“De te fabula narratur”
(Anlatılan senin de hikâyendir)
Böyle bir anlatıya nasıl başlanabilir ki… İki kuşakta yaşanıp biten zorlu bir değişimin ana aktörü dedem Çerkes Hasan Ağa’nın hikâyesini yazmaya çalışacağım. Elbette öncelikle kendim için, yerine getirilmesi gereken bir görev olarak düşündüğümden yazacağım. Bugünün genç kuşaklarının ellerinin altında geçmişleriyle ilgili eksik de olsa bir bilgi kırıntısının bulunmasını önemsiyorum.
Büyük Çerkes Sürgünü, 1860’lı yıllar… 21 Mayıs 1864, Rus ordularının şimdiki adı “Krasnaya Polyana” (yani “Kızıl Çayır”) olan Kbaada yaylasında resmigeçit yaparak Çerkes savaşının bittiğini ilan ettiği tarih. Bu tarih o zamandan beri Çerkesler için büyük acıların, sürgünün başladığı tarih, bir “Yas Günü” olarak anılıyor. Elbette yüzyıllardır bölgede yaşayan Kafkas halkının bir günde bölgeyi terk ettiği düşünülmemeli, bu acı bir süreç olarak yaşandı; öncesi ve sonrasıyla…
Dedemler Bjeduğ Çerkeslerinden, Batı Kafkasya’da yerleşmiş yarı feodal bir boydan. Bjeduğ’lar 1830’lu yıllara kadar Kuban Irmağı’nın kuzeyinde, bugünkü Krasnodar şehri civarında yaşıyorlarmış. Daha sonra artan Rus ve Kazak baskıları sonucu Kuban Irmağı’nın güneyine, diğer Çerkes kabilelerinin yanına yerleşmek zorunda kalmışlar. Rus-Çerkes savaşları sırasında yaşadıkları bölgelerin düz arazi olması dezavantajı sebebiyle 1859’da Ruslarla kısmi barış yapmışlar. Ancak yaptıkları bu barışa rağmen devam eden savaşta diğer Çerkes kabilelerine yiyecek ve savaşçı desteğinde bulunmuşlar. Savaş dağlara çekilen kabilelerin direnişiyle 1870’lere kadar sürmüş. Ciddi bir kırımın yaşandığı açık, Bjeduğ’ların nüfusunun 60 binden 15 bin civarına düştüğü belirtiliyor. Sürgüne rağmen Kafkasya’da Rusların öngördüğü bölgelerde yaşamaya devam edenler, daha sonra sürülenler olduğu da açık. Bölge ıssızlaşıyor, Kafkas halklarının her türlü kültürel mirası yok ediliyor.
Burada tam olarak kestiremediğimiz bir durum var. Bazı kaynaklarda Bjeduğ’lar gibi daha önceleri Rus yönetimine girmiş olan yarı feodal toplulukların göçlerinin daha derli toplu olduğu belirtiliyor. Soyluların mallarını elden çıkarıp köle ve taraftarlarını da yanlarına alarak, öncesinden belirledikleri yerlere göç edebildikleri iddia ediliyor. Bu göç hangi tarihte olmuş bilemiyoruz, 1864 öncesinde, hatta 19. yüzyılın başlarında da Osmanlı topraklarına doğru Kafkasya’dan göçlerin olduğu biliniyor. Bir başka iddia da Bjeduğ’ların sürgününün 1870’lere kadar sarktığı yönünde.
Bu tarihin bizim açıdan önemi şuradan geliyor. Çerkes Hasan Ağa’nın ailesiyle birlikte göç ettiğinde 7 yaşında olduğunu biliyoruz, elimizde doğum tarihiyle ilgili tek bilgi bu. 1864 yılında göç ettiğini düşünürsek 1959 yılında öldüğünde 102 yaşında olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Aile büyüklerimiz dedemin öldüğünde 98 yaşında, kimi anlatılara göre de 100 yaşında olduğunu söylüyorlardı. Sonuçta 1864 ile 1868 yılları arasında bir tarihte yola çıkmış olmalılar.
Ailemizin adı Unabetko (veya Wıanebetko), anlamı “kaltakkıran” demek. Çerkes dilinde “ko” eki Türkçede soyadlarındaki “oğlu / oğulları” gibi aileyi belirtiyor. Yani “Kaltakkıranoğulları” diye çevirebiliriz. Ne yazık ki Çerkesçe bilen dostlara bu kelimeyi tam çözdüremedim, belki tam telaffuzunu aktaramamamızdan kaynaklanıyordur, kim bilir?
