Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

“Apsyrtos”

-Üç bin yüz yıl öncesinden gelen şahitlik-

Argonautlar, Kolkhide’ye “Altınpost Seferi”ne çıktıklarında tek amaçları vardı; yağmalayabildikleri kadar yağmalayabilmek!

İşin garibi bu yağmaya kendi kardeşinin de katılmış olmasıydı; Elis kralı Augias, sözde tanımadığı üvey kardeşi Aietes’i görmek arzusu ile bu sefere katılmıştı.

Bu da bir hayli ilginç; Yunanistan’ın Elis bölgesi kralı ile Kolkhide, yani bugünkü Abhazya ile Migreyla’yı kapsayan bölgenin kralı kardeş! Elis bölgesinin ise çok eski bir Pelasg yerleşkesi olduğu ve Kaukon kabilesinin bulunduğu biliniyor.

Gemi, elli kürekçinin kürek çekebileceği bir boyda idi. Toplam elli beş yolcusu vardı. Bunların hepsi birer şehrin kralları veya yarı tanrı insanlardı, katılanlar ya kardeş ya kuzen veya baba-oğullardı. İşin ilginci, hepsinin kökeni Promethesus’a dayanıyordu. O da mitoslarda anlatıldığı gibi Kafkas dağlarının zirvesine zincirlenmişti.

“Dördüncü soy da yine tunç soyu olarak adlandırılır. Fakat bu devirde yaşayan insanlar bir öncekine göre daha asil ve yetenekliydiler. Babaları tanrılar, anneleri ise ölümlülerdi. Thebai Surları’nda, Argonaut Seferi’nde ve Troya Savaşı’nda yiğitçe dövüşenler bunlardı. Hayata gözlerini kapadıklarında Elis Ovaları’nda birer kahraman olarak yaşamaya devam ettiler.”
Seferi yöneten İason, kaptan Hagnias oğlu Tiphys, gemiyi yapan Argos, Trakya Kralı Oiagros ve Müz Kalliope’nin oğlu olan müzisyen Orpheus, seferin habercisi Hermes’in oğullarından Aithalides, Herakles, yani nam-ı diğer Herkül, bu sefere katılan başlıca kişilerdir.

Bu sefere katılan, Tanrı Zeus ve Leda’nın oğlu olan iki kardeş, Kastor ve Polydeukes ise Dioskurlar olarak anılırlar. Bu iki kardeşin, günümüzde Abhazya’nın başkenti olan Sohum yakınlarında, bir Helen kolonisi olan Dioskouroia şehrini kurdukları Yunan mitolojisinde geçer. Aynı zamanda bu iki kardeşin Anadolu kıyılarında, Çoruh nehri boyunca uzanan Heniokhi kolonisini de oluşturdukları söylenir. Heniokhiler’in bugünki Abazalar’ın atalarından olduğu zaten biliniyor.

Bu “Altınpost Seferi”, Helenlerin Troya’yı yıktıkları tarih olan MÖ 1100’den önce gerçekleştirilmiştir. Kastor ve Polydeukes (Dioskouroi), kardeşleri, Menelaos’un karısı Helene’nin, Troyalı prens Paris tarafından kaçırılması sonucu çıktığı söylenen Troya savaşına, daha önce başlarından geçen bir olay sonucunda tanrılaştırıldıkları için katılmamışlardır.
“Helios (Güneş); Apollon gibi, diğer güneş tanrılarından ayrı bir varlığa, kendine özgü bir kişiliğe sahip olan bir tanrı. Titanlar kuşağından olan Helios, Olymposlular’dan daha eskidir.”
“Kral Athamas ağlaya ağlaya, oğlu Phriksos’u dağın zirvesine çıkarır. Tam boğazını kesecekken, civarda bulunan Herakles, koşarak gelip bıçağı zorla elinden alır, ‘Babam Zeus …’ diye haykırır Herakles, ‘İnsan kurban edilmesini lanetlemiştir!’ Ancak, Hera’nın emri üzerine Hermes veya bazılarının söylediğine göre bizzat Zeus tarafından birdenbire kanatlı altın bir koç indirilir, Phriksos’a ‘Sırtıma bin’ diye bağırır koç, Phriksos da itaat eder. Phriksos, kendine yalvaran kardeşi Hele’yi de arkasına bindirir ve altın koçun sırtında doğuya, Helios’un atlarını yetiştirdiği Kolkhide’ye doğru uçar. Kardeşi Hele Karadeniz’e düşer, kendisi sağ salim Kolkhide’ye ulaşan Phriksos, koçu burada Zeus onuruna kurban eder. Koçun altın postu ise, daha sonraki çağlarda oldukça meşhur olur.”

“Bir diğer sebep ise, Strabon’un ileri sürdüğü gibi Karadeniz’e açılan Argonautlar’ın, Kolkhia Phasis’de (şimdilerde Rion adıyla bilinmektedir) yerliler tarafından nehir yatağında postlarla toplanan alüvyonlu altını aramaya çıktıkları şeklindeki iddiadır.”

“Söz konusu seferin görünürdeki amacı, Minyas’ın torunu olan ve Laphystion dağında kurban edilmek üzereyken altın postu ‘Aieteslerin ülkesine’ kaçıran Kraldan bu kutsal emaneti geri almak ve Phriksos’un hayaletinin eşliğinde onu Orkhomenos’ a geri getirmekti. Argo gemisine liderlik eden kahraman çok büyük bir olasılıkla, Apollonius Rlıodius tarafından özellikle efsaneye dahil edilen ve Phriksos’un kaçışıyla Orkhomenos’da baş gösteren veba illetini savuşturmayı başardıktan sonra İason (iyileştiren) unvanını almaya hak kazanan Phriksos’un oğlu Kytisoros (Herodotos: vii. 197) adındaki bir Minyalı idi; söz konusu gemiye Aison’un oğlu Diomedes komuta etmemişti. Ne var ki tüm bu anlatılanlara karşın Diomedes anne tarafından Minyalı idi ve aynı zamanda Orkhomenos ile Pelasg sınırları içerinde bulunan İolkos’da şecereler anaerkil doktrinlere göre düzenlenmekteydi.”
Rivayetler çeşitli olmakla beraber “Altınpost Seferi” de bu sebeplerle yapılmış…
“Pelasg sınırları içerinde bulunan İolkos’da şecereler anaerkil doktrinlere göre düzenlenmekteydi.”

Buna göre “Altınpost Seferi”ni yapanların hepsi Pelasg kökenli miydi? Pelasglar’ın Yunanistan ve tüm Anadolu’yu kapsayan, Kafkasya kökenli bir halk oldukları söyleniyor, yazılıyor. Onlar, atalarından duydukları, eski yurtlarının zenginliğini anlatan hikâyeler sonucunda mı bu seferi yapmışlardı?

“Argonautlar’ın hepsi İason’un bu önerisini kabul etti ve Aietes’in üvey kardeşi de onlarla gitmeye karar verdi. Cesur savaşçılar Aia’ya, Kirke’ye ait olan nehir kenarındaki mezarlık yolunu kullanarak yaklaştılar. Burası erkeklere ait cesetlerin tabaklanmamış öküz derilerine sarılarak kuşlara yem olmaları için söğüt ağaçlarının tepelerine bırakıldığı bir mezarlıktı; Kolkhisliler sadece kadınların cesetlerini gömüyorlardı… Burası Aietes’in babası Güneş Tanrısı Helios için kutsaldı ve tanrı eşsiz güzellikteki atlarını burada otlatıyordu. Anlatılanlara göre şehirdeki kraliyet sarayı Hephaistos tarafından kurulmuştu”.

