Setenay Özbek
Doğduğunuz topraklar gibisi yoktur. Onun kokusu bile bir başkadır. Oradan gidince, o toprağı özlersiniz. Sizi kucakladı, besledi, büyüttü diye düşünür, aslında alıştığınız şeyleri seversiniz. Aidiyet duygusunun getirdiği korunma hissini reddedemezsiniz.
Yıllarca aynı toprakta yaşamış insanların kökleri, nereye giderlerse gitsinler, onların peşini bırakmaz, tutar. Hele ki sürgün olmak duygusu, bir yerden diğerine göç etmek duygusu gibi de değildir. Daha da zordur. Sürgün olmak sizi parçalar, böler ve özünüzü, kimliğinizi yok eder. Sonra sormaya başlarsınız kendi kendinize, “ben kimim?” diye…
Bir halkın yüzyıllarca bitmeyen korkunç savaşlarla, kıtlık ve salgınlarla acımasızca yok edilişinin, dağlardan, vadilerden, köylerden koparılıp düzlüklere, bataklık ovalara, bir başka ülkeye sürgün edilmelerinin ve tüm bunları yaşamış genç bir kadının, felaketlerle dolu, kısacık hayatının öyküsü bu.
Bir sürgün hikâyesi, Çerkes Sürgünü’nün hikâyesi…