Bir otobüs bileti parası gidiş, bir otobüs bileti parası dönüş için…
İki bilet parası, bir simit bir ayran…
Beyazıt…
Bir kapı var, istersen çal, istersen çalma, içeri girmek için kimlik gerek…
Kimliğin üzerinde soğuk damga olacak, ayrıca mürekkebi dağılmış bir imzası olacak o kimliğin…
Öğrenci işlerinden alınmış olacak, öyle ders notları gibi fotokopi marifeti olmayacak…
Olacak, olacak…
İçeri girdikten sonra ağaçlı yoldan sapıp yekpare Turan Emeksiz’e gider gibi gidilmeyecek, havuzun olduğu bahçeden geçerken saat yönünde etrafında dolanılacak, ankesörlü telefondan, bugün şu saatte eylem yapacağız diye gazetecileri davet edenlerin yanından sessizce geçerek, derse girilecek…
Benim adım Can diyecek, candan bir bakışla diyecek…
Şimdi bir bilet kaldı, Kadıköy’den kalkan otobüse binmek için kuyrukta bekliyorum…
Epey bir süre binmek için beklemiştim bu Macar otobüsüne…
Ikarus…
Ikarus demek, otobüs demek…
İçe katlanır kapı açılıyor, tam ön cam önünde soğuk mühürle kapatılmış bir biletin geçmesine imkan veren bir gözü olan bir bilet muhafazası…
Döküm demirden olsa gerek, biletler artık sığmadığı için tarak ile sığmayan biletleri içine itmeye çalışan İETT görevlisi…
Sonra olmadı, o soğuk kış günü bir bileti kibritle tutuşturup bilet muhafazasının içine atan yine o İETT görevlisi…
Yanık kağıdın kokusu körüğün arkasına kadar gidiyor, bir duman ortalığı kaplıyor…
Yanan bir vasiyet sanki… Körüğün gerisi sallanıyor bir sağa, bir sola… Duman zaten içeride, soğuktan camlar sırılsıklam…
Yüz defa yapılmış bu yolculuk, üç defa daha yapılıyor, her defasında farklı mı değil mi, pek bilinmez…
Bir otobüs, bir vapur, bir otobüs daha…
Tutkuyla yapılan otobüs yolculuğu…
Dalgalı denizde gidilen bir sevgi yolculuğu…
Koşullu ise olamaz, koşulsuz ise olur…
…
Yüzden geriye sayılıyor, ilk yolculuğa kadar…
Yüz, doksandokuz, doksansekiz, doksanyedi…
Üç, iki, bir…
Önüm arkam sağım solum sobe, saklanmayan ebe…
Herkes saklanmış…
Saklanan ilk kişiyi değil, sonuncuya kadar bulmak gerek…
Yüz defa geldiğim yer…
Saklanan kim varsa bulunacak…
Saklanan BEN bulunacak, BİZ nerede…
…
Çok yol var gidilecek…
Daha OL ile AN olacak, sonra OLAN olacak…
Vapura binerken beni bedavadan bindirdiler, dönüşte binemedim, o kadar dedim olmadı…
Yolda kaldım…
Yoksa, saklambaç gibi bir oyun mu vapura binememek…
…
Bir kök içinde bir miktar toprak, sonra saksı, sonra hayat suyu…
Sonra ilk çiçek, sonra meyve…
Ormanda bir orman meyvesi…
Ormana giren yiyecek o meyveyi, giremeyen bilemeyecek…
Giren, ormanı bilemeyecek ağaç gibi, meyveden de mahrum kalmayacak…
Giremeyen, ormanı bilecek meyveyi bilemeden…
Bir sağ, bir sol…
Yedi nota…
Sol, sonra la yok…
Sol anahtarı var, üç kilitli, üç kapılı, üç basamaklı…
Artık duyamadığımız ne notalar var…
Göremediğimiz renkler…
Işığı dağıtan yağmur mudur, kocaman bir yay gibi denizin üstünde…
Açıl susam açıl dense…
Ali Baba ve Kırk Haramiler sevinse…
…
Biri sevinse, diğeri sevinse, kırkı birden sevinse…
Sevse…
…
Sessizliğin sesi yok…
Sessizce saymaya başladım…
Yüz, doksandokuz, doksansekiz…
BİR…
Son BEN, BİZ…
OLAN’a kadar