Meşbaş’e İshak ve Edebi Kişiliği

0
524

Mevlüt Atalay

Meşbaş’e İshak, edebi eserlerinde bireysel ve toplumsal yaşamı alabildiğine renkli bir şekilde kaleme almış. Okuyucuların kültürlerine, dünya görüşüne göre unutamayacakları tablolar çizmiş. Din dil, milliyet ayırımı yapmaksızın bütün insanları aynı şekilde etkileyen ve düşündüren bir dünya görüşüne sahip. İnsanlığı daha iyiye ve güzele kararlı bir şekilde adım atması için teşvik ediyor, yüreklendiriyor. Hümanist bir yazar Meşbaş’e İshak. Adige dünyasını kaleme almış olsa da şiirlerinde ve romanlarında evrensel değerler var. Adigelerin tarih içindeki yolculuklarında çekmiş oldukları acıları anlatırken, böylesi acıları başka halkların yaşamamalarını istiyor. Halklar arasında kin ve nefretin son bularak barış ve kardeşlik içinde yaşamalarını istiyor. Doğayı alabildiğine realist bir şekilde gözlemliyor, sosyal olaylarla doğa olaylarını birleştiriyor. Örneğin, Taş Değirmen’de Adigeler arasındaki fikirsel ayrılıkları, liderlerin bir araya gelerek fikir birliğine varamamalarını anlatırken bu sosyal durumu, gökyüzünde parçalanmış olarak sağa sola savrulmakta olan kara bulutlara benzetiyor. “Doğu ve Batı” adlı romanında Mısır Sultanı Pıypes’in yaygın deyişle Bibars’ın ölüm anı yaklaştığında uçsuz bucaksız çöl yalnızlığı, çöl suskunluğu üzerindeki düşüncelerini hatırlatıyor.
Adige yazını çok genç bir yazın. Ruslara karşı yüz yıldan fazla savaşmış, halkının yüzde doksanı ülkesinden sürülmüş olan bir şair ve roman yazarı olan Meşbaş’e İshak’ı bu kadar hümanist yapan ne? Bu sorunun cevabını Adige halkının yüzyıllardan beri üretmiş olduğu kültürel değerlerde, yaşam biçiminde, dünyayı algılayış şeklinde aramamız gerekiyor.
İshak küçüklüğünden beri dedesini ziyarete gelen konuklara hizmet etmeyi, onların anlattıklarını dinlemeyi alışkanlık haline getirmiş. Yaşlıların anlatmış olduğu masallar, Nart eposu onun dilinin ve dünya görüşünün gelişmesinde etken olmuş. Yazar, “küçükken arkadaşlarım oyun oynarlarken ben yaşlıların anlattıklarını dinliyor, anlatılanları unutmamak için içimden tekrar ediyordum” diyor.
Şunu hemen söylemiyiz ki, Adige yazını büyük Ekim Devrimi’nden sonra başlıyor. Ekim Devrimi’nden önce Adige aydınları Rusça yazıyorlardı.
19. yy.da Rusça yazan Adige yazarlarının estetik zevklerine tanık oluyoruz. Ç’aş Adilceri, Negumo Şore, Kırım Çeri, Ahmedıko Kızbeç, Bersen Vumar gibi yazarların ürünlerinde Adigelerin edebi kaygılarını açıkça görebiliyoruz.
Adige halkının içinde yetişen önderler Adige abc’sini yapmışlar, insanlarımıza okuma yazma öğretmek için caba göstermişlerdi. Fakat Rus Çar’ının politikası dağlıların okuma yazma öğrenmelerine karşı olduğu için soylu amaçlarını gerçekleştirememişlerdi.
Büyük Ekim devriminden sonra 1924’de Arap abc’si, 1928’de Latin abc’si, 1936’da Rus abc’si kabul edildi. Rus ABC’sinin kabulü ile yazılan eserlerin basılmasında kolaylık sağlandı. 20’li yıllarda yazının temelini atan genç yazarlar büyük sorumluluk üstlendi.
Şair ve romancımız Meşbaş’e İshak’ın edebi yazıları 1950’lerde edebiyat dergilerinde görülmeye başlandı.
İshak’ın soyadı olan Meşbaş’e, çok eken, anlamına geliyor. Yani o, soyadı gibi çok çalışkan bir yazar. Edebiyat dünyasında ilk önce şiirlerini görüyoruz. Daha sonra romanlarını… Köprü, isimli şiir kitabında anlattığı gibi roman ve şiir arasında köprü görevi yaptı. Şiirleri ve romanları tekrara düşmeden, ele aldığı her temaya uygun anlatım yöntemleri bularak şiirini ve romanını geliştirdi. Tırmanmış olduğu bir yükseklikten sonra daha da yüksek anlatım şekilleri bularak halkının dününü ve bu günü anlattı.
İlk ele aldığı tema, doğal olarak ikinci dünya savaşındaki olaylar oluyor. Bunu anlamak zor değil. Çocukluğu o zorlu savaş yıllarında geçti. İlk şiiri de savaşın bittiğini, zafer kazanıldığını müjdeleyen şiiri.
İshak, toprağın güzelliğini, tadını, ona bağlı olan çiftçilerin topraktan güç aldıklarını küçüklüğünde anlamış. Toprağı ve topraktan geçinen emekçileri anlatırken “Ellerim bahar kokuyor” diyor.
Meşbaş’e İshak, diğer yazarlar gibi iyilik ve kötülük arasındaki savaşımdan çokça söz ediyor. Acıma, iyilik yapma, halklar arasında olması gereken kardeşlik, iyi kalpli olma işlediği temalar arasında önemli yer tutuyor. “Сидунaй-Dünyam”, “Орэдыкl-Yeni Türkü”, “Жъогъо Бын-Yıldız Kümesi”, “Псал-Söz”, Лъэоянэхэр-Merdiven Basamakları”, “Хыуай-Dalga”, Лэмыджхэр-Köprüler”, “Тыгъэгъаз-Gündöndü”, “Тыжъын Ошх-Gümüş Yağmur”, Гъатхэ огум иорэд-Baharda Gökyüzünün Şarkısı”, gibi şiir kitaplarında yaşamı ve yaşamın güzellikleriyle, insanlığın ulaşmasını istediği barış, sevgi ve kardeşliği işliyor.
İshak, roman yazmaya başladığında tıpkı şiirde olduğu çok önemli eserler verdi. “Агъаерэм ежъэшхэрэп-Yas Tutmak için Beklenilmez”, Цlыфыр тlо къэхъурэп-İnsan İki Kez Doğmaz”, Илъэс фыртнэхэр-Fırtınalı Yıllar”, “Нэфшагъо лъагъохэр-Tan Vakti İzleri”, “Шlу шlи псым хадз-İyilik Yap Suya At” ve başka romanlarının teması, yukarıda söz ettiğimiz gibi İkinci dünya savaşındaki olaylar. Zaten o yıllarda Sovyet romacılığının en önemli teması savaştı. İshak bu romanlarında insan karakterini, düşünce ve davranışını derinlemesine analiz ediyor. Okuyucuya sadece savaş yıllarında gecen olayları aktarmakla kalmıyor, savaşın insan ve toplum üzerinde açmış olduğu derin yaraları ve toplumsal değişimi gözler önüne seriyor.
Zamanı anlamak zor. Sosyalizmin inşası esnasında yaşamı bitip tükenmek bilmeyen savaşlar kuşatmıştı. Köye giren Bolşevikler, siz Menşeviksiniz, diyerek herkesi kılıçtan geçiriyordu. Aynı şekilde aynı köye giren Menşevikler, siz Bolşeviksiniz diyerek sucsuz insanları öldürüyorlardı. İnsanların çoğu taraf olmaktan ziyade can derdine düşmüşlerdi. Ayrıca halk, dindar- dinsiz, zengin-yoksul kavgasındaydı. Hangi tarafın haklı olduğunu anlamak zordu. Bunlardan başka tün insanlara saygı duymayı, eşitliği savunanlar da vardı. Koyu bir feodal yapıya sahip olan, okuyan ve yazanı çok az bulunan bir toplumdan yükselebilecek farklı sesleri, eğilimleri tahmin etmek zor değil. Yazar, bu karmaşayı anlatırken Goşeynay adlı roman kahramanın etrafında dönen olayları bize anlatıyor. Roman kahramanı, hayali bir kahraman değil, fabrikada çalışan bir Adige kadını.
