorum.
Türkiyeli Çerkes dünyasında bir aylık gazete (Jıneps), bir de iki ay periyotlu dergi (Nart) var. Abone sayıları ve oradan da okunma sayılarına yaklaşırsanız iç açıcı bir durumla karşılaşmazsınız. İnternet portallarındaki tıklanma sayısını okuma sayısı kabul etseniz bile yine durum iç açıcı değildir. Gazete ve derginin yeterince okunmaması üzücü, ama diğer yandan biliyorum ki kitaplarımız da okunmuyor. Güzelim bilgi-belge dolu kitaplarımızın okunmadığını sohbetlerden anlamak olası. Yani kimlik ve tarihimizle ilgili bilgilenmek derdinde de değil miyiz acaba? Fikir sahibi olmak yeterli midir?
Yayın söz konusu olduğunda hep verdiğim örnektir. Bilgiyi güncellememekle birlikte; Türkiye’de 70 bin civarında Ermeni yaşar. Gazeteleri Agos haftalık yayınlanır ve tirajı 5 bindir. Ermenilerin tümü Agos yayın kurulu ya da genel yayın yönetmeni gibi düşünmez ama sonuç budur.
Birbirimizi yemekten vazgeçip*, birbirimizi ötekileştirerek değil anlamaya çalışarak, kimlik ve tarih bilinci çıtasını yükseltmeye çalışarak, eleştirel tutumla bir arada bir şeyler üreterek ve moral değerleri yükselterek, diyaspora kamuoyunda Çerkesler bazında sözü edilen bir konum yaratmalıyız. Bunu çocuklarımıza ve torunlarımıza borçluyuz…
*CHP-SHP birleşme görüşmeleri sürmektedir. Kurmaylar bir restoranda bir araya gelirler. Şef garson sorar: ‘Ne yersiniz?’. Erdal İnönü yanıtlar; ‘Biz birbirimizi yiyeceğiz’.
Sayı: 2010 11
Yayınlanma Tarihi: 2010-12-01 00:00:00