Abazalar’da Doğal Mahkeme

0
2152

Abazalar’da¹ toplumsal hayat içerisinde bazen bireyler ve aileler arasında istenilmeyen sorunlar yaşanabiliyor; bu sorunlar da serinliklere, dargınlıklara, kavgalara, yaralamalara, cinayetlere ve hatta kan davalarına dönüşebiliyordu. Bu ve benzeri durumların oluşmaması adına toplum adına düşünebilen, tek bir aile gibi hareket edebilen saygın ve onurlu bireyler, doğal hukuk mekanizmalarını hayata geçiriyorlardı. Toplumda engin tecrübe ve birikime sahip büyükler ile onlara hizmet ve danışma yapacak küçükleri bu mahkemeleri meydana getiriyorlardı.

Abazaca; “Eyzara”, “Azakon”, “Avusızbara”, “Ainralara” gibi adları olan bu yüce mahkemenin “Aydınlığa giden yol”, “Aydınlığa giden toplantı”, “İşi aydınlatma”, “Berraklaştırma” gibi kelime anlamları vardı. Bu mekanizmanın ana hedefi; kişiler, aileler ve sülaleler arasında oluşmuş problemlerin çözüme kavuşturulması, kan davasına dönüşmemesi ve gelecek kuşaklara sirayet etmemesiydi.

Mahkemenin üyeleri tecrübeli, birikimli, adaletli ve toplumsal kuralları iyi bilen kişilerden oluşuyordu. Bu kişilerin güvenilir, adaletli, tecrübeli, sevilen, sayılan ve sözü dinlenir kişiler olmasına dikkat edilirdi.

Kendi bünyesinden hâkimini, savcısını, avukatını, kefillerini ve şahitlerini çıkarabilen ve bunları toplumun huzuru, refahı ve iyiliği noktasında kullanabilen bu yüce mekanizma; bin yıllardır varlığını sürdürmektedir.

Mahkemenin İşleyişi

Meydana gelen olumsuz bir hadise karşısında buna tanıklık eden veya hadiseyi duyan komşular, köylüler ve akrabalar derhal bir araya gelerek çözüm üretmeye başlarlardı. Komşunun bir meselede duyarsız kalması büyük ayıp kabul edilirdi. Hadisenin büyüklüğüne göre önlemler alınırdı. Aralarında halledilebilecek bir konu olması durumunda öncelikli kendi etraflarındaki büyükler taraf olan iki aile temsilcilerini, onlara yakın olan akrabalarını ve köylülerini toplar, işi fazla büyütmeden aralarında konuşarak, çözüm üreterek halletmeye çalışırlardı.

Halledilmesi çok zor görünen ve kan davasına dönüşmesi kuvvetle ihtimal gözüken davalarda konuyu halletmek için çok zor bir süreç beklemekteydi. Köyün büyükler heyeti önce bir araya gelir, durum değerlendirmesi yaparlardı. Davanın büyüklüğüne ve ciddiyetine uygun fikir alışverişinde bulunurlardı. Belirledikleri stratejileri derhal hayata geçirirlerdi.

İlk iş olarak diğer köylerden veya bölgelerden kanaat önderliği yapmış özü-sözü bir, toplumda sevilen sayılan ve dinlenen büyüklere haberciler yollarlardı. Giden bu haberciler bu büyüklere olayı anlatır, onları kurulacak mahkemeye davet ederlerdi. Mahkeme için düşünülen tarihler o büyüklere bildirilir, onların oraya gelmeleri istenirdi.

Davet edilen büyükler oraya gitmeden önce kendi imkânları doğrultusunda yaşanılan hadise hakkında araştırma yaparak hazırlıklı giderlerdi. Bursa, İnegöl, Eskişehir ve Bozüyük hattından büyükler, Sakarya-Düzce hattındaki anlaşmazlıklara davet edilebilirdi. Tam tersi durumlarda ise Sakarya ve Düzceliler oralara giderlerdi. Hatta bazı doğal mahkemelerde büyüklerin Afyon tarafına bile gittiği bilinmektedir. Belirlenen tarih geldiğinde hadisenin geçtiği köydeki büyükler ve oraya davet edilen diğer köy ve bölgelerden büyükler bir araya gelirlerdi.

Çok eskiden farklı köylerden mahkemeye davet edilen büyük sayısı kadar, yaşça onlardan ufak olan kişiler de davet edilirdi. Burada küçükleri davet etmekteki ana amaç, onların büyüklerini görerek yetişmeleri ve bu tip konular hakkında tecrübe sahibi olmalarını sağlamaktı. Çünkü gün gelecek yaşça küçükler, büyük konumuna geleceklerdir. Küçükler büyüklerini her zaman örnek almışlardır. “Büyüğün (başın) olmadığı yerde ayaklar yetimdir” atasözü bunu iyi örneklemektedir! Diğer bir neden; onların da fikirlerini söyleyip olaya katkı sağlamaları beklenirdi.