TDK sözlüğünde “kaltak” kelimesinin anlamı şöyle yazılmış: “1. Üzeri meşin, halı vb. şeylerle kaplanmamış olan eyerin tahta bölümü. 2. Kuskunsuz eyer.” (Kuskun: Hayvanın kuyruğu altından geçirilerek eyere bağlanan kayış. Eyer, semer ve palanın arkasında bulunan ve kuyruk altından geçirilen kuşak.) Elbette “kaltak”ın bugün argoda geçerli olan bir anlamı daha var. Çerkes ve at kültürü üzerinden giderek yukarıdaki tanımın doğru olduğunu düşünüyorum.
Çerkes Hasan Ağa’nın babasının adının Hüseyin Çavuş olduğunu biliyoruz. Çavuş unvanını Kafkasya’da mı, yoksa sonradan yerleştiği Balkanlarda mı aldığını bilemiyoruz. Hüseyin Çavuş’un babasının adı neydi acaba? Çerkeslerin geç bir tarihte Müslüman olduklarını biliyoruz, o tarihten sonra Çerkes adlarının yanı sıra Müslüman adlarının da çocuklara verildiğini düşünebiliriz. Anneannemin büyük dedesinin adı “Cetzan” ve aile adı “Cetzanko”. Benzer kuşaktan, üstelik akraba olduklarını da düşünürsek Hüseyin Çavuş’un babasının Çerkes adı taşıdığını varsayabiliriz.
İkinci durak Tuna Nehri
Ailenin ata topraklarını terk ettikleri tarihi ancak tahmin edebiliyoruz, ne kadar zorlu şartlar içerisinde yolculuk yaptıklarını, bu yolculuk sırasında yaşadıkları duyguları, sıkıntıları da anlayabiliyoruz. Dillerini bilmedikleri, tanımadıkları bir coğrafyaya gidiyorlardı, aileden geride kalan olmuş mudur, yollarda ölen kalan var mı bilemiyoruz… Büyük Çerkes Sürgünü sırasında inanılmaz boyutlarda kayıpların olduğu, yetersiz teknelerde, sağlıksız koşullarda Karadeniz’i geçip de karaya ayak basabilenlerin hastalıktan kırıldığı anlatılıyor. Osmanlı yönetimi, Batum, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun, Sinop, Kefken, Akçakoca, Burgaz, Varna ve Köstence’de göçmen kampları kurmuş ve göçü organize etmeye çalışmış. Ama bunlar büyük sayılarda ölümleri önlemeye yetmemiş, bu kampların çevresinde kurulan Çerkes mezarlıklarından söz ediliyor.
Ailenin sonradan yerleşilen bölge dikkate alınarak Köstence’ye gönderildiğini düşünebiliriz. Balkanlar’da özellikle Tuna’nın güney boylarında şerit gibi uzayan ve yer yer toplulaşan Adige yerleşmelerinin oluşmaya başladığı tarihçilerce belirtiliyor. Çerkeslerin bir yerde toplu olarak yerleşmeleri istenmemiş, daha ziyade sınır boylarında bir tür sınır muhafızı işlevi görmeleri düşünülmüş olmalı. Sonuçta Tuna kıyısındaki İsmailiye kasabasına bağlı Soğancık köyünde iskân edilmişler. Soğancık köyü Tuna’nın Karadeniz’e döküldüğü delta üzerinde bulunan bir adada bulunuyormuş.
İsmailiye (İzmail) bugün Ukrayna’ya bağlı 80 bin nüfuslu bir sınır kenti, Soğancık köyünün bulunduğu delta ise Romanya egemenliğinde bulunuyor. Deltada yerleşim olan bir ada yok, yıllar içinde nehir akıntıları bu adaları yerleşilebilir olmaktan çıkarmış olabilir. Bir başka neden de yıllar içerisinde bölgede yaşanan siyasi çalkantılar, savaşlar böyle bir yerleşimi olanaksız kılmıştır, kim bilebilir? Bölgenin çevre sorunlarıyla, ekolojik yapısıyla ilgili idarenin yayımladığı bir yayın var elimde. Sonuçta çok güzel bir coğrafyadan söz ediyoruz, yeşil bir toprak örtüsü, mümbit ovalar, geniş ve ulaşıma elverişli bir nehir… Buradaki konaklama belli ki Çerkes Hasan Ağa’yı oldukça etkilemiş, ileride aileye soyadı alması gerekince Tuna soyadını seçmiş.
Öte yandan bölgenin siyasi olarak son derece gerilimli günler geçirdiğini de belirtmeliyiz. Rusya ve Kazaklara karşı biriken öfke bölgedeki Bulgar ve diğer Slav yerleşimcilere yönelmeye başlamış. Tarihçiler bu yerleştirmeler sırasında, Osmanlı yönetiminin Sırp ve Bulgar nüfusu rahatsız edici davranışlarda bulunduğunu belirtiyorlar. Topraklarının Hıristiyan köylülerden alınarak Çerkeslere verilmesi, Hıristiyan nüfusa Çerkesler için ev yapımına yardım etme yükümlülüğü getirilmesi ve benzer angarya işleri tepki çekmiş ve Çerkeslerin aleyhine tepkilere yol açmış olmalı. Daha önce Kafkasya’dan göç ederek Osmanlı uyruğuna geçen ve eğitimini tamamlayarak orduda görev yapan Çerkes subaylarının komutasında kurulan Çerkes milislerin Sırp ve Bulgar ayaklanmalarını bastırma işinde görev almış olması, tepkilerin giderek düşmanlığa dönüşmesine yol açmış olması mümkün.
Dedemin babası Hüseyin Çavuş unvanını bu savaşlarda mı aldı acaba? Dedemin ve doğal olarak bütün ailesinin Türkçe bilmeden Balkanlara geldiğini düşünürsek Osmanlı’nın oluşturduğu milis birliklerinde Çerkes subaylarının görev yapmasının kaçınılmaz olduğunu görebiliriz. Kaynaklar Çerkeslerin “Öfkeli ve hırçın” olduklarından söz ediyor, nasıl olmasınlar ki…
Ama bu sınır muhafızlığı çok da uzun sürmüyor, büyük savaşların yaşandığı, yeni ülkelerin kurulduğu bir zamanda Çerkeslerin bölgeden uzaklaştırılmalarıyla sonuçlanan bir süreç yaşanıyor. Ünlü “93 Harbi”, yani 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı patlak veriyor. Eski tarihle 1293’e tekabül ettiği için “93 Harbi” diye anılan bu savaşta Ruslar İstanbul’a Yeşilköy’e kadar geliyorlar. Osmanlı zor şartlar altında Berlin Antlaşmasını imzalamak durumunda kalıyor ve Çerkeslere yine göç yolları gözüküyor. 1878 Berlin Antlaşması gereğince, Balkanlar’daki Çerkes nüfusa, bütünüyle Osmanlı’nın Asya ve Afrika’daki topraklarına sürülme cezası veriliyor.
Sonuçta bizim ailenin Tuna macerası 10-14 yıllık bir süreçte yaşanıp bitiyor. Bu aşamadaki göçün nasıl organize edildiğini tam olarak bilemiyoruz. Aileden bazılarının orada kalıp kalmadıklarını da… Bölgede her şeye rağmen çok az bir Çerkes nüfus kalıyor.
Osmanlı yönetimi giderek küçülen topraklarından akan göçleri organize edebilmek için belli idari tedbirler alıyor, muhacir komisyonları kuruluyor. İnsanların istedikleri yere değil, gösterilen yere gidebilecekleri düzenlemeler yapılıyor. Bjeduğ’lar Çanakkale Biga’ya ve Ürdün’e yönlendirilmişler. Bizim aileye de Ürdün yolları görülmüş. Belirli göç yolları tarihçiler tarafından not ediliyor. Aile büyüklerinin anlatısında önce İstanbul’da Üsküdar’da bir kampta kaldıkları, sonra muhtemelen gemiyle Ürdün’e gidildiği belirtiliyor. Üsküdar kampı kayıtları var mıdır, bulup okuyabilir miyiz? İnceleyen olmuştur diye düşünüyorum. Çerkes Hasan Ağa ve babası Hüseyin Çavuş’un adını biliyoruz, ailede bu yolculuğa çıkan başka kimler vardı acaba? Kadınların ismi hiç anılmıyor, göç sırasında eminim onlar daha çok zorluk çekmişlerdir. (Devam edecek)