Yukarıda adını verdiğim romanlar, yakın tarihi anlatan romanları. Yalnız yazar, halkının tarihsel yolculuğunu unutmuyor, daha önce şiirlerinde ele aldığı pek çok trajik olayı bize, roman formunda sunuyor. 90’lı yıllardan sonra yazdığı romanları, başta sürgün olmak üzere Adige tarhi oluyor. Yazar anlattığı her olayı tarihi belgelere dayandırıyor. Yazarın tarihi roman yazmada kılı kırk yardığını Taş Değirmen adlı romanında “ön söz yerine” adındaki bölümden bir alıntıyla paylaşayım: İstanbul’da ziyaret ettiğim arşivde bulduğum bir belge beni Paris’e yönlendirdi. Parise gitmesem de olurdu. Fakat atalarımın yıllar önce davalarını anlatmak için at sırtında Paris’e gittiklerini hatırlayınca, uçakla iki üç saatlik bir yolculuk için üşenmenden utandım, Paris’e gittim.
“Бзыикъо зау-Bzıyıko Savaşı”, Мыжошхьал-Taş Değirmen”, Гъэритl-İki Esir”, Хьанджэри-Hanceri”, Рэдад-Reded”, Адыгъэхэр-Adigeler”, Къокlыпlэмрэ къохьапlэмрэ-Doğu ve Batı” “Рафыгъэхэр-Sürülenler” ve diğerleri, tarihi romanları oluyor. Bu romanların hepsi Adige Rus savaşlarını anlatan romanlar. Pek çok Rus okuyucudan “Adige-Rus savaşı hakkında bizim bilmediklerimizi öğrettiğin için teşekkür ederiz” şeklinde pek çok geri dönüş mektubu alıyor.
Gerek dili, gerekse dayandığı kurgusu bakımından çok ilginç olan romanlarından, benim açımdan en önemlisi “Бзыикъо зау-Bzıyıko Savaşı”. Bu kitabı, hem feodallerin hem de emekçilerin kendi dünyalarını korumak ve kurmak için bitip tükenmeyen bir umut ve enerjiyle yüklü oldukları için “Bitmeyen Umutlar” adıyla çevirmiştim. Yazarın bu romandaki anlatımı çok canlı, doğa betimlemelerini, sosyal olayları anlatım biçimi film seyreder gibi gözler önüne seriyor. Bzeyiko Zay, bestelendi, senfonik eser haline getirildi. Zaten roman, lirik bir roman.
Bzıyıko Zav romanını okuduğumuzda yazarın çok zengin Adige masallarından, atasözlerinden, bilmece ve bulmacalarından çokça yararlandığını görüyoruz. Bu savaş, Bzeyiko Zav, 1796’da oldu. Bir kaç saat süren bir savaş. Adige feodalleriyle emekçilerinin arasında geçti. Yenen ve yenilen belli olmamakla birlikte Adige sosyal yaşamı üzerinde büyük etkisi oldu. Feodaller savaş öncesi sürdürdükleri bir takım tavırlarını bırakmak zorunda kaldılar. Aynı şekilde büyük baskı altında yaşamak zorunda kalan emekçiler de kendi güçlerine, toplumsal etkilerine güvenmeye başladılar. Dikkatinizi çekmek için söylüyorum. Fransa devrimi 1786’da olmuştu, Adigelerin bu sosyal devriminin tarihi 1796. Adige tarihinde böylesi büyük sosyal bir devrim daha var. 1500’lü yıllarda olmuştu. Abzah boyları pşı adını verdiğimiz feodalleri başlarından atmışlardı. Bunun içindir ki Abzah boylarına demokrat Adigeler de denmektedir.
Taş Değirmen, Adige-Rus savalarını konu alan bir roman. 1763’ de Adige topraklarını işgal eden Çar ordusu, Mezdegu kalesini inşa etti. Bu kale bir kaç kez yıkıldı, yeniden yapıldı. Kabartay boyu, Mezdegu kalesini tamamen yıkmak, Rusları topraklarından kovmak için batı Adigeleriyle birlikte kesintisiz yedi ay savaştılar. Savaş, Kabartay boyu için tam bir felaket oldu. Yedi ay savaşı veya “Çavurıj Zav” adı verilen bu savaşta tarihçiler, Kabartay boyunun dörtte üçünün yok olduğunu söylüyor.
