Saç

0
1992

“Anamın sesi kulağımda: Yaşlandığımda torunum olsun isterim. Saçlarını tarayıp şarkılar öğreteyim diye. Yaşlandığımda özgürlüğü anlatacağım bir çocuk olsun yanımda. Mutlu olmak isterdi anam yaşlandığında.”1

Sevgili Sennur Sezer’in bu tümcelerini2 her okuduğumda tam olarak tanımlayamadığım duygular yaşıyorum. Sanki sözcük sözcük içime işliyor bütün tümceler ve tam olarak nedenini bilmesem de burnumun direği sızlıyor. İşte böyle, ne mutlu ki Türkçe imdadıma yetişiyor da; derdimi, duygumu anlatmamı sağlıyor, deyimler, mecazlar. Yine de anlamak, anlatmak, söze dökmek o kadar da kolay değil. Sennur Sezer’in bu tümceleri yalnızca iki mecazla açıklanabilecek netlikte değil benim için. Benim için, bu sözler aslında yüzyıllardır süregelen kadın hareketini içinde taşıyor. Amma da yaptın diyebilirsiniz okurken ama duygum bu.

Ben bu tümcelerde hem kendi kişisel tarihimi görüyorum hem de kadınların ortak tarihini.

Büyük Çerkes Sürgünü ile bu topraklara göçmüş Abhaz bir aileden gelen bir kadın olarak; göçmenliğin ve iktidar baskısının en çok kadınları, çocukları ve dilleri vurduğunu biliyorum. Ve anadilimle bu duyguları anlatamamanın sıkıntısını da yaşıyorum bu tümceleri her okuduğumda.

Bu ülke topraklarında dilsiz, yurtsuz kalan büyük halalarımın, teyzelerimin genetik kodunu taşıyorum ve bu duygu tarifsiz bir duygu işte.

Ya da annem geliyor aklıma, kırk günlük çocuğu öldüğünde ağlaması ayıp olan, hoş, bu, toplumumuzda yalnızca kadınlara özgü de değil. Evladını toprağa veren ve bir damla gözyaşı dökemeyen ne çok baba da gördüm kendi toplumumda. Bu tümcelerdeki tarifsiz duygularda bunlar da var.

Kolaj: Zaina El-Said

Kimsenin kendisinden böyle bir beklentisi olmadığı halde, yaşadığı köye yakın başka bir köydeki bahçesine ektiği fasulyeleri ve daha birçok sebzeyi, her öğle ve akşam saatlerinde iki kez sulamaya giden anneannem geliyor aklıma. Saçları sepet örgüsü örülmüş torunlarının avuçlarını sıkı sıkı kavrayışı ve o toprak yolda birlikte yürüyüşümüz. Aynı avuçlarla yoğura yoğura, beraber toprağı şekillendirmemiz. Küçük kaplar üretmemiz çamurdan. Yüzündeki gülümseme ve onun da sepet örgülü kır saçları burnumun direğini sızlatıyor işte. Tanıştığım ilk ekofeministmiş meğerse anneannem.

Bu saç tarama, saç örgüsü, sepet örgüsü nasıl da güçlü bir bağdır bizde aslında. Sıkı sıkı sepet örgüler ören teyzem, annem… Ve hayatımızı sıkı sıkıya örmemiz biz kadınların.

Ve bir güç duyumsuyorum. Bu gücün içinde geçmişimden gelen bütün o kadınlardan aldığım güç var elbette. Ama ne kadar anlatsak eksik kalan, bilmediğimiz o kadar çok duygulanım var ki. Hani Sevgi Soysal, ‘Tanta Rosa’da der ya, “Bütün kadınca bilmeyişlerin tek adı” diye. Bütün bu tarifleyemediklerimiz aslında bilmediklerimizi de kapsar içinde.

Geçmişte hep erkekler tarafından belirlenen sınırlar içinde yürümeye, yol almaya çalışan kadınlar. Hep erkekler ya da gücü elinde tutan erk tarafından yazılmış kanunlar, erk tarafından yazılmış tarih, erk tarafından sert çizgilerle çizilmiş eğitimin sınırları. Ve hayatın neredeyse gelmiş geçmiş bütününü kaplayan kocaman, büyük, güçlü erkek kahramanlar! Peki biz kadınlar nereden güç alacağız? O erke mi dayayacağız sırtımızı yoksa genetik kodumuzla varlıklarını sıkı sıkıya sarmaladığımız babaannelerimize, halalarımıza ya da kan bağı olmayan ama ortak yol aldığımız bütün kız kardeşlerimize mi?

