Babamın Tanrı Olduğunu Sandım…
Kitabın bizimle pek ilgisi yok, ancak bana etkisinden yola çıkarak paylaşıyorum…
Hani ne zamandır bu ‘sütunu’ işgal ediyorum…
‘Oubykh Nal İzinde’ olmazdan önce, ‘Oubykh Mektupları’ çöl ortasında beni bulan ‘serap’ eliyle, bir taş kuyu yaptı…
Duvarı örüldü taş kuyunun…
Sonra yetmedi, yine bir kova eliyle su çekilmeye başlandı…
O kova ile su çekilirken, ben de her defasında bir taş attım.
…
Her bir kova tatlı su çekilirken, benim attığım çakıl taşları kuyuyu doldurdu sonunda…
Kurumuş bir taş kuyu oldu…
…
Sağıma baktım, soluma baktım…
Bana bakan kimse yok…
…
Hani diyorum, önce bu kitabı okusanız. Ya da okumayın ben kısaca söyleyeyim…
…
Yine Brooklyn…
F treni ile evine giden Paul Auster…
Radyoda okumaya başlamış ona gelenleri…
…
Bu işin erbabı Elbruz…
Etraflıca, anlaşılır bir şekilde okunur ona gönderdikleriniz…
Öncelikli Elbruz’a giderse, o akılda kaldığı kadarıyla, güzel resimlerle süslenir, güzel cümlelerle yazılır…
…
Kimseye anlatılamayacak ise,seve seve ben gelirim dinlemeye…
Belki bir çay, bir kahve ile…
Artık ne içmek isterseniz…
…
Radyomuz yok ama mektup olur söz veririm…
Kim nasıl okumak isterse…
…
Develer çölde gidiyor…
Onlardan çıkan sesler, yazılmış bir kâğıt üstüne…
…
Atlar-keçiler, dağlar arasında gidiyor…
Nal sesi ile boynuz sesi birbirine girmiş…
…
Çözebilene aşk olsun…
Radyo başında elinde bir çift dantel ile ‘arkası yarın’ dinleyen, hafifçe gözlüğünün üstünden bakan anneannem gibi, beklentiniz de olmasın…
…
Belki ‘arkası yarın’ gelir, belki gelmez…
Haliyle beklediğim, umduğum benim anlayabildiklerim olacak…
Anlayamadıklarım ise, sandığın içinde çürüyecekler…