Taş Değirmen, 1829’da, Edirne anlaşmasıyla başlayarak 1864’de büyük sürgünle biten bir bir roman. Osmanlıyla Ruslar arasında Adigelerin yok edilişini anlatıyor. Roman, tamamen belgelere dayanıyor. Osmanlılar ve İngilizler yardım edeceğiz, silah, cephane göndereceğiz diye Adigeleri olayalarken Çar ordusu, durmak bilmeksizin stratejik yerlere kaleler inşa ediyor, Adige topraklarına ordusunu yığıyordu. Çar ve Osmanlı bu savaşlar esnasında kendi aralarında bir takım ittifaklara girmişti. Tamamen ablukaya alınmış olan Çerkesya, nefes alabilmek, diplomatik ilişkiler kurabilmek için çeşitli yollardan Osmanlıya gidiyordu. İstanbul’da ağırlanan, çeşitli hediyeler verilerek sırtları sıvazlanan elçiler her seferinde elleri boş olarak geri dönüyordu. Taş Değirmen’de, yabancıların bu olaya nasıl müdahil olduklarını, örneğin Şamil’in naip adıyla gönderdiği Muhammet Emin ve İngilizleri temsilen uzun bir süre Adigelerin arasında kalmış olan Mr. Bell’in entrikalarını görüyoruz. Taş Değirmen romanı, Adigelerin başına gelmiş olan en büyük trajedinin romanı. 1789’da Osmanlı sultanı, Ferah Ali Paşayı Soğucak kalesi muhafızlığına gönderirken 80 bin musallah atlı istediğini söylemişti. Rus Çarı da, ben insansız Çerkesya istiyorum, diyordu. En nihayetinde Çerkesya’da yaşayan halkın yüzde doksanı sürüldü, Çar da, Osmanlı da isteklerini elde etmiş oldu. Hatırlatmak için söylüyorum: Avrupa devletleri ile Osmanlı arasında yapılan anlaşmaya göre sürgün edilen Çerkeslerin yirmi yıl askere alınmasını yasaklanmıştı. Ancak Osmanlı sarayı, bunun içinde bir çıkış yolu buldu: Gönüllü Çerkes Süvari Birliklerini kurarak Balkanlarda savaştırdı.
Romanın adı Çerkes trajedisini tam olarak dile getiriyor: Taş Değirmen. Gerçek olan da o, Osmanlı ve Çar, Çerkesleri taş değirmende öğüttü, un haline getirdi.
İshak, “İki Esir” adlı romanında cephede olsa bilse insanların değer yargılarını aşındırmadan, insani değerlere saygı duyarak kalabildiğini anlatıyor. Rus eri Fedor Daniloviç Anaskeviç, Adigelerin deyişi ile kısaca Fidur, böyle bir insan. Adigelere esir olmasına karşın Fedor Daniloviç, Adigeleri anlıyor, bu savaşta onları destekliyor. Bu savaşın ne denli kirli bir savaş olduğunu anlaması için yazar, Fedor Daniloviç’in dini inancının etken olduğunu bize gösteriyor. Hristiyan olan Fidur’un inancına göre Müslümanlarda aynı Allah’a tapıyorlar. İnsanların bir birlerini öldürmelerini bütün dinler yasaklamış. İnsanların kendi toprakları üzerinde özgür olarak yaşamaları gerektiğini savunuyor.
Yazar, Fidur’un gözüyle Adigelerin insani değerlerini bize anlatıyor.
Meşbaş’e İshak da bu romanında, İki Esir’de kısaca ötekiyi anlamak, diyebileceğimiz empatiyi işliyor. Yazar, halkların bir birlerini iyi tanımaları, aralarındaki husumeti tamamen yok etmese de, hiç olmazsa diyalog kurabilmeleri için önemli olduğuna inanıyor.
86 yaşında olan büyük yazarımızın eserlerinin Türkçeye çevrilmemiş olması bizim eksikliğimiz. Yalnız, dil bilenlerin yazarın kendi yazdığı dilden okumaları daha etkili. En azından satır aralarında bize ulaştırmak istediklerini daha iyi anlayabiliriz.
Meşbaş’e İshak, Çeraş’e Tembot, Kuyeko Nalbi, Ç’ışeko Alim gibi büyük yazarlar yetiştirmiş olan edebiyatımız maalesef bugün en kötü günlerini yaşıyor. Gençleri yazmaya teşvik etmek için Gufes adına beş yıla yakın şiir hikaye gibi edebi yarışmalar düzenledik. İlk yıllarda yoğun katılım oldu, ancak daha sonraları ilgi azaldı, nihayet yarışmalara son vermek zorunda kaldık. İşin fecaatini anlamak için en genç yazarımızın elli yaşında olduğunu söylemeliyim. Üç yüz- beşyüz tirajla edebiyatın yaşayamayacağını anlamak güç değil. Tüm umutların diasporada okuyucu sayısını arttırmak olduğunu bilmenizi istiyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz