Şebnem Ferah, bir şarkısının bir dizesinde şöyle der:
‘’korkarak yaşıyorsan, hayatı yalnızca seyredersin…’’
Yaklaşık bir buçuk aydır Suriye Kürtleri, Kobani’de IŞİD katilleri tarafından kuşatılmış durumda. Yüz seksen bin Kobani’li Kürt Türkiye’ye sığındı. İki bin civarında halk şehirde, bir kaç katı da Türkiye sınırına yakın alanda yaşamaya çalıştığı söyleniyor. IŞİD katilleri, Kobani’ye gelirken, Türkmenleri kuşatmış; yakmış, yıkmış, öldürmüş ve kadınlarını-kızlarını satılmak üzere pazara yolladıklarını tüm dünya biliyor. Sonra Ezidileri kuşatmışlar ve katliam yapmışlar. Canını kurtarabilen Ezidi kadın, çocuk ve yaşlıları günlerce yürüyerek aç susuz Türkiye’ye sığınmışlar. Yakalananlar da satılmak üzere Türkmen kadınlarının yanına gönderilmişlerdir. Bunların öncesi eylemlerinden kafa kesen, acımasız katil guruhun Kobani’yi alırsa, neler yapacağı bilinmektedir. Tarihte ilk kez terörist bir örgüt, ele geçirdiği silah, donanım ve askeri personelle cephe savaşı yürütmektedir. Ve tüm dünyayı tehdit etmekte, meydan okumaktadır. Dolaysıyla bu konu sadece Kürtler ve Türkiye değil, tüm dünyanın ilgi alanında. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla ABD öncülüğünde bir müdahale konseyi kurulmuş, çeşitli varyasyonları denedikten sonra Türkiye de bu konseye katılmış durumdadır.
Güneydoğu bölgesi Mad Max film seti gibi her gün. Mülteciler geliyor, geri gidiyor; gönüllüler gitmek isterken güvenlik güçleriyle didişiyor, gece kaçak gidenlerin bir kısmının cenazesi gündüz geri geliyor; ambulanslar gün boyu yaralı taşıyor. Halk maç izler gibi iki yüz üç yüz metre ilerideki akrabalarının kuşatılma savaşını izliyorlar. Bütün bu olaylar iç yaşamı ve iç politikayı belirliyor duruma gelmiştir. Yanlarında getirdikleri taburelerde, pazardan satın aldıkları Çin malı dürbünlerle savaşı izleyen halkın arasına zaman zaman serseri top mermileri şarapnel parçaları geliyor, yaralananlar oluyor. Buna rağmen günlük kargaşa sınırda durdurulamıyor, kontrol edilemiyor. Katliam tehdidi altındaki şehirlerini korumaya çalışan Kürtler için kaygılanan tüm dünya, nedense, IŞİD çetelerini durdur(a)mıyor… Bütün bu dış gerilim iç politikayı belirlemiş durumda. Günler süren içerideki sokak eylemlerinde kırkın üzerinde insan ölmüş, bankalar-bankamatikler alışveriş merkezleri yağmalanmış; ilk kez kütüphane, müze , büst-heykel yakılmış, şiddet örgütleri karşılıklı restleşme noktasında, kör kargaşaya dönüşen olayların durdurulabilmesi için İmralı’da tutulan Öcalan’ın ‘’talimat’’ mektubuna ihtiyaç duyan bir hükümet ile yönetilmeye devam ediyoruz.
Bu yazı, olayları ve olayların arkasındaki okumaları anlatmaya yetmeyecektir. Çok yazıldı-yazılıyor hâlâ. Tüm televizyonların ana haber bültenlerinde ilk haber, tüm TV tartışma programlarının değişmez konusu. Dünya gündemine de bir numaralı konu olarak yerleşti ve önemi artarak devam ediyor gibi. Türkiye’de herkesin kendi meşrebince ilgi alanında. AKP dahil, Kobani’de yaşanması muhtemel bir Kürt katliamı için kaygılanmayan yok gibi. Toplumda kaygı temelinde ciddi bir kamuoyu oluşmuş, hatırı sayılır topluluklar basın yoluyla açıklamalar yapmışlar, protesto eylemlerine katılmışlardır. Hâla çeşitli grup ve bireylerce farklı düzlemlerde eylemler yapılmaktadır.
Peki Çerkeslerin bu süreçteki tavırları nedir? Nüfusları açısından ikinci büyük azınlık olan Çerkesler gündemin neresindeler? En büyüğü KAFFED olmak üzere (altmışın üzerinde derneğin oluşturduğu federasyon) benzer federasyon, bağımsız yerel dernekler, platformlar şeklinde örgütlü gözüken Çerkeslerin; aydın, akademisyen, sanatçı sayıları da son yıllarda artmış, görünür olmasına rağmen, Kobani olayları ile ilgili olumlu-olumsuz duruş gösterenler bir elin parmakları kadar bile değil. İktidar yanlısı olanların göstereceği olumsuz görüşleri bile Çerkesler için yakışık, anlamlı olmaz. Anavatanlarında soykırıma uğrayıp, kalan nüfuslarının neredeyse tamamına yakını göç etmeye zorlanmış-sürülmüş bir halk olan Çerkesler bu yıl soykırım ve sürgünün 150. yılını yaşıyorlar ve etkinliklerle Rusya Federasyonu’nun katliamı-sürgünü tanımasını talep ediyor, bu konuda dünya kamuoyundan destek aramaktalar. Tarihin tanık olduğu en büyük soykırım ve sürgünün torunlarının Kobani kuşatması ve soykırım tehditi karşısında ‘’üç maymunun rolünü’’ üstlenmesi nasıl açıklanır bilemiyorum. Süreç boyunca haluj günü, pazar kahvaltısına davet, çeşitli yerel düğün klipleri, KAFFED içindeki çalışma gruplarının toplantı sonuçları, KAFFED yönetim toplantı sonuçları gibi, hatta Kuban bölgesi sanayi dinamikleri ile ilgili hazırlanan kitap tanıtımları gibi şeyler her gün sosyal medyada paylaşılırken; Kobani ile ilgili tek kelime yok! izleyebildiğim kadarıyla sosyal medyada bu konuda üç bireysel düşünce paylaşıldı. İkisi, soykırım tehditini kınayan, Kobani ile ilgili eylemlere katılan Çerkeslerin sınıfsal ya da bireysel duruşlar temelinde olduğunu incelerken, üçüncü yazı ise ‘’karizması çizilmiş Kürtler’in’’ Türkiye’de gündelik huzurlarını bozan problemlerin nedeni olduğunu… Oysa, entelektüel Başbakanımızın kıymetini bilmediğimiz, ülke yönetimine methiyeler ikilemi ile, ukela, tepeden bakan, Kürtler’i, Kürt gerilla komutanlarını kendince aşağılamaya çalışan züppe bir yazı. Bir kısım ‘’eski solcu’’lar, ‘’Başbakanın zekasına hayranım’’, ‘’görüşlerine katılmasam da’’ cümlesini parantez içine alıp, tuhaf sosyal medya paylaşımlarını ‘’beğenen’’ arkadaşlara da ‘’ aynen…’’ diye not düşenler. Başka yok. En azından ben görmedim. Herkes birden ‘’Soçi Olimpiyatları’na gitme’’ dedikleri o zamanın başbakanının Soçi’ye gittiğini ya unuttular ya da “öylesine talep etmişlerdi” mi demeliyiz?
Sonuç olarak, daha geçen hafta 947 STK’nın (Sivil Toplum Kuruluşu) imzaladığı katliam karşıtı ve ülke içindeki gelişmelerle ilgili kaygılarını dile getiren basın metninde bir tane bile Çerkes kurumu yer almadı. Ondan önceki hafta otuzun üzerinde platform, yerel ulusal yayın kuruluşları ve STK’ların yayımladığı ‘’katliam karşıtı’’ bildiride bir tek Jıneps Gazetesi’nin imzası vardı. Bireysel tavırlar bir yana, KAFFED bir federasyon. Çerkeslerin en büyük örgütü. Bu tavrını anlamakta güçlük çekiyorum. Bu tavır KAFFED’in ne kuruluş duyarlılıklarına ne de amacına uymuyor. Bu sessizliğin makul, mantıklı ve haklı bir açıklaması olmalı. Yoksa bu sessizlik “duyarsızlık mı, korkaklık mı?” soruları cevaplanmak için ortada durmakta gibi…
Not: Bu yazının yazılmasıyla yayınlanması arasında geçecek zamanda bir açıklama yapılırsa Jıneps yöneticileri bu yazının yerine Osmanlı dönemine dair necefli bir maşrapa koyabilir. Buna sevinirim bile…