Köyde sorunu olan her iki aileden de bağı olmayan tarafsız bir mekânda toplanılır. Bir araya gelindikten sonra ev sahibi konumundaki büyükler, gelen misafir büyüklere hadisenin mahiyeti açısından kapsamlı bilgi sunarlardı. Zaten oraya araştırma yapıp da gelen büyükler oradaki sunumla birlikte konu hakkında detaylı bilgi sahibi olurlardı. Durum değerlendirmesi yapıldıktan ve yol haritası çıkarıldıktan sonra ilk aşama olarak bu mahkemeyi temsilen sorun yaşayan her iki aileye de temsilci gönderilir, temsilciler gittikleri aile büyüklerine mahkemedeki büyüklerin selamını iletirlerdi.

Temsilciler, ailelerin yetkilerini mahkemeye verip vermeyeceklerini sorarlar, her iki aile de teklif edilen “Bu işi bize veriyor musunuz” önerisini kabul ederlerdi Çünkü bilirlerdi ki bu yapı bin yıllardır vardı, tarafsızlığından da asla taviz vermeyecekti. Kimse bu mahkemenin güvenirliği hakkında kuşkuya sahip değildi.

Bir sonraki aşama olarak bu konsey kendi aralarında aldıkları karar ile “Ahduksalar” (Kefiller) belirlenirdi. Kefiller iki kişi olurdu, her iki aileyi temsilen birer kişi. Kefillik çok büyük sorumluluk gerektirmekteydi! Çünkü sorumluluğu çok ağırdı. İlerleyen yıllarda alınan kararlardan birine uymayan taraf, aynı zamanda “Ahduksalar”ını da zan altında bırakmaktaydı. O yüzden kefiller özü sözü bir, sevilen, sayılan ve insanların dinlediği kişilerden olurdu. Bu kişileri sıkıntı altına sokmayı kimse göze alamazdı. “Ahduksalar” toplum önünde bir aileye kefil oluyorlar ise bu onurlu davranışın karşılığı olarak kefil olunan aileden hiçbir kimse onları üzmeyi ve kırmayı göze almaz, kendine yakıştırmazdı! Ama yine de bu kefillere ve mahkemenin almış olduğu karalara rağmen aksi bir davranışta bulunanlara “Amahage” (Lanetlenmiş kişi) anlamında kötü bir lakap takılırdı. Toplum neslinde “Amahage” ilan edilenler ile kimse konuşmaz, yardımcı olmazdı. Çok daha ileri boyutu olarak da kötü çizgisini devam ettiren ailelere veya kişilere verilebilecek en ağır ceza olan “Aymçöara” yani “Ailenin dağıtılması” sağlanırdı.

Bu süreçten sonra mahkeme adına belirlenen kişiler dava hakkında araştırma yapıp delil toplarlardı. Her iki aileyi de onlarla kan bağı olmayan, objektif konumdaki kişiler temsil ederlerdi. Bu kişiler bir nevi dedektiflik yapar, delil toplarlardı. Aile bireylerine soru sorar, şahitleri dinlerlerdi. Bu araştırma mahkemenin belirlediği belli bir sürede yapılmaktaydı. Süre tamamlandığında görevliler topladıkları veri ve delilleri mahkemeye sunarlardı. Toplanan veriler doğrultusunda büyükler konseyi onlara yardım eden küçükleri, kefilleri, görevlileri ve taraf olan her iki aileden temsilcileri dinler, verilen cevaplar doğrultusunda davanın son şeklini hazırlarlardı.

Sonra da alınan kararları her iki aile temsilcilerine ve onların kefillerine iletirlerdi. Çıkan karar genelde her iki aile açısından da kabul görürdü. Ve bunun ardından iki aile temsilcileri ve kefiller bu karalara uyup uymayacaklarını mahkemeye bildirir, sonuçlarına razı olduklarını herkese ilan ederlerdi. Bu tip mahkemeler bazen bir hafta, bazen de bir ay sürmekteydi. Bu zaman zarfında gelen misafir büyükler o köyde ağırlanır, köylülerin evlerinde misafir edilirdi. Evini açan ev sahibi, misafirinin onuruna “Aşta”² keserdi! Davanın çözüleceği kesinleşince son gün tüm konsey üyeleri, gençleri, iki aile temsilcileri tarafsız bir evde toplanır, son konuşmayı yaparlardı. Orada alınan kararlar tekrar ilan edilir ve taraflara mahkemeye gösterdikleri saygıdan ötürü teşekkür edilirdi.

Davanın bitirilmesinin onuruna “Aşta” kesilir, “Hâkim” konumundaki büyüğe kapanış konuşması yaptırılırdı. Konuşmasını yapan büyük sembolik olarak önündeki “hayvanın kulağını” keser sofraya koyardı. Bu davranış mahkemenin ve davanın bittiği anlamına gelirdi.

Mahkemenin Aldığı Kararlar

1- Cinayet ile sonuçlanan hadiselerde tarafları barıştırmak yerine, onların bu işi kan davasına dönüştürmemesine gayret edilirdi. Cinayetin kolay kolay barışı olmazdı.

2- Mahkemenin cinayet ile sonuçlanan davalara vereceği en büyük ceza, o ailenin köyü belli şartlar doğrultusunda terk etmesiydi. Buna Abazaca “Akhçöara” yani “Tehcir” denilmekteydi.

3- Köyden çıkarılan ailelere belli bir süre tanınır, bu süre dâhilinde evini, malını, bağına, bahçesini satmasına izin verilirdi.

4- Alınan kararlara daha önce yaşanmış benzeri hadiseler emsal gösterilirdi.

5- Abaza Mahkemesi devletin vereceği karara karışmaz, onun kararına saygılı olurdu.

6- Genelde Abaza Mahkemesinin hedefi ve misyonu gerçekleşmiş olan hadiselerin kan davalarına dönüşmemesi, daha fazla kanın akıtılmaması, dargınlıkların çözülmesi, serinliklerin ortadan kaldırılması şeklindeydi.

7- Bu yüce konsey, bazı davalarda suçlu olan ailenin, devletin mahkeme sürecinde avukat tutmasına izin vermezdi. Devletin vereceği karara tabi olmasını emrederdi. Ama tabi ki bir ailenin kendini savunma hakkının elinden alınması her zaman karşılaşılan bir durum değildi! Gerçekten çok ağır suç işlemiş kişilere uygulanırdı bu ceza.

8- Mahkemenin vermiş olduğu kararlara uymayan kişiler “Mahage” (Lanetlenmiş kişi) ilan edilirdi. Bu, toplum nezdinde verilebilecek en ağır cezaların başında gelmekteydi. Kimse bu tür kişilerle konuşmaz, onları muhatap almazdı. Bir Abaza için alınabilecek en büyük onursuzluk; ayıplanması, toplumdan tecrit edilmesiydi.

9- Suçlu birey veya aile, alınmış olan kararlara aksi yönde hareket etmekte ısrarcı olursa bu sefer de o aile “Aymçöara” olarak dağıtılırdı!

10- Cinayet ile sonuçlanmayan hadiselerde barışabilir durumda olan iki aile bireylerinin arasında dostluğun yeniden pekişebilmesi için bazen suçlu kişi mağdur olan aileden yaşlı bir kadına götürülür, sembolik olarak memesini ısırması sağlanırdı. Burada verilmeye çalışılan mesaj; “Kan davası olarak beklenen hadise sütkardeşliğine dönüşmüştür!”

11- Bazı durumlarda ise kan davasına dönüşmesi çok kuvvetli ihtimal olan hadiseleri çözmek adına, her iki aileden yeni doğmuş çocuklar becayiş edilir, yer değiştirilirdi. Böylece iki taraf arasında sonsuz bir bağ kurulur, kan davasının önüne geçilirdi. Örnek vermek gerekirse; Abhazya’da yaşanmış benzer bir olayda “Ajiba” sülalesi ile “Sıba” sülalesi çocuklarını becayiş etmiştir.

12- Bazen, suçlu aileye mağdur tarafın çocuğu belli yaşlara gelinceye kadar verilir. Onun yetişmesi o ailenin sorumluluğunda olurdu. Zamanı geldiğinde de çocuk törenle geri alınırdı.

13- Başka hadiselerde de olayı tatlıya bağlamak amacıyla; suçlu ailenin bireyi elleri bağlanarak mağdur aileye götürülür, orada herkesin huzurunda mağdur aile büyüğü tarafından elleri çözülürdü. Burada ellerin bağlı olarak götürülmesindeki anlam “Biz karşı tarafın alacağı tüm kararlara saygılıyız, onların vereceği ceza başımızla beraberdir” anlamında en büyük özür kabul edilirdi. Mağdur ailenin büyüğünün elleri çözmesi de; “Bizler sizlerin özrünü kabul ediyoruz ve affediyoruz” anlamındaydı! “Aşta” kesilir sadece hayvanın butu ve ciğerleri sofrada olurdu. Buna Abazaca “Makha-Goaça” denirdi, kardeşliği sembolize ederdi.

14- Abazalar’da ayıp kavramı, herkes tarafından çok önemsenen, her şeyin üstünde tutulan ve bu yüce konseyin güç aldığı bir olguydu. Abazalar’da ayıplanmak veya ayıplanmış duruma düşmek en onursuz durum olarak kabul edilirdi. Abaza ayıplanacağına ölmeyi tercih ederdi. Çünkü Abaza onuru için yaşamaktaydı. Bu oto kontrol mekanizması toplumu bin yıllardır bir arada tutmuş, sorunların çözülmesinde ana faktör olmuştur. Bu sebeptendir ki; “Dünyada hapishanesi olmayan tek yer Kafkasya’dır”.


Notlar:

1-Abaza’nın kelime anlamı: Arap, Bizans, Roma ve Türk kaynaklarında Apsuva-Abhaz, Aşuva ve Aşkaruvalar’a verilen addır.

2-Aşta sofrasının anlamı: Küçük ve büyük baş hayvanın kesilip belli uzuvlarının misafir için sofraya konulması. Hayvanın sofraya konan her uzvunun belli sembolik bir anlamı vardır.

Sayı: 2018 04
Yayınlanma Tarihi: 2018-04-01 00:00:00