سْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ اقْرَأْ بِا: ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak”dan yarattı. (Diyanet İşleri Meali 1-2)
Kur’an-ı Kerim’in ilk ayeti ve ilk emri olan ikra’ (oku) kelimesini irdelemek istiyorum. Dil bilimin fonetik ve etimoloji dallarından yararlanarak değerlendirme yapmayı yeğleyeceğim. Maksadım, çoğu zaman olduğu gibi dillerin başlangıçta bir kökten neşet ettiğine dikkat çekmek olacaktır. Bunu yaparken de günümüze insanoğlunun hayatında önemli bir yer tutan Kur’an terminolojisinden seçim yaparak bizce yanlış yorumlanan bir konuya da dikkat çekmiş olacağız.
Bu kelimeyle ilgili baktığım kırk küsur Kur’an mealinin tamamı da (ikra’) kelimesini okumak olarak tercüme etmişlerdir. Günümüzde, okuma yazmanın yaygınlaşmasının etkisiyle olsa gerek bildiğimiz anlamıyla, bir nüshayı okuma, bir yazıyı ya da kitabı okuma anlamlarındaki okuma kavramı anlaşılmaktadır. Oysa, Kur’an-ı Kerim nazil olduğu zamanlarda okuma yazma yaygın değildi ve Allah elçisi de okuma yazma bilmiyordu. Okuma yazma bilmeyen yani ümmi bir insandan, bugünkü anlamda kitap okur gibi bir şeyin okumasını istemek çok da mantıklı bir açıklama olmamaktadır. Üstelik gelen vahiy de bir tablet üzerine yazılı bir metin şeklinde gelmemiştir. Aksine vahiy 23 (yirmi üç) yıl boyu tamamlanana kadar hep lafız yani söz üzere gelmiş ve zaman içerisinde hafızlar tarafından ezberlenmiş, vahiy katipleri tarafından yazılmış, daha sonraları derlenerek bugünkü kitap haline getirilmiştir. Bu bile başlı başına Kur’an’ın bir yerden kopyalanmadığı, başka bir insandan aktarılmadığı açısından önemli bir mesajdır. Çünkü gelen vahyin, vahiy öncesinden asla ve asla bir benzerine dahi rastlanmamış hem lafzı hem manası o güne kadar herhangi bir metinde geçmemiş ve başka bir yerde herhangi bir kaydına da rastlanmamıştır. Bütün bunlar asıl konumuzu oluşturmamakla birlikte üzerinde duracağımız kelimenin ve konunun daha anlaşılır kılınması ve kelimelerin oluşumu, ses bilgisi ve Adıge Dili’nin kadim gücünün anlaşılması açısından önemlidir.
İkra’ kelimesinin anlamı bugün anladığımız anlamda herhangi bir metin ya da kitap okumak şeklinde olmuş olsaydı, Allah resulü ilk vahyi alır almaz okuma yazma bilen birini bulur mutlaka bir şekilde okumayı ve yazmayı öğrenirdi. Ayrıca artık vahiyle muhatap olacağına göre yanında metni yazacağı tablet ve yazıda kullanacağı bir tarz kalem bulundururdu. Çünkü Resul-ü Zişan gibi birisinin ilahi bir emre 23 (yirmi üç) yıl uymadan yaşaması düşünülemez. Oysa o, تنسسَنُقْرِؤُكَ فَلَا: Sana (Kur’anı) okutacağız, sen unutmayacaksın şeklinde uyarılıyordu. Burada da görüldüğü gibi senuqriu/okutacağız şeklinde bir ifade kullanılmış ve lafzın yazı ile değil öğrenme ve ezberle ilgili olduğu açıkça anlaşılabilmektedir.