Burası da ilginç; çok eskiden Abazalar, “Ölüyü iki kere gömmek” olan bu geleneği zaten uyguluyor idiler. Çürüyen etlerden arınan kemikler tekrardan toprağa gömülüyorlardı.
“Hephaistos”, Olymposlular’ın demircilik ve ateş tanrısıdır, topaldır. Nart mitolojilerinde de Tlepş, demircilik piridir ve topaldır. Olymposlu “Hephaistos” neden Aia şehrini kurmuş olsun ki? Üstelik Kolkhida eskiden beri demirciliğin merkezi olarak anılıyorken!

“Tarih Öncesi Ege-I”de George Thomson şöyle diyor: “Ares ve Hephaistos, babalarının Zeus olduğu ileri sürülmeden önce Hera’nın oğullarıydılar; oysa gerçekte biri Thrakialı, biri de Pelasg olduğuna göre Zeus’la da Hera’yla da bir bağları bulunamazdı.”

Şu da bilinirken; “Burası (Kolkhida) altın ve demir madeni açısından elverişli bir bölgedir. MÖ. 10.yy.’da Karialı gemiciler bu madenleri işlemişler ve insanları korkutacak efsaneler yayarak onların bu civara gelmesini engellemek istemişlerdir.” Ve de Karialılar’ın da Pelasglar’ın ardılları olduğu söylenirken…

“Karialılar Minos’un egemenliğine tabiydiler ve bunlara o zaman ‘Lelegler’ deniyordu… Onların çoğu Leleg ve Pelasg’lardı… Yazarlar askerlik işlerindeki şevklerinin kanıtı olarak, kalkan kulplarını, kalkan armalarını ve sorguçları gösterirler, çünkü bütün bunlar Karialı olarak adlandırılır… Oysa şimdiye kadar Karialılar bütün Hellas’ı seferlerde ücret karşılığı görev yaparak dolaşmışlardır.”

“Bu sırada İason da dikkatlice postu meşe ağacından aldı ve her ikisi hiç vakit kaybetmeden Argo’nun demirlediği kıyıya doğru koşmaya başladı.”

Meşe ağacı tüm Kafkasya’da kutsal bir ağaçtır. Bu herkesçe malumdur.

“Aietes’in onları Danube nehri ağzında yakaladığı zaman Medeia’nın beraberinde getirdiği üvey kardeşi Apsyrtos’u öldürüp parçalara ayırdığını, daha sonra da bu parçaları teker teker akıntıya bıraktığını ileri sürerler.”

“Apsyrtos” hakkında diğer bir söylence ise şöyle; “Vücudundan ayrılan organların birer birer akıntıya bırakıldığı şeklinde yorumlanan ‘Apsyrtos’ ismi belki de, Mainadlar tarafından vücudu parçalara ayrılan Orpheus’un sahip olduğu yerel bir unvandı.” Trak kökenli Orpheus’un gerçekten yerel bir adı ise bu kelime Trak halkı konusunda da bize bir ipucu veriyor demektir.*

Söylenenlere göre Medeia’nın üvey kardeşinin gerçek ismi Aigialeus idi; zira “Apsyrtos” kelime olarak, Argonautlar’ı takip eden Kolkhide filosunun komutanı olan prensin hile ile öldürülüp parçalandıktan sonra birbiri ardına suya bırakılan organlarının akıbetini açıklar şekilde “Akıp giden, atılan”** anlamına gelmektedir.

Belki de bu kelime, kendilerini Apsyrtos’un ölümünden sonra da ta Yunanistan kıyılarına kadar Argonautlar’ı kovalayan Kolhkide filosunun, prensleri için yaktıkları hüzünlü, iç yakan bir “Azar”ın (Ağıt) sıklıkla tekrarlanan bir mısrasından akıllarında kalan bir kelimeydi, kim bilebilir!

Biz, gerçekten “Akıp giden, atılan” anlamına mı geliyordu, bir bakalım!

“Psı”; 1.Ruh, can, 2. Su, 3.Ölü, (Abazaca ve Adıgece)
“Y”; O, onu, onların (Abazaca ve Adıgece)
“R”; ilgi eki (Abazaca ve Adıgece)
“T”; Ver (mek) kökü (Abazaca ve Adıgece).

“Apsyırtos” sözcüğü üç bin yüz yıl sonra, bugünkü Abazacada bile anlam olarak (Apsıyrtaz) “Suya verildikleri”, “Suya koydukları”, “Suya bıraktıkları” demektir.

Bu ister Aigialeus’a, ister Orpheus’a verilen bir unvan olsun, sonuç olarak bu kelimenin Kafkasya kökenli olduğu açık bir şekilde bellidir.

Ben demiyorum, kelimenin kendisi bize öyle söylüyor…

Her şey silinip mitler Helenleştirilirken, ne hikmet ise bir kelime, üç bin yüz yıl öncesinden bugüne miras kalarak geçmişe ışık tutup şahitlik ediyor; BEN ÇERKESİM!

Kaynakça:
-YUNAN MİTLERİ, Robert Graves, İngilizceden çeviren: Uğur Akpur, Say Yayınları, İstanbul 2010 (**Cicero: Oıı tlıe Nature of tlıe Gods iii. 19; Justin: xlii. 3; Sicilyalı Diodoros: iv. 45.)
-MİTOLOJİ SÖZLÜĞÜ, Pıerre Grımal, Çeviri: Sevgi Tamgüç, Sosyal Yayınları, İstanbul 1997
-GEOGRAPHIKA, Kitap XII-XIII-XIV, Strabon, Çeviri: Pof. Dr. Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2000.
-TARİH ÖNCESİ EGE, C.I, George Thomson, Çeviri: Celal Üster, Payel yayınları İstanbul, 1995
-ANTİK KAYNAKLARDA KARADENİZ BÖLGESİ, Adem Işık, TTK Yayınları, Ankara, 2001
* Traklar konusunda bak. KAFKAS TARİHİ – C.II, Met Çünatıko Yusuf İzzet, KAFDAV Yayınları, Ankara, 2009.

Jiy Zafer Süren
Jiy Zafer Süren
1951’de Samsun’da doğdu. Üniversite’yi terk etmiş ve muhasebeci olarak çalışarak emekli olmuştur. Çeşitli dergilerde şiir ve araştırma yazıları yayınlandı. Kafkasya üzerine yayın yapan, As Yayın’ın kurucuları arasında yer aldı. “Çipxe, Kafkas Aile Armaları” (derleme) ve “Tama Bahar Gelmeyecek” (şiir) isimli iki kitabı vardır. Nisan 2008 itibariyle Jıneps gazetesi yazarları arasında yer aldı, Ocak 2011 tarihinden bu yana yayın kurulu üyesidir.

Yazarın Diğer Yazıları

Sessiz deniz

-Batı kafkasya kıyılarında can verenlere-   Ts’emez kıyısı, boylu boyunca, Açmış bağrını, bakıyordu, Duygulardan yoksun, O koyu mavi engin sulara, Atlantis çöktüğünden beri, Hemen yanı başında derin kuytulara. Kim bilebilir, belki sarsılmıştır, Ya...

Eğitmen kurslarına bir örnek: Kamlık 3. Bölüm

B. 1940 Köy Eğitmenleri Yetiştirme Kursu 1- Kamlık hayatı: Samsun, Tokat, Amasya illeri Köy Eğitmenleri Yetiştirme Kursu; Samsun İlk öğretim Müfettişi Halil Seven’in eğitim şefi...

Eğitmen kurslarına bir örnek: Kamlık – 2. Bölüm

8- İlk eğitmenler, vasıfları, karakterleri, çalışmaları: Samsun, Tokat, Amasya vilâyetlerinden Kamlık Köy Eğitmenleri Yetiştirme Kursuna ilk gelen eğitmen Amasya’nın Ovasaray köyünden Mahmut Doğan adındaki gençtir....

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img