Kafkasya Kültürel Dergi
Sayı 18 Mart, Nisan, Mayıs 1968
Kadim Çerkes Efsanesinin Eski Yunan Dini İnançlarına Tesirleri ve Benzeyişler
Derleyen ve Yazan:
Dr. Vasfi Güsar
Eski Çerkesler; efsânelere (hurafelere) çok önem verirler, boş zamanlarda yaptıkları toplantılarda, meclislerinde ara sıra bunları ortaya atarlar ve vakıt da geçirirlerdi.
Çerkesya’da OŞHAMAFE (Elbruz dağı) üzerinde bulunan bir mağarada zincire bağlanmış bir adam yaşarmış. Bu adamın bağlı olduğu yerin karşısında asılı duran bir kılıç varmış. Bu kılıcı almak için ucu çengelli bir değnek istermiş ve bu değneğin en önce çiçek açıp en sonra meyve veren ağaçtan olmasını söylermiş. İnsanlar da bu kılı-cın, bu bağlı adamın eline geçmesinden korktukları için değneği vermezler ya da başka bir ağaçtan değnek kesip onu verirlermiş.
Zincire bağlı adam; işe yaramayan değneği kırar, atar, sinirlenir, kızarmış, köpürürmüş. Bazı zamanlar bu adamın sesinden dağ inlermiş, bazı geceler bunun bağlı olduğu zincirin seslerini işitirlermiş insanlar. Bu OŞHAMAFE’in zirvesinde zincire vurulmuş adam, bu Çerkes efsanesi, eski Yunan mitolojisindeki (PROMETE-Promethe) efsanesine ve Yunan mitolojisindeki DİOKLES’in kılıcı hikâyelerine ne kadar benzer.
Yine bir hikâye, bir efsâne: Bu tarihi zincirin bağlı olduğu mağara dolayında bir su kaynağı varmış. Avcıların vurdukları fakat yaralayıp öldürmedikleri av hayvanlarını hemen bu suya sokunca veya ellerindeki tas içinde bulundurdukları bu su içine sokunca veya hayvanın yaralarına da bu suyu dökünce hayvanın yarası hemen kapanır geçermiş. Bu Çerkes efsanesi de Aşil’in (ACHYLE) sihirli bir su ile yıkandığı, fakat yıkandıkları zaman topuğundan tuttukları için tutulan yere su değmeyerek kuru kaldığından TRUVA (Troi) savaşında atılan okun ancak bu kahramanı topuğundan yaralayabildiği hakkında Yunan mitolojik (efsane) sujeye ne kadar benzerliği var.
Daha buna benzer hikâyeler efsaneler çok. Bu bakımdan eski Çerkes, eski Yunan ve eski beşeriyetin başlangıcı bilinmeyen sürelerinden beri Kafkasya, Çerkesya ile ilgileri belirten anlamlar taşımaktadır.
Eski Yunan Tanrı ve Tanrıçaları, Serakya (Therakya) -Serakes- ve Anadolu –Suriye – Mezopotamya ki Hatilerden (Hatikhe) başka Kuzey Kafkasya’da Çerkesya’da kutsal olduğu bilinen tapınaklar, Kadim Çerkes ya da diğer adile BOSFOR KİMERYEN (Kimer Bosforu) baş şehri olan PENTİKÂBE (Panticapes)’de adına dikilen TİYANE heykelleri ile kitabelerin (yazılar) keşfedilmesiyle eski mitolojik birleşimi ne kadar gerçekleş-miştir.
Çerkes dilinde Kuban şivesile “Ti-ya-ne” ve Terek Kabarday şivesile “Di-ya-ne” şeklinde ANAMIZ anlamında ve halk dilinde “Millet anası”dır. TİYANE kadim Yunan mabudlarındandır (tanrıçalarından). Eski Yunanlıların altısı erkek, altısı kadın olmak üzere taptıkları 12 tanrı ve tanrıçalardan birisi ARTEMİS idi ki eski Lâtinlerce Çerkesçenin her iki şivesindeki Diyane – Tiyane benimsenmiştir. Gerçekte Çerkesçe olan bu kelime önce Lâtinlere, daha sonra da Yunanlılara geçmiştir. Kadim Gal ülkesinde -Fransa ve İtalya’nın büyük bir kısmı- keşfedilen Kelt yazıları içinde ADİGE, SİRAKES gibi kelimeleri kapsayan ve ayrıca halis Çerkes dili ile yazıların bulunması bu yolda en kuvvetli bir dayanaktır. Bu arada Lâtinlerin JÜPİTER’İ bile hâlis bir Çerkes kelimesidir.
Eski Yunan, efsane ve dini inançlarına göre TİYANE tanrıça; büyük Tanrı ZEFS (Lâtinlerce Jüpiter)’in kızıdır. Lâtince olduğu söylenen fakat anlamı bilinmeyen JÜPİTER kelimesine karşı Çerkesçe ZUVOBATIR kelimesi vardır ve hâkim (elinde tutan) anlamınadır. Zefs’in en önemli vasıflarından birisi de “Dünyaya hâkim” olmasıdır.
JUPİTER’in anası HİRA (Lâtince La- tu – Latune) olup kardeşi Febüs (Lâtince Apollon) ile ikiz olarak dünyaya gelmişlerdir. Güneş “Apollon”un, Ay ise “Tiyane”nin remzi (amblemi) olarak sayılır.
Eski Yunan ve Lâtin inançlarında TİYANE (İsmet, iffet – namus) tanrıçası olarak bilinir ve kendisi dâima bâkire kalmıştır. Bu gerçekten ötürü iffet ve bekâretin bir örneği sayılır. Bu mümtaz, üstün fazilet ve iffettir ki, erkek ve kız çocuklar ölünceye dek bu Tanrıçanın himayesine emanet edilirdi. Onun adına tahsis edilen çayırlarda, meralarda, bağ ve bahçelerde hiç bir çoban sürüsünü otlatamazdı. Hiç bir çiftçi orayı süremez ve işletemezdi bu toprağı. Hattâ namına adanan ayinin en ziyade yapıldığı eski EFES’teki (İzmir vilâyetinde AYASLOG adile bilinen şehir yanında) kaynağında ancak hâdım edilmiş erkekler (harem ağalan) hizmet edebilirlerdi. Bu kutsal çayırlık ve ağaçlıklar yalnız “TİYANE”nin refâkatında NİMF (Nymphe) denilen perilerden başkası olmadığı halde mesyeresi ve gezi yeri sayılırdı. Kaydetmek gerekir ki eski Yunan tarihinin adını ve hatırasını bizlere kadar ulaştırabildiği bu “NİMF” de Çerkes dilinde bulunmakta ve NİM-FE şeklile (Ana tarafından akraba) lügat anlamını taşımaktadır. Buna karşılık da ayrıca TİM-FE kelimesi de Çerkesçe (Baba tarafından akraba) anlamınadır. Ni ana, Ti babadır.
Doğuracak kadınların da savunucusu olan “TİYANE” ava da meraklı idi. Bundan ötürü gerek kendisinin gerek yanındaki Nimfe’lerin hep ava mahsus oklar taşıdıkları tahmin edilirdi. Kendisi müstesna derecede güzel idi, oklarının bu güzellikle ilgili ve paralel olması da düşünülebilir. Adına yapılan en güzel heykellerden olan TİYANE heykeli; güzel ve asil bir simada, zarif ve ince bir yürüyüş ile mütenâsip bir vücuda malik bir tipte gösterilir. İzmir yanındaki AYASLOG dolayında DİYANE namına yapılmış olan meşhur mabet (tapınak) muhteşem sanat eserlerinden biri idi.
Eski efsanelerin Tanrı derecesine yükselterek kutsallaştırdıkları bu DİYANE başlı başına incelenecek ve üzerinde durulacak bir konudur. Yakın zamanlara kadar ancak hususi hayatlara bürünmüş olan eski efsanelerin her birisinde aksine olarak tarihî bir gerçeğin yaşadığı artık belirtilmiş ve bu sayede eski Yunan edebiyatının asırlardan beri saklayıp zincirlediği birçok gerçeklerin artık zincirden ve baskıdan kurtularak ortaya döküldüğü görülmüştür. Bu gerçek de pek eski dini inançların menşe ve kaynak bakımından doğulu belki de HATİ, ya da KİLDANİ, ASURİ olduğu iyi bir inceleme ile anlaşılabileceği gibi Mâbudların her birisinin de hakkındaki menkıbelerden, riva-yetlerden vücude getirilecek, belirtilecek şahsiyetlerle eski Doğunun zamanımızda ancak birer peygamber olarak tanınan kutsâl ve sayılı, belli kişilerden başkası olmadığı da görülecektir. Bu yönden yapılacak mukayeseli incelemeler Yunan ulu tanrısı ZEFS (Lâtinlerin Jüpiter)’i Çerkeslerin ZEUBATIR’ı menkıbeleri, davranışları ile “eski Doğu”nun Hazreti İbrahim’i (Abraham) ve yine oniki Tanrıdan ZENON’un (Zefs’in karısı) da “Tevrat”ın (1) hattâ Homer’in “İLYADE”sinin daima şüpheli tabiatlı olarak gösterdiği “SARAY”ın yani Hazreti İbrahim’in zevcesi Sara adının sonra “Saray”a çevrildiği ve Tanrı tarafından “Milletlerin anası” olmakla müjdelediği “TAVRAT”ın (2) yazdığına göre onun TİYANE gibi ANAMIZ adı ile de benzerliği bulunduğu görülür.
Yine eski efsaneler ve inançlarda “JUPİTER”i sütü ile besleyen “AMELÎTHA” denilen mukaddes keçidir. AMELİTHA kelimesi Çerkes dilinde “O mukaddes koyun” anlamına gelir. İnsanlar bir süre “koyun gibi melemek sureti ile” koyunu kutsal sayarak ayin yaparlardı. Şimdiki Trakya’daki kadim Çerkesler “Serakes”in Meeun’un ve hattâ Evliye Çelebi zamanında “Koyun Baba” tekkesinin (İstanbul’da Boğaz’da Yenimahalle’deki Koyun Baba tekkesi) müridleri bu ayinin devamlı yoldaşları, çömezleri idi (Evliya Çelebi seyahatnamesine bakınız). Eski Çerkes (Hâti) tanrıçası “MEA” kelimesinin seda bakımından koyun ve keçi sesine benzerliği ne kadar dikkate değer ve “Me” “E” Hâmi – koruyan anlamındadır. TİYANE’nin koruyuculuğu bu yüzden daha iyi açıklanmış oluyor. Bundan ötürü TİYANE’nin kök ve menşe bakımından bir HATİ – Çerkes kelimesi olduğu kuvvetle savunulabilir.
Eski Yunan Mâbudları arasında altı kadının bulunması çok önemli olmakla beraber eski Yunanlıların kadınlara verdikleri önemden çok önce eski Hati Çerkeslerinin kadınları Hükümdarlar sırasına koydukları, saydıkları görülmüştür. Hattâ Hâti kralları başka devletlerle ve bu arada Mısır Firavunları ile yaptıkları savaş sonrası anlaşmalarda hükümdar yanına karısının da imza attığı görülmüştür (Mısır’da Karnak mabeyindeki yazıyı inceleyiniz). Bütün bu dini inanç ve benzeyişin yalnız Yunanlılara bağlanmasının doğru olamayacağını ve bunların daha eski bir Çerkes – Hâti inanç ve felsefesinden kaynak aldığını belirtmek tarih ve ilim bakımından gereklidir.
(1) Tevrat. Tekvin bahsi. S. 13, 18, 25, 26
(2) Tevrat. Tekvin bahsi. S. 18
Kafkasya Kültürel Dergi
Sayı 20 Eylül-Ekim-Kasım 1968
Milliyetçilik anlayışı ve bölücülük üzerine uyarmalar
İzzet Aydemir
Zaman zaman kültürel çalışmalarımızı hoş karşılamayan, bu yöndeki çabalarımızı kendi kişisel çıkarlarıyla ideolojik görüşlerini baltalar nitelikte gören kimselerle bunları desteklemeğe hazır çevrelerin karşımıza dikildiklerini görürüz.
Çerkeslerin bir an önce ele alınmasında büyük bir zorunluk duyulan genel meselelerinde olumlu bir görüşe sahip olmayan bu kişiler milli benliğin korunması, bu amaçla da kültürel alanlardaki çalışmaların hızlandırılmasını öngören hemşerilerimize olumsuz yönde, bozguncu nitelikler taşıyan telkinlerde bulunmakta, çalışmalarımıza fiilen katılan ya da tutumlarıyla bizleri destekleyen aydın ve bilhassa genç kardeşlerimizi “bölücü, yabancı ideolojilere hizmet eden kişiler” olarak tanıtmak istemekle, bizzat kendileri birtakım ideolojilere hizmet etmektedirler.
Çerkeslerin milli yöndeki çalışmalarını ana hedefinden ayırmak, bu çalışmaları bazı politik akımlarda, genellikle de “Panturanizm, Panislamizm” hamuru içinde eritmek amacını güden bu tip çalışmaları ne yazık ki halâ bazı Kafkasyalıların bilerek veya bilmeyerek benimsemeleri üzücüdür. Çok eskilere, derinlere inmektedir kökü bu çalışmaların.
Bir asır boyunca izlenen yanlış ve sakat bir politikanın sonucu Çerkesler kendileri için hayatı önemi olan “MİLLİ BENLİĞİ YİTİRMEME, ANAVATAN KUZEY KAFKASYA’DA BİR ARAYA GELME” idesinden uzaklaştırılmaya çalışılmış, hiç lüzumu yokken bir takım yabancı politik ve ideolojik akımlar içerisine bizzat Çerkes aydınları tarafından zorla ve insafsızca itilivermişlerdir. Ancak son zamanlardadır ki boş kafatasları yerlerini akıl dolu kafalara terk etmeğe başlamışlardır.
Bugünkü dünya şartlarını göz önünde tutarak şuurlu, bilgili, sistemli bir çalışma dönemine giren hareketlerin yanı sıra, bir saman alevi gibi, arada bir parlayıp sönüveren ve dost alışverişte görsün kabilinden, çeşitli art düşüncelere hizmet eden, etkisiz, can çekişen çabalamaları klâsik, demode olmuş davranışların tekrarı olarak nitelemek yanlış bir hareket olmayacaktır. Tutulacak yol, varılacak hedef belirlidir. Bunun dışında kimin tarafından olursa olsun girişilecek her türlü davranışa karşı uyanık olmak zorundayız. Bu uyarmaların yanı sıra bizler ne yaptığını çok iyi bilen idealistler olarak yolumuzda ilerlerken, hâlâ duraklama devresini aşamayan, yersiz bir takım endişeler içerisinde bocalayanlara bir kere daha şu hususları açıklamakta fayda görmekteyiz.
1- Çerkeslerin milli benliklerini korumaları, bu amaçla da kültürel alanlarda çalışmalarda bulunmaları herşeyden önce İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin ışığı ve Türk Anayasasının teminatı altındadır.
2- Bugünkü milliyetçilik anlayışı kanunları ve yirminci yüzyıl insan hakları ilkelerini bilmemezlikten gelenlerin empoze etmek istedikleri anlayış değildir.
3- Dünyanın neresinde olursa olsun demokratik düzeni kabullenmiş, İnsan Hakları Beyannamesini imzalamış milletlerin hükümetleri vatandaşlık bağlarıyla o devlete bağlanmış toplumların kültürel alanlardaki çalışmalarını engelleyici tedbirlerin alınmasına göz yumamazlar, bu gibi çalışmalar hiçbir zaman “BÖLÜCÜLÜK” şeklinde yorumlanamaz, nitelenemez. Eğer yorumlanır ve bu yoldaki çalışmalar kısıtlanırsa bu davranış HUKUK DIŞI bir davranış olur.