İslam tarihinin ilk dönem kaynaklarından olan İbn-i İshak’ta da Ahmed Yunus’tan, Yunus İbn İshâk’tan, o da Abdülmelik b. Abdullah b. Ebû Süfyan b. Ala es-Sakafi’den rivayet etmiştir: “…Allah-ü Teala’nın, O’na peygamberlik in’an ve ihsan ettiği gece olunca, Cibrîl (a.s.) ona Allah’ın emrini getirdi. Konuyla ilgili Rasûlullah (s.a.) şöyle demektedir: Cibrîl, bana, uyurken geldi. ‘Oku!’ dedi. Rasûlullah (s.a.): ‘Ben okuma bilmem’ diye karşılık verdim. Cibrîl, beni öyle bir sıktı ki, neredeyse öleceğimi sandım. Sonra Cibrîl (a.s.) beni bıraktı, tekrar: ‘Oku!’ dedi. Rasûlullah (s.a.) yine: ‘Okuma bilmem’ cevabını verdim. Sonra Cibrîl, yine beni öyle bir sıktı ki öleceğimi sandım. Sonra bıraktı ve tekrar: ‘Oku!’ dedi. Ben de yine ‘Okuma bilmem’ dedim. Bu olay bir kez daha tekrarlandı. Cibrîl yine ‘Oku!’ deyince ben: ‘Ne okuyayım?’ diye sordum. Bunun üzerine Cibrîl: ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin ziyade Kerem sahibidir. O, kalemle öğretti, insana bilmediği şeyleri öğretti’ dedi ve oradan ayrıldı, gitti.”
Bütün verdiğimiz metin ve ayetlerde de geçen oku kelimesinin herhangi bir metni yüzünden okuma şeklinde olmadığı anlaşılmaktadır. Bunu doğrulayan başka ayetler de vardır şüphesiz: ‘Kur’an o k u n d u ğ u n d a (qurie) o’nu dinleyin. ’ 7/204 gibi. Buradaki okumanın da kitaptan okuma şeklinde bir zorunluluk söz konusu değildir. Anlaşılması gereken Kur’an’ın irticalen aktarılmasıdır.
John Penrice, Kur’an Sözlüğü (Dictionary and Glossary of the Holy Qur’an) adlı eserinde, قرا / qeree: okumak, nakletmek, şeklinde açıklamaktadır. Yani mesajın muhataplarına aktarılmasıdır.
Bugünkü haliyle Q e r e e/ kelimesi, M.S. 500’lü yıllara gelinde kökleşmiş ve oku, anlamında kendine özgü bir anlam kazanmış olması muhtemeldir. Ancak bir ihtimal daha var ki q e r e e kelimesi oku, anlamından çok söyle, konuş, duyur anlamlarını taşıyor olmalıdır. Örneğin, ‘babam size geleceğini söylememi istedi, derken burada iletilmesi gereken bir mesaj vardır ve o mesaj da sözlü olarak iletilmekte ve detayı olduğu gibi aktarılmaktadır. Allah elçisine Q e r e e kelimesinden q r e’ dediği zaman oku, değil, söyle, konuş demektedir.
Aslında kelime yapısı itibariyle basit yapılı bir kelime değildir. Kelimenin kökü sonundaki (‘) kesme işareti şeklinde Latin alfabesinde kullanılan ve Arapçadaki elif (أْ) sesinin cezimli okunuş şeklidir. Yani ( O ) (Adıge dilindeki söyle anlamında işlek olarak kullanılan (O: söyle) kelimesidir. Bizleri alfabelerin değişik, harflerin farklı karakterlerle yazılıyor olması yanıltmamalıdır. Asıl, seslere bakmak gerek. Hem Arapçada ve hem Adıge dilinde emir kipleri cezimli okunur. Adıgabze, yeo (е1о) dediğimiz zaman, söylüyor; yo’ (е1у) emir kipi ekliyle söyle demek isteriz. Kelimeyi bugünkü haliyle düşünmemeliyiz. Onun tarihsel ses güzergahını irdeleyebilmeli, seslerin geçmişte birer kelime olduğunu, zamanla bu farklı seslerin birleşik kelime mantığıyla bir araya gelerek kaynaştıklarını ve yeni anlamlar kazandıklarını ve zaman içerisinde kaynaşarak yeni anlamlar, yeni kurallar, yeni diksiyonlar kazandıklarını biliyoruz.
Q e r e e (okumak) kelimesini geçmiş zamanda telaffuz şekli q e r e o şeklindedir. Kelimenin kökü ise Arapçadaki (أُوْ)/Adıge dilindeki (O- söyle) kelimesidir ki kelimenin en sonundadır. Kelime diyorum, çünkü dilin başlangıç evresinde her bir ses aynı zamanda birer kelimedir.
Kelimenin ortasındaki R sesi ise araçsallık, vasıta, aletsel bir işlevi yerine getirmektedir.
Txen: Yazmak
Retxe: … ile yazmak.
Kalemım retxe: Kalem ile yazıyor.
On: Söylemek
Reo: рэ1о: Bir şey hakkında başkasına bir şey söylemek.
Reo rewuç’ı: Bir şeyler söyleyip, bir şeylerin derdine düşmek…
Kelimenin başındaki Qe ise eyleme yön verir ve bu taraf anlamı katar. Eylemin yönünü özne merkezli yapar.
Yani;
Reo, öte taraftaki birine bir şey söylemek gerektiğini; Qıreo dediğimizde ise bu taraftaki birine bir şey söylemek gerektiğini anlarız. Özetlersek;
İ q r a ‘ : söyle
b i i s m i : ismi ile (a bı sme): ondan yana
r a b b e k e: Bir şeyle daim yenileyerek çoğaltan
el l e z i. Öyle ki
xhe (хъэ): tığ işçiliği gibi dokuyan
lhı (лъэ):kan. Lhe sesi, Le sesine dönüşmüştür. Akraba seslerdir.
q (къы): kalıb, katı, iskelet halinde
Xhe-lhı-q: kan pıhtısından dokunmuş cisim, kalıp
Görüldüğü gibi sadece qaree kelimesi değil, abısıme, rabbeke, xhelheqe, kelimeleri de Adıgabze eksenli irdelendiğinde orijinal yapıya ulaşılmaktadır. Alak kelimesinin bile üç ayrı kelimeden oluştuğu da görülmektedir. Qaree ise oku değil, Kur’an eksenli anlat şeklinde anlaşılmalıdır.
İnsanı kan pıhtısından bir kalıp halinde yaratıp sürekli çoğaltanın isminden yana konuş.
Yani, sizi kan pıhtısından dokuyarak çoğaltan (Rabb)’ın sana mesaj verecek ve sen onun elçisi olarak gönderisi üzerinden açıklamada bulun, söyle, kendi kafandan, hevandan bir şey söyleme.
Anlaşılan odur ki dünyanın en eski dillerinden biri sayılan Arapça, gelişmiş bir dil olmasına rağmen sanıldığı gibi Adıge dilinden eski bir dil değildir. Bugün dilbilim dünyası Hami-Sami Dilleri ile Hint –Avrupa dillerinin zamanda ayrıştığını en azından tahmin etmelerine rağmen nereden, hangi dil üzerinden ayrıştıklarına cevap verememektedirler. Adıge Dilini öğrenmedikleri ve onun hars yapısına ulaşamadıkları sürece de yeterince doyurucu cevap veremeyeceklerdir. Orangutanları konuşturabilmek için ayırdıkları zamanın onda birini Adıge Diline ayırsınlar insanlığa ve dil bilime büyük bir hizmet yapmış olacaklardır. Adıgabze kendi üzerinde çalışacak, onu bir arkeolog gibi en ince damarlarına kadar kazıyacak dostlarını beklemektedir.
1Kur’an-ı Kerim, Alak suresi 1.2. ayetler
2Kur’an-ı kerim Âlâ suresi. 6. Ayet
3Fidan Şakir, Yüksek Lisans Tezi, sayfa 38-39 http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/8918/234949.pdf?sequence=1
4Kur’an- Kerim, Arafsuresi 7/2-4