Anne, baba ve iki çocuk… Suriye’deki savaştan kaçıp İstanbul’a gelmişler. Bir kaç gün önce telefonlarıyla sarsılıyorum, daha bir anlıyorum durumlarını. Daha bir gerçeklik kazanıyor savaş gözümde… Sesleri bütün gün kulaklarımda… Daha önce hiç tanımadığım insanların çaresizliği, sanki en yakınlarımmış gibi içimde…
Bugün ise dernekte buluşuyoruz onlarla. Bizler yardım ettiğimizi düşünürken, kampanya, rakamlar, hesaplar derken, aslında şimdi hissediyoruz ancak durumun ciddiyetini. Öyle ya, şimdi kanlı canlı karşımızdalar. Onları yalnız bırakmamakmış asıl destek, dertlerine ortak olmakmış, yüzlerinden anlıyoruz.
Hikayelerini dinliyoruz, yardım etmek için elimizden ne geliyorsa yapmaya hazırız. Ama elimizden gelenler yetmiyor… Savaşta aileleri kayıp vermeye devam ediyor. Uçak seferleri iptal edilmiş, herhangi bir yere vize almak da mümkün değil. Karayolu ile ulaşım hiç güvenli değil. Sınırlara ulaşmak bir yana, insanların çoğu yerde evlerinden dahi çıkamadıklarını öğreniyoruz. Sokaklar tehlike dolu… Evlerini, okullarını, işlerini, mesleklerini, tüm hayatlarını geride bıraksalar da bu aile ülkeden çıkabildikleri için içlerinde nispeten şanslı olanları…
“Yine de, kendi imkanlarıyla bir şekilde buraya kadar gelebildiler belki ama, şimdilik ötesi gözükmüyor. Gelemeyen kimbilir daha kaç binler var, şimdilik bile güvende olmayanlar… Onları uğurladıktan sonra da saatlerce konuşuyoruz, düşünüyoruz-taşınıyoruz, yoruluyoruz. Biz bile bir anda çaresiz hissediyoruz. Ama bizimki, kimilerinin yorgunluğu yanında ne ki. Hele çaresizlik, bir başka coğrafyada bambaşka ağır, biliyoruz.
Bir de bu çabalarımızın güzel şeylere vesile olacağını bilsek… Aslında varsın olsun, hatta hiçbir şey bilmesek de bir şeyler yapmaya çalışmak herşeye değer.
Şimdi diaspora, büyük bir sınavdan geçiyor.
Çerkesler, en zor sınavlarından birini veriyor.