Biz bazı(!) kadınların sevdiği bir söz vardır, kişisel olan politiktir, diye. İşte elbette, bu yüzden, kendi kişisel tarihimize, kendi geçmişimizdeki hayatlara, hikâyelere dayayacağız sırtımızı ama bir yandan da kadın hareketinin tarihinden de ayrı bir güç alacağız, alıyoruz da. Lise yıllarınızı bir düşünsenize. Sizce de, beyinlerin en açık, en parlak olduğu o dönemlerde, resmi tarihten başka bir tarih öğrenmemiz gerekmiyor muydu? Türkiye’de, Nezihe Muhittin diye bir kadının var olduğunu da öğrenmeliydik o zamanlar. O Nezihe Muhittin ki, Kadınlar Halk Fırkası adlı partinin kuruluşuna önderlik etmiştir. Parti yetkilileri, henüz Cumhuriyet Halk Fırkası bile kurulmadan çalışmalarını tamamlayıp kuruluş dilekçelerini resmi makamlara sunmuşlar ancak dilekçelerine sekiz ay sonra “1909 tarihli seçim kanununa göre kadınların siyasi temsilinin mümkün olmadığı” gerekçesiyle, valilik tarafından ret cevabı almışlardır. İşte böyle tarihi olayları da öğrenmeliydik o dönemler. Yine; 1. Dalga, 2. Dalga, 3. Dalga Feminist Hareket ortaöğretimde öğrenilmiş olsaydı, bu topraklarda, toplumsal cinsiyet eşitliği adına, çok daha hızlı bir değişim yaşanabilirdi, diye düşünüyorum.

Feminist hareketin son dönemde nasıl hızlı yol aldığını görüyoruz hepimiz. Dünyanın her köşesinde kadınlar dimdik yürüyorlar, isteklerini açık ve net ifade ediyorlar ve erkekler de öğreniyorlar feminizmin neleri kapsadığını. Yani, bütün bir insanlık iyiye, güzele doğru yol alıyor bu hareketin dalgasının içinde.

Yazmaya başlarken daha çok bilgiye dayalı, belki de didaktik bir yazı yazmalıyım diye düşünüyordum ama işte böyle kişiselleşti bu yazı. Ben de dünyanın her köşesinde hemcinsleri tarafından saçları taranan, örülen, sıkı sıkıya toplanan o kadınlardan biriyim. O saç bağıyla bağlanmışım anneme, halalarıma, komşu teyzelerime. İlk defa saçımdan zapturapt altına alınmışım belki de. Belki de böylece, o saç bağından daha kuvvetli bir bağ kurulmuş hemcinslerimle, yani bütün kadınlarla aramda.

Hani insanlar çocukluğunu tam anımsayamazlar ve belki de bu yüzden de sersem gezerler ya yaşamları boyunca. Neydik, neyiz, ne olacağız, karmaşık bir gerçekliktir bildiğiniz gibi. Tam bu tümceleri yazarken aklıma geldi. Küçücük bir kızken, ilk kez ailemden uzakta bir yakınımızın yanında kalmıştım. Söyleyememiştim evin annesine o güne kadar saçlarımı hiç taramadığımı. Saçlarımın hep annem tarafından tarandığını söyleyememiş, utanmıştım. Ve yaşamımda ilk kez tam tarayamasam da, bir şekilde toparlamıştım saçlarımı. Yazdıkça insanın aklına neler geliyor böyle.

İşte o yüzden özellikle, çok değerli, kadınların dudaklarından dökülenler, yaşadıkları, işte o yüzden çok değerli bu yaşananların kayıt altına alınması, sözlü tarih çalışmaları, sosyolojik araştırmalar. Ve kadınların yazması, yazması, hiç durmadan yazması…

Virginia Woolf’un dediği gibi “Korkmadan cesurca yokuş aşağı bırakıvermek kendimizi, ruhumuzun marazlarına dokunmak, hiçbir şeyi saklamamak, öyleymiş gibi davranmamak.”3

Hiçbir şey yapamıyorsak sıkı sıkıya örülmüş saçlarımızı açıp dalga dalga savurmalıyız belki de. Ya da biz de bir kız çocuğunun saçlarını tarayıp, yalnızca, özgürlüğü anlatmalıyız ona. Ya da ne bileyim kesmeliyiz saçımızı kökünden. Ve sevgili Gülten Akın’a selam göndermeliyiz. Ben de kestim kara saçlarımı bir şeycik olmadı, deyip yokuş aşağıya bırakıvermeliyiz kendimizi.


  1. Sennur Sezer, Nedret Sekban’ın Göçebe Masalları, Evrensel Kültür, Mayıs 2014, Sayı 269, Sayfa 34.
  2. Sevgili Sennur Sezer’le yıllar önce bir söyleşide birlikteydik. Kendisine, Evrensel Kültür dergisinde bazı ressamların resimleri ya da fotoğraf sanatçılarının fotoğraflarıyla ilgili yazdığı yazıları tam tanımlayamadığımı, söylemiştim. O metinler şiir mi, dediğimde bana, sen ne diyorsan odur, yanıtını vermişti.
  3. Deniz Gündoğan İbrişim, Yeniden Hatırlanan Wolf Montaigne Dayanışması (Virginia Woolf’un Bir Okur Olarak kitabı özelinde), Notos, Nisan-Mayıs 2017, Sayı 63.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz