İyiler, kötüler

0
367

İyi denildiğinde ve zıttı kaim kötü de denildiğinde felsefe dünyasında bu işi dert edinen Nietzsche akla gelir, düşünürün bir cok derdi vardı, kuşkusuz dertsiz felsefe olmaz ancak o zamana kadar hiç bir düşün insanı bu kavramları sorgulamamıştı. Ahlaki kavramların ancak ve kata ne olduğu değil nasıl olması gerektiği üzerine kafa yorulmuştu. Aristoteles, Nikomokosa Etiği’nde bize nasıl erdemli olacağımızı anlatıp durmuştu. Nietzsche ile değişen ise iyinin ve kötünün ötesine geçebilmekti. Ona göre bu kavramlar tarihsel süreçle birlikte gün be gün bugünkü anlamını edinmişlerdi. Bu neden önemli? Ya da Nietzsche neden bu ahlaki kavramların edinilmiş kavramlar oldugu noktasında ısrarlı? Düşünürün yapmaya çalıştığı tıpkı teolojinin kavramlarına benzeyen, statik görünen, sorgulanması ilk elde çok da mümkün görülemeyen, özdeşlik ilkesi gibi değişmeyen, ahlakın sahasından yola çıkarak, aslında eldeki tüm kavramlarımızın tarihsel süreçle -en büyükleri hakikattir bu kavramların inşaa edildiğini göstermekti. Nietzsche taşı kuyuya bir kere attı, çıkarmak için ise niceleri peşinden gitti. Bugün artık yalnızca felsefe dünyasının tartışma alanı olmaktan çıkıp, genel anlamda tüm bilimsel sahalarda yöntem tartışmalarının fitili alevlenmiş oldu.

Nietzsche›nin bu sorgulamasıyla yöntem tartışmalarının başlaması bir yana, asıl yenilik bilimsel alanların birbiri ile içiçe geçmesi oldu. Artık iyi-kötü etik bir tartışma olmasının yanı sıra politik bir tartışma da olmaya başladı, bu kez etik bir etkinlik değil de kavramlarımızı türlü çeşitli sahalarla ilişkilendirmek zorunda kaldık.

Kavramların büyülü dünyası hepimizi aldı götürdü, bunu ideolojiler çok kere kullandılar. Örneğin; yıllarca sosyalizmin kendisini kuşattığı silahları kapitalizm sisteminin çarklarının işlemesi adına çok dahiyane bir şekilde kullandı. Zizek, Mimari Paralaks›ında Starbuck›sun temiz su bulamayan Afrikalı çocuklara yardım amacıyla ürettiği suyu nasıl pazarladığını bize anlattı. Çünkü Zizek›e göre bugün artık kimse neden o çocukların temiz su bulamadığıyla ilgilenmek yerine, vereceği 2 dolarla vicdanını rahatlatmanın derdindeydi. Zizek›le aslında şunu da gördük, artık etik-siyasal içiçeydi ve biz farkında olmadan her alanda kuşatılmıştık.

Tüm bunlar bir tarafa, gündelik yaşantıda bu büyülü kavramlar nasıl işlek oldular? İyi olan ne idi, kötülük nerede başlıyordu? Devlet adında, kökeni 19.yüzyıla dayanan yapı vardı, bir takım yanlış işler yapıyor ve birileri kötü işler yaptığı için onların kulağını çekiyordu, buna razı mı olmalıydık? Mensubu olduğumuz bir etnisitemiz vardı, yıllarca asimilasyon politikalarıyla biz onu yavaş yavaş değil artık epeyce bir hızla yitiriyorduk ve bu kötü idi, bir şeyler yapmamız gerekiyordu. 19 Aralık›ta cezaevlerinde bir sürü mahkum katledilmişti, sonra bir gazeteci bir takım insanları rahatsız ettiği için cadde ortasında sırtından vurulmuştu ve hatta ülkenin uzak doğusunda kimsenin haritada yerini bile bilmediği bir yerde bir takım farklı etnisiteye mensup çoğu çocuk, katırlarla birlikte kötü adam ve belki kötü katır sanıldığı için öldürülmüştü, muhakkak ki buna da sessiz kalamazdık. Maraş diye bir yerde farklı mezhepten oldukları için insanların öldürülmesi gerekiyordu ve tabi ki buna da sessiz kalamazdık. Özneler değişiyordu ama kötülük bir türlü ortadan kalkmıyordu. Herkes birbirini kötü olmakla yahut iyi olmamakla suçluyordu. Mottoların cazibesine kapılan bizler, bir adım ötesinde aslında neyin kötü ya da neyin iyi olduğunu da unutur hale geldik. Bir kere karşı iktidar kılınmıştık, kaçarı yoktu, kötülük-iyilik elden ele, karşıdan karşıya top gibi atılacaktı. Kültür kocaman bir kavramdı, çok çok mühimdi, ama biz aslında hakikaten onun yaşamla kurulmuş bir ilişki olduğunu unutmuştuk. Artık o anneannenizin size söylediği “zuv zuv gago” tekerlemesi değil, siyasal alanda savunulması gereken ve gerektiğinde bizleri Taksim›e çıkartan politik bir söylemdi. Ve biz artık o tekerlemeyi de unutmuştuk. Söylememiz gereken daha acil sloganlarımız vardı. İyi olan hep yüce, ulaşılmaz, büyüktü. Ayrıca irrasyonel bir havası vardı ve biz ona hayrandık, kötü ise azılı bir düşmandı, o da büyüktü, o da irassyoneldi ve bizim ilk hedefimiz onu yenmekti. Oysa bir tek kendi küçük özel yaşam alanımızda iyi ile kötüyü kullanmayı unutmuştuk. Çünkü onlar çok çok büyüklerdi ve çok daha büyük işler için bize gerekliydiler. Niyahet özel alan-kamusal alan ayrımı da geçersizliğini bize kanıtlamıştı, bizler artık yalnızca kamusal alana ait, kendini orada gerçekleştiren bireyler olmuştuk.

Nietzsche sebep olacağı tüm bu etkiyi tahmin etmiş miydi bilemiyorum ama hem Zerdüşt›ünde hem de Ecco Homo›sunda kendisini yaşadığı çağda kimsenin anlamadığından epeyce bir yakındığını biliyoruz. Görünen o ki bu çağda da işler onun öngörülerinin çok çok ötesine hızla geçti.

Son söz: Putların alacakaranlığı olan kavramlarımızı bu karanlıktan kurtarıp hayatla, yaşantıyla iç içe kılarak yere indirebilmek dileğiyle…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz