Biz Çerkeslere yıllardır hep geçmişimiz yenilgiler tarihi olarak anlatıldı. Diasporada yazılı tarihimizin olmaması nedeniyle de; zannederdik ki, biz her savaşın sonunda yenildik, hiç kazanamadık. Sürekli mağduru yaşamak; yenilmiş, soykırıma uğramış ve sürülmüş toplumun torunları olarak travmalar bilinçaltımızda demlendi durdu. Şeyh Şamil ya da başka savaş kahramanlarını yücelterek anlattığımız ya da dinlediğimiz öyküler, aslında, bir yenilgiler tarihinin öyküsüydü. Kahramanı abartmak, yenilginin etkisini azaltmak için olmalıydı çoğu zaman. Oysa şimdi uzak-yakın yazılı tarihimiz ortaya çıktıkça, durumun böyle olmadığını görmeye başladık. İşte 1708 Çerkes-Tatar Kanjal savaşı bu anlamda çok önemlidir.
18. yüzyılın başında bölgedeki askeri gelişmeler ve bölge devletlerin-milletlerin birbiriyle ilişkileri karmaşık ve iniş çıkışlıdır. Askeri gelişmelerin sonuçları doğrudan Rusya ve Osmanlı devletlerini hızlı etkilemektedir. Osmanlı Devleti ve Rusya’da bu yüzyılın başında yayılmacı politikanın hız kazandığı görülüyor. Kuzeyde İsveç-Rus savaşı başlarken 1700 yılında İstanbul anlaşması ile Azak’ın Ruslara geçmesi, Osmanlıları yeni tedbirler almaya zorladı. Osmanlı Devleti, bağımsız Kabardey bölgesini alarak stratejik konumunu güçlendirmek ve yayılmacı Rusya’ya karşı stratejik bir mevzi kazanmak istiyordu. Kırım Hanlığı da yayılmak istiyor ve en kolay bölge olarak da Kafkasya’yı görüyor. Çarlık Rusyasının yayılmacı amaçlarının tehdit ettiği Ukrayna, Kırım ve Osmanlı devletleri İsveç-Rus savaşında İsveç kralı XII. Karl’a askeri destek sözü veriyorlar. Rusya’nın İsveç’le uğraşması, hatta İsveç’in başarı kazanması, doğuda Osmanlı ve Kırım Hanlığı’nın yayılmacı politikasına uygundu. Böylece 1700 yılı başında İsveç, Osmanlı Devleti, Ukrayna ve Kırım Hanlığı arasında Çarlık Rusya’ya karşı doğrudan ve dolaylı ittifaklar oluşmuş oluyor.
15. yüzyılın ortasında Kafkasya’nın bütününden ayrılarak bağımsız bir yapı inşa eden Kabardeyler giderek güçlenerek Kafkasya’nın en güçlü konumuna sahip toplum haline geldi. 18. yüzyıla kadar sürekli güçlenen Kabardeylere karşı Osmanlıların taşeron işlerini Kırım Hanlığı’nın üstlendiği görülüyor. Kırım Hanlığı, Osmanlı Sultanlarının doğrudan destekleriyle Kafkasya halklarını ve coğrafyasını Osmanlılara bağlamaya çalıştılar. 1700 yılına kadar Tatarlar Kafkasya’ya çok sayıda seferler düzenleseler de belirgin hiçbir başarıları olmadı. Kabardeyler de zaman zaman Kırım topraklarına saldırılarıyla 18. yüz yıla gelindiğinde, Kırım Hanlığı’nın başına Kaplan Giray geçti. Dış politika olarak Kafkasya’nın fethini ve öncelikli olarak da Kabardeyin fethi ile başlamaya karar verdi. Kırım Hanı Kabardeye saldırı için 1799’da Besleney bölgesinde oğullarından birinin öldürülmesini bahane etmiştir. Kırım hanı oğlunun öldürülmesinin tazminatı olarak Kabardeylerden iki bin köle ve oğlunu öldüren Besleneylerin teslim edilmesi talebiyle tahtta kendisinden sonra gelen baş veziri Kabardey’e yolladı. Besleneyler bin altıncı yüzyılın başlarında Kabardey’den ayrılmış ama Kabardey himayesi devam etmekteydi. Gönderilen Tatar yetkili ve muhafızlar misafirlik sınırlarını aşınca Kabardeylerce kılıçtan geçirildi. Kaplan Giray, Osmanlı Padişahı 3. Ahmet’ten sefer için izin ve yardım ister.
Kırım Hanı, Osmanlı Padişahı 3. Ahmet’ten maddi, askeri destek ve sefer için ferman alarak Kabardey’e sefere çıktı. Kırım kuvvetlerinde sekiz bini Osmanlı yeniçeri askeri olmak üzere, kırk bin ile yüz bin arasında değişen asker sayısından söz edilir. Kabardeylerin topraklarında oluşturdukları savunma hattıyla ve yıpratma savaşlarıyla zayıflattıkları Kırım birliklerine son saldırıda Kırım ordusu Kanjal denilen yerde yok edildi. Kırım Hanı Karaçay’a kaçtı. Oradan da Rodos’a sürgün edildi. Bu savaş, siyasi sonuçları açısından Kafkasya için en önemli savaş sayılır. Kafkasya’nın bağımsızlığı dünyaca tanındı. Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’da ilerlemesi, hegemonya kurması başarısız oldu. Rusların güneye doğru inmelerini etkileyecek ciddi bir gücün oluşmaması bölge tarihini etkiledi. 1732’lere kadar defalarca Kırım’la savaş yapıldı, hepsinde Kabardeyler galip geldi.
Tarih sahnesine çıkmak…
Ünlü ya da yaygın söylemle popüler olmak ile insanlık tarihine çıkmak farklı şeyler olmalı. Pop şarkıcılarının dünya çapındaki popülaritesi bazen insanların düşüncelerini etkileyip değiştirebilmişlerdir. Ama ünlü olmak için Kabe’de zemzem kuyusuna işeyen adam bir çobandı. İnsanlığa değer ve hizmet katarak ünlü olanlara nispet olsun diye yaptığı bu eylem sonunda kellesini kaybetmiş ama kendisi değil de yaptığı iş ünlü olmuş ve bugün bile hatırlanıyor. Çobanın adını hatırlayan yok bile. Tarih sahnesine çıkmak birey ya da toplum olarak sadece ünlü olmak değil, insanlığa olumlu bir katkı sunmakla mümkündür. Edison, Pastör gibi bireyler tarihin gidişatına olumlu yön verecek işler yapan toplumlardan söz edilmeli. Örneğin Türkler hangi durumlarda tarih sahnesine çıktılar dense akla; İstanbul’un fethinin sonucu olarak batıya göç eden bilimadamları antik Yunancayı batıya öğretmişler ve reform ve rönesans hareketlerinin başlamasına katkısı olmuştur. Kurtuluş savaşı, az bir askeri kuvvetle vatan savunması temelinde örgütlenildiğinde dönemin en güçlü ordusunun yenilebilineceğini göstermiş; Çin Japonya’ya karşı direniş savaşının örgütlenmesinde Mao ‘’Çin’in M. Kemalİ yok demiş; Cezayir direniş savaşında Fransızlara karşı savaşan yurtseverlerin yakalarında M. Kemal rozeti vardı. Vietnam direnişinde, Anadolu kurtuluş savaşının temel ilkesini benimsedikleri ve başarılı olduğu çok yazıldı. Bu anlamda Türkler iki defa tarih sahnesine çıktılar denilebilir. Bunlara ek olarak Türklerin bulduğu yoğurt da dillere bu adla girmiş, yine Türk icadı olan dolmuşun Londra’da, Tokyo’da ve Nalçik’te yaygın olduğunu da eklemek gerek.
Bugün ulusların tamamına yakınının kullandığı ilaç araç gereç ve makinelerden tutun da sayısız şey var. İsimlerini yazmaya gazete sayfası yetmez. Ama her buluş ya bulanın adıyla ya da milletinin diliyle isim alır ve çoğu dillere de öyle geçer… İnsanlık tarihi dediğimiz şey de soyut ve somut olan bunların toplamı değil mi zaten?
Çerkesler tarih sahnesine çıktılar mı? İki savaşın sonuçları açısından incelediğimizde buna evet demek mümkündür. Bu ay yıldönümü anması yapılan 1708 Çerkes-Tatar savaşında Kabardeyler Tatar ordusunu yok ederek yenmişlerdir. Bunun birkaç sonucu oldu. En önemlisi 1700 İstanbul anlaşmasıyla Azak’ı Ruslara terk eden Osmanlıların yayılmacı Rusya’ya karşı Kafkasya’da oluşturmak istediği stratejik cephe-alan oluşturulamamıştır. Tatar ordusunun yek edilmesiyle önceden söz verildiği halde İsveç kıralı XII. Karl’a İsveç-Rus savaşında asker yardımı yapılamamış, yenilmiştir. Rusların sıcak denizlere inme stratejisinin önünde olabilecek Osmanlı engeli kalkarken, Batı’da sürekli saldıran İsveç sorunu konusunda zaman kazanmışlardır.
İkinci savaş ise Tatar savaşından çeyrek asır sonra başlayan Kafkas-Rus savaşı. Dünya ticaret yollarını kullanarak ticaret gelişmeden Rusya’nın gelişemeyeceğini, büyümeyeceğini bilen Çar Petro (Deli Petro) için ‘’sıcak denizlere inmek’’ şeklinde ifade edilen yayılma ve genişlemenin tek yönü Karadeniz’den, boğazlardan inmekti. Kafkas -Rus savaşlarının temel nedeni Ruslar için bu olsa da; Çerkesler için vatan savunmasıydı… Yüz yıl süren bu savaş Rusların kazanıp tarihin gördüğü en büyük soykırım ve sürgünle sonuçlanmış olsa da Rusların sıcak denizlere inmesi yüz yıl gecikmiştir. Bu süre sonunda zaten dünya deniz ticaret yollarının da çok önemi kalmamıştı.
Bu savaşların yurt savunması olması belki de Anadolu bağımsızlık savaşından da önce küçük kuvvetlerle dev orduları yurt savunması temelinde durdurulabileceğini göstermiştir diyebiliriz. Marks bir gazete yazısında bu hakkı teslim etmiştir. Bu iki savaşın bölgesel siyasi ve askeri sonuçları, dönemin ve bölgenin iki imparatorluğunun farklı zamanlarda ilerlemesini durdurmuş ve olası etkileri ertelemiş hatta engellemiştir. Bu anlamda tarih sahnesinde uzun ve etkili zaman dilimlerinde kalmıştır dersek yanlış olmaz sanırım.
Çerkes tavuğundan hiç bahsetmeyeceğim…
Nalçik