Evet! Ama Yetmez

0
1014

Virgülün nereye konulduğu ile ilgili çarpıcı bir örnek vardı hani: “Oku da adam ol baban gibi, eşek olma” cümlesindeki virgülün, iki kelime geriye kaydığında anlamın da nasıl kaydığı gibi…

Başlıktan hareketle bir sürü cümle kurmak mümkün. Cümledeki kelimeleri kah takla attırarak, kah virgülü sağa sola kaydırarak bir takım cümleler kuralım bakalım neler çıkacak.

Önce esas maksadımızı anlatan cümleyi tekrarlayarak başlayalım:

Evet! ama yetmez!..

Evet ama, yetmez.

Yetmez, ama evet.

Yetmez ama, evet.

Yetmez, evet, ama…

Nüanslarla devam edecek başka cümleler kurmak mümkün. Lakin bu cümleler meramımızı anlatmaya yeter de artar bile.

Sadede gelirsek… Son demokratikleşme paketinden bahsettiğimi anlamışsınızdır.

Kimine göre “dağ fare doğurdu”. Kimilerine göre “vatan elden gidiyor”. Bazılarına göre de parsel parsel satışlar başladı.

Dolayısıyla onların cevabı okkalı bir “HA-YIIRR!”

İktidar olmak zor zenaat.

Elbette şikayet değil, icraat gerek, ama…

Önce yapacağın işle hem kendi tabanındaki milliyetçi reflekslerin ikna olacak… Sonra hem Türkçü-milliyetçi tabanı memnun edeceksin; sonra da Kürtçü-milliyetçi tabanı demokratikleşiyoruz diyerek susturacaksın. En zoru da; hala tek parti asr-ı saadeti ile yanıp tutuşan ve bu sebepten altmış küsur yıldır yenilgi yenilgi büyüyen pehlivan misali güreşe doymayan geniş bir cepheyi teskin edeceksin. Öyle ki bu cephe şimdi biraz daha genişlemiş durumda. Asıl itibarıyla en babasından anti demokrat bir parti olan ana muhalefetin yanı sıra; ondan, sözüm ona sosyal demokrat bir parti devşirmeye çalışanlara eklemlenen liberal demokratlar ve Kemalist zihniyeti ve 12 Eylül öncesinin MC koalisyonlarından beter bir ittifakı hizaya sokacaksın.

Müflis tüccarın ikide bir eski defterleri açması misali, dönüp dönüp “cumhuriyeti kuran parti” ve “Atatürk tüccarlığından” öte gitmeyen söylemlerin karşısında duranlara, en süfli küfürleri savuranlar; üstelik kendilerini “ilerici ve aydın” olmanın bayraktarı olarak görürken, bir şeyler yazmak, gerçekten ama gerçekten zor.

Bir tespiti bir kere daha vurgulamakta fayda var.

Bu ülkede ne Türk sayısı, ne Kürt ne de Çerkes ve diğer etnik grupların sayısı, Müslüman sayısı kadar yok. Alevileri de İslam dairesinde görürsek eğer -ki kendileri de öyle görmekteler- bu ülkenin en büyük ortak paydası Müslümanlık.

Ama her ne hikmetse, oldum olası bu yapının siyasi karşılığı % 65-70 bandında seyretmesine rağmen, bu ülkenin mütedeyyin – Müslüman kesimi hep azınlık muamelesi görmüş; “cumhuriyetin asıl sahipleri (!)” doksan yıllık süreçte, hep patinaj yapmasına rağmen “ilericilik” şampiyonluğunu da kimseye bırakmamıştır.

İktidarları (Menderes-Özal-Erdoğan) tu kaka etmekten öte bir politikaları olmayanları bu fakir-i pür taksir kardeşiniz bir türlü anlayamamıştır.

Bunun bir istisnası Karaoğlan efsanesidir ki ülkenin dağına taşına adı kazınmış; şimdi pek küçümsenen, ağırlıklı olarak dindar-gerici kesimlerin oturdukları varoşlar, Ecevit’in oy deposu olmuştur. O da Erbakan’la tutuştuğu “Kıbrıs Fatihliği” kavgasına iktidarını tercih etmiştir.

Bu mahfiller öyle şeyler yapmışlardır ki… Atatürk’le tutuştuğu iktidar kavgasının mağlubu ve dahi Atatürk öldüğünde dargın olduğu muhalifi ve de döneminin totaliter rejimlerin Türkiye şube başkanından “demokrat” üretmek gibi garabetlere bile imza atmışlardır. Bununla da yetinmemiş sadece mezar taşından medet umarak oğlundan bile politikacı devşirme çabaları olmuştur.

Geldiğimiz noktada kasetten başkan (çoook uzun bir gelecekte belki de başbakan) çıkarmak gibi becerileri bile olmuştur malum zevatın.

Menderes’in bebek davası bugün bile filmlere konu olurken, kasetin fail-i meşhurları, hala izzet-i ikbal ile arz-ı endam etmektedir aramızda. (Bu kadar Osmanlıca deyim de bizim gericiliğimizin bir aksülameli olsun icabında).

İmam-Hatip kökenli biri olmaktan hiçbir zaman gocunmadım, gücenmedim. Bu kimliğimi saklamadım, arkasına da saklanmadım. Maddi ve manevi hiçbir çıkarım da olmamıştır bugüne kadar. Devletle – iktidarla bir işim olmadığı gibi; vakti zamanında (bundan on beş sene evvel) çok haklı nedenlerle tayin için uğraşan bir yakınım için, TBMM kapısına kadar gidip, o günün devletlu mebusu ile -ki kendisinin daveti üzerine Ankara’ya gitmiştim- telefonda kavga ederek kös kös İstanbul’a dönmüş idim.

Bunu anlatmamın sebebi de iktidarlarla olan ünsiyetimi ortaya koymaktır. Muktedirlerin iktidar ortağı değilim, organik bir bağım da yok. Eleştirilerim çok. Ama benim eleştirilerim “Evet! Ama Yetmez!” noktasında…

Etnik kökeni farklı biri olarak Çerkes kimliğimden de hiçbir zaman gocunmadım. Kimliğimi saklama ihtiyacı duymadım. İnsanların bize olan ilgisizliği ve bilgisizliğinden gücendim ise de bu sadece kişilere yüklenecek bir eksiklik olmadığı için kimseye de kızmadım. “Çerkes tavuğu –lavuğu” geyiğini yapan yavşağın yanı sıra Murat Bardakçı ve avenesi gibi boşboğazlara, az da olsa tepki verenlerin içerisinde oldum.

Sokağa çıkmak söz konusu olduğunda da ameliyatımın nekahet dönemi daha geçmeden, karda kışta Ankara yollarına düşüp, sonrasında da kırk derece ateşle İstanbul’a döndüm.

Klavye silahşorluğu dışında bir marifeti olmayan pusuculara “delikanlı ol canımı ye” demek; onları Çerkes Duruşu olan şövalyeliğe davet etmek gibi naçar çabalarım da olmuştur ama heyhat bu da beyhude bir çaba olarak kalmıştır.

Şimdi pek moda olan “derneklere saldırma” gibi anlamsız bir mücadeleyi de hiç anlamış değilim. Sanki bu ülkede düne kadar derneklerde siyaset yapılabilirmiş gibi. Kaldı ki belli bir kuşak kimlik bilinciyle eksik gedik de olsa bunu yapmış, bazıları da bunun bedellerini ağır bir şekilde ödemişlerdir.

Hal böyle iken ömrü hayatında bedel ödemek denen şeyin farkında olmayanlar; ceplerindeki akrebi bir türlü öldüremeyenler; iki paragraf yazıyı eksiksiz yaz(a)mayanlar; bir araya gelmenin en önemli unsuru kaşen-şeşen’i küçümseyerek, kültürü sadece bu kadarıyla algılayanlar; yaz(a)madıkları gibi bir de okuma özürlü olanlar; sokağa çağrıldığında burun bükenler, peki “siz ne ayaksınız?” kardeşim. Ömrünüzde bir yaralı parmağa çövdürdünüz mü?

Size bu yazı itibarıyla söyleyeceğim söz şu olsun: Hani şu meşhur paşamızın söylediği…”

“Hadi canım siz de!”

Son söz:

Evet! Ama yetmez!..

Not: Her nedense daha önce yazdığım halde şimdi “hala” kelimesi gibi kelimelere şapkayı koyamıyorum. İmdat!

21 Ekim 2013