1865 yılından bir anekdot

0
793

Karantina günlerinde okuduğum bir kitaptaki anekdotu sizlerle paylaşmak istedim. Tarih Vakfı Yurt Yayınları’nın 2008 yılında yayımladığı bu kitabı çok önceleri alıp da kütüphaneme koaymuş, ancak okuma fırsatını bulamamıştım.
Kitap 10 Haziran 1864 ile 16 Haziran 1865 tarihleri arasında bir yıl kadar İstanbul’da kalarak Osmanlı Bankası’nda çalışan René du Parquet’in anlatısından oluşuyor. Kitabın sunuşundaki yazısında Edhem Eldem metnin erken bir İstanbul rehberi tadında olduğunu belirtiyor. Yazar anılarını, İstanbul’da yaşadıklarını, gezilerini, avcılığını vb. güzel bir dille aktarmış. Torunu da yıllar sonra bunları derlemiş ve yayımlamış.
Parquet yarı İngiliz, yarı Fransız bir Avrupalı olarak İstanbul’da kaldığı süre içerisinde pek çok şeyi gözlemlemiş, deneyimlerini kendisi gibi yabancılarla paylaşmak istemiş. Kitap yazarın gemiyle Romanya üzerinden İstanbul’a gelişiyle başlıyor, ilk izlenimler, rıhtımdaki karmaşanın anlatımıyla başlıyor.
16 Haziran 1865 günü dönüş başlıyor. Limanda demirleyen Rus bandıralı Boug gemisi ile Çanakkale Boğazı üzerinden yolculuğa çıkacaklardır.
Gemi Odessa’dan İstanbul’a manda ve sığır getirmektedir, yük indirilir, gemi temizlenir ve Avrupa’ya götürülmek üzere pamuk ve keten tohumu balyaları yüklenir. Parquet ve eşi dışında birkaç yolcu daha vardır. Gemi kaptanı Allimann kibar bir adamdır, yolculara çok ilgi gösterir.
Sohbet sırasında işinin zorluğu üzerine konuşurlarken konu birden Çerkeslere gelir.
“Hayvanlar neyse de” diye cevap verdi, “Çerkesler hakikaten angarya. Güvertede yüzlercesinin olması hiç de çekilir şey değil. Hayvanlardan hem çok daha inatçılar, hem de daha pisler. Buna bir de sık sık Karadeniz’in ortasında ölenleri ve bunların cesedini denize atmaya ikna edemediklerimi ekleyin. Nihayet buna bir çözüm buldum. Söz dinlemedikleri takdirde korkunç bir fırtınanın çıkacağıyla korkutuyorum onları. Dalgayı bordodan aldırıyorum gemiye, hemen sert bir dalga da benim bu kehanetimi doğruluyor gibi oluyor ve bu batıl inançlı insanlar şeytanın ayağını kırmak için söylenen şekilde hareket etmekte ellerini çabuk tutuyorlar.”
Bu satırlara kadar olayın geçtiği tarihin 1864 yılı olduğunu neredeyse fark etmemiştim. Gerçi kitabın bir yerinde daha Çerkeslere değiniliyordu: “Çerkeslerin büyük göçü sırasında bir paşa, piyasada bu sayede oluşan ucuzluktan istifade etmek arzusuyla, adamlarından bir kaçını Bursa yakınlarından cariye almaya göndermiş…” diye bir hikâye aktarılıyordu. Ama yukarıdaki alıntıda Boug gemisi kaptanının Çerkesleri taşırken yaşananları aktarması zihnimde o acı günlerin canlanmasını tetikledi.


Böylece Çerkeslerin büyük sürgünü sırasında Karadeniz’deki zorlu yolculuğu yaptıkları gemilerden birinin Rus bandıralı Boug olduğunu, geminin “kibar” kaptanının da Allimann olduğunu öğreniyoruz. Elbette daha kötüleri de yaşanmış, daha kötü gemilerde daha zorlu yolculuk yapanlar olmuştur.
Böylesi bir yolculuğu yapanların, Ubıhça bir sözlük olarak o acıları ifade eden Tsitsekun’u yaşayan aile büyüklerimizin acılarını yüreğimde hissettim. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz