Haritadan silinen ülke ve Yakup Medov

0
444

Yakup’un babası Cebrail Medov, oğlunun doğumuna birkaç ay kala 1938 yılında tutuklanmıştı. Ailesi, Cebrail’in ölümünü 1961 yılında bir belgeden öğrenebildi.

1944 yılında askerler evlerinin etrafın sardıklarında Yakup henüz altı yaşındaydı. Yakup’un annesi kahvaltı bile hazırlayamamıştı. İki asker geldi ve onları götüreceklerini söyledi. Yakup o günü şu sözlerle anlatıyor:

Amcamın iki oğlu ve iki kız kardeşimle beni bir arabaya koydular. Annem, büyükannem, amcam ve eşi yayandı. Caminin yakınında yaşayan İsrail Auşev’in büyük bir bahçesi vardı. Akşam karanlığına kadar bu bahçede bekledik. Annem ve büyükannem yanlarına alabildiklerini battaniyelere sarmışlardı. Kıştı ve yoğun kar yağışı vardı.

Branda kaplı büyük arabalar göründü, ileriki zamanlarda bunların Studebaker olduğunu öğrendim. Bu arabalarla istasyona götürüldük ve trenlere konduk. Kadınlar arabalardaki eşyalarını almaya çalıştı ama askerler vermiyordu, yastıklar yırtılmıştı ve her yerde tüyler uçuşuyordu. Bir trajedi olduğunu hissediyordum çünkü herkesin gözünde yaşlar vardı ve hıçkırıklar duyuluyordu.

Bir kova darı lapası

Vagonda bir soba vardı ama tuvalet yoktu. Değil uzanmak, ayakta dikilebilmek için bile yer yoktu neredeyse. Soba yanıyordu ama vagon kocamandı ve sobanın ısıtması imkânsızdı. Duraklarda bir kova darı lapası veriyorlardı. Yetişkinler yemiyor, tüm lapayı çocuklara dağıtıyorlardı. Duraklarda eğer trene binmeye geç kalan biri olursa vurup öldürüyorlardı.

Annemin dediğine göre bu yolculuk iki haftadan fazla sürmüştü. Sonunda tren durdu. Etrafta ne bir bina ne de kulübe vardı. Ağaç bile yoktu.

Öküzlerin çektiği kızaklar ve aralarında birkaç at vardı. Kızaklara doğru koşuştuk. Akşam saatlerinde Novoçerkask denilen bir köye vardık. Upuzun bir sokak vardı.

Beş çocuk, annem, amcamın eşi, amcam ve büyükannemden oluşan ailemiz, Ukraynalı yaşlı bir kadının yanına yerleşti. Birkaç ay sonra yaşlı kadın, “Kızlarım gelecek, bir yere taşınmanız lazım” dedi.

Köyün dışında küreklerle kazarak bir sığınak yaptık. Hiçbir şeyimiz yoktu. Köylüler, kovalarla hayvan pisliklerini topluyorlardı. Sonra da kurutup kışın kullanmak üzere tezek yapıyorlardı. Büyükannem de tezek yapmak için hayvan pisiği toplamak istedi ama izin vermediler ve onu dövdüler.

Yanımızdaki sığınakta Albogaçiev ailesi yaşıyordu. Ailenin yedi ferdi öldü. Cesetlerini sığınağın duvarının arkasına koydular. Çünkü çok ağır bir kış yaşanıyordu ve mezar kazmak imkânsızdı. Biz çocuklar o duvara yanaşmaya korkuyorduk.

“Gitmezsem kamçılarlar”

Bizimle ilgilenen kumandan çok zalimdi. Tüm bahçelere gider, genç İnguş kadınları toplardı. Aralarında annem de olurdu. Sonbahar ve ilkbahar aylarında nehirde ince bir buz tabakası oluşurdu. Kadınlar buz üzerinden nehri geçer ve oldukça uzak bir yerlerde briket yapmak için çamur yoğururlardı. Sarı toprağa su katılır, saman eklenir ve ayaklarla yoğurulurdu. Annemin ayakları yarılır ve kanlar akardı. “Anne gitme” diye yalvarırdım, o da “Gitmezsem beni kamçılarlar” derdi.

Taşla ezilen kılçıklar

Kurutulmuş balık satan bir dükkân vardı. Orada çalışan işçiler yedikleri balıkların kılçıklarını dışarı atarlardı. Onları toplayıp taşla ezer, yerdim. 7. sınıftayken bir öğretmenimiz vardı, elli yaşın altındaydı sanırım. Coğrafya derslerinde Kuzey Kafkasya’yı anlatırdı. Dağıstan, Kabardey-Balkar, Kuzey Osetya dediğinde ağlamaya başlardım. Yanıma gelip başımı okşar ve “Ağlama, her şey düzelecek” derdi. O zaman ağlamam daha da şiddetlenirdi çünkü anavatanımın adı geçmiyordu Kuzey Kafkasya ülkeleri arasında, bu beni çok incitiyordu.

“Hainler, caniler”

Okul müdürü masayı yumruklar ve “Almanlar, Çeçenler ve İnguşlar halk düşmanıdır. Size yine de eğitim hakkı veriyorlar. Hainler, caniler” diye bağırırdı. Müdüre ne diyebilirdik ki? Korkuyorduk, eve gidip anlatıyorduk. Ne yapabilirdik? Sürülmüştük, dayanmalıydık.

“Yanıp kül ol Stalin”

Annem hep babamı bekliyordu ama biz sürülürken hapiste olan babam bir türlü gelmiyordu. Ablam hep ağlar ve babam için bestelediği bir şarkıyı söylerdi mızıka çalarak:

“Yanıp kül ol Stalin.

Binlerce yıl yaşa mavi güvercin.

Çeka (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ilk istihbarat ve güvenlik teşkilatı) çalışanları uyurken babamı hücreden kaçır.”

Stalin’in ölüm haberini Jambıl’da (Kazakistan) okuldayken öğrendim. Herkes ağlıyordu. Ben de ağlıyormuş gibi görünmek için gözlerime tükürüklerimi sürdüm. O anda yüreğimde şunu hissetmiştim: Trajedimiz, Stalin’in ölümüyle bitecekti.

Sonrasında Kruşçev’in raporundan bahsedildi. Ülkemize dönme izni verilmişti.

Ülkeme dönmek üzere trene bindiğimde, yolculuk boyunca gözlerimi pencereden hiç ayırmadım.

Dağları gördüğümde mutlu oldum. İstasyonlar ilerledikçe yağmalanmış köyleri görmeye başlamıştım. Çok az sayıda bina kalmıştı. İçim burkuldu. Neden evler yok? Hepsi yerle bir edilmiş. Mezar taşları sökülmüş. Bunları görmek çok can sıkıcıydı ama her şeye yeniden başlayacak olmanın da sevinçli bir heyecanı vardı. (gazeta.ru)

 

Çeviri: Serap Canbek

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz