“Adım adım düzlüklerden dağ eteklerine, dağ eteklerinden dağlara, dağlardan deniz sahiline, milyonluk dağlı nüfus tüm felaketleri, korkunç yoklukları, açlık ve kitlesel hastalıkları yaşadı, denize ulaşınca da Türkiye’ye göç ederek canını kurtarma yolunu bulmak zorunda idi.” General Zisserman, c.II. s 396
Kuban tarihi üzerine yeni ders kitabı, Kuban Devlet Üniversitesi’nden (KDÜ) Prof. V.N. Ratuşnyak’ın redaktörlüğü altındaki yazar ekibi tarafından yazıldı. Kitap, Krasnodar Kray Valisi A.N. Tkaçov’un inisiyatifiyle yazılıp basıldı, öğrenim ve bilim departmanı tarafından ders kitabı olarak onaylandı. Kitabın hedef kitlesi okul öğrencileri ve yörenin tarihini merak eden geniş okur kitlesidir. Tiraj 30.000 nüshadır.
“Bu yörecik bizim olana kadar kahraman savaşçılarımız çok kan döktü, çok Rusun yaşamı söndü. Bu yöreciği Rus tacına, Rus halkına kazandırmak için pek çok büyük adam emek verdi… Rus yiğitlerinin asil kanı sel gibi akarak, çocuklar ve torunlar için fethedilen bu toprağı suladı.” Kazak eğitimci İ. Vişnevitskiy. XX. yy. başı. (Neden biz diğerleri gibi değiliz//Kubanskie Oblastnıye Vedomosti-1911-N 255)
Daha baştan, kitabın ismi itiraza neden oluyor. “Öz” sıfatının kullanılması, yöreyi ve yöre tarihini kendisiyle özdeşleştirme, kendine yakın, kendinin sayma arzusundan kaynaklanıyor anlaşılan. Çok anlaşılır bir arzu, ama mutlaka tespit edilmesi gereken bir husus var: Rus ve Kazak nüfus Kuban’a ilk defa, Taman’ı ve Kuban’ın sağ yakasını Karadeniz Kazak ordusuna hediye eden II. Katerina zamanında geldi. Söz konusu coğrafya Adigeler, Kırım Tatarları ve Nogaylarla meskûndu. Bu nüfus, düzenli Rus ordusu tarafından 1862-1864 yıllarına kadar monoetnik bir Adige bölgesi olan Kuban ötesine sürülmüştür. Kuban ötesinin ve tüm Kuzeybatı Kafkasya’nın kolonizasyonu işte tam bu yıllarda (1862-1864) Türkiye’ye sürgün edilen Adigelerin toprakları üzerinde Kazak stanitsaları kurulması suretiyle başlamıştı. Dolayısıyla en iyimser bir hesaplama ile Kazaklar için Kuban’ın sağ yakası 1792’de, Kuban ötesi, dağ silsilesi ve sahil ( yani Adige toprakları) ise 1864 yılında vatan oldu. İlk yerleşimci Kazakların, yeni fethedilen toprakları vatan olarak algıladıkları şüphe götürür. Vatanı Zaporojye- ellerinden alan aynı II. Katerina değil miydi? Zaporoj Kazaklarının Kuban’a göçünü anlatan tarihi şarkıda henüz vatan teması yoktur:
“Ah, elveda Dinyester, coşkun akan ırmakçık,
Kuban’a gidiyoruz temiz suyunu içmeye,
Ah, elveda sevgili damlarımız,
Sizi yaban ellerde yeniden kurmak gerekecek”.
Kuban’da Rus nüfusu esas olarak 1864’ten sonra oluştu. Rus nüfusunun ezici çoğunluğu Kuban’a XIX. yy’ın 80-90’lı yıllarında geldi. Hiç şüphe yok ki Kuban, burada doğmuş olan herkesin vatanıdır. Üstelik bu bölge, ailesi birkaç nesilden beri burada yaşayan insanlar tarafından vatan olarak algılanıyor. Günümüz Kuban Kazaklarının çok küçük bir yüzdesi doğrudan doğruya XVIII. yy. sonunda imparatoriçenin emriyle Kuban’a gelen Kazaklara dayanır. İmparatorluğun merkezi vilayetlerinden binlerce Velikorus (Büyükrus- ç.n) köylüsü, Kafkas savaşının en kritik döneminde XIX. yy’ın 40-50’li yıllarında Kazak yapılmışlardı. Onların torunlarının, XVIII. yy. sonu-XIX. yy. başı arasındaki Karadeniz Kazak ordusuyla etnik akrabalığı olmadığı gibi, XVI-XVIII. yy’ların askeri teşkilatı Zaporojya’sıyla (Zaporojskaya Seç) ile de hiç bir alakası yok.
Bu tarihi fon üzerinde ‘Öz Vatan Kuban’ ifadesi kulağa doğru gelmiyor. Eğer bu ders kitabı yalnızca XIX-XX. yy. periyodunu kapsasaydı, bunu anlamak mümkündü. Ama mesele şu ki, yazarlar ‘Öz Vatan Kuban’ın tarihini taş devrinden XI. yy’a kadar anlatıyor ve bunu yaparken yörenin yerlilerinden -Adigelerden- bir kere bile söz etmiyorlar. Buna karşılık tüm anlatı boyunca (Maykop kültürü dönemi, dolmen kültürü dönemi, antik dönem ve erken Orta Çağ) “atalarımızdan” ve “öz vatanımızdan” söz ediliyor! Vatanım Çerkesya” veya “Çerkesya’mız” başlıklı kitaplar çıkmaya başlasaydı ne derdiniz? Bu gibi dayatmacı simgesel tespitlerin kullanılması önce insanı gülümsetir, ama sık sık kullanılırsa kaçınılmaz olarak nahoş reaksiyon doğurur.
“Rusya, Karadeniz sahili ve verimli arazilere Hıristiyan yerleşimcileri iskân ederek kolonizasyon yoluyla yerleşmeye çalıştığı için burada yaşayan Çerkeslerin büyük bir çoğunluğu yok edildi veya buralardan göçe zorlandı… Dünyada pek bilinmeyen Kafkas ahalisinin ve Kırım Tatarlarının kitlesel sürgünü, XX. yy. sürgünlerinin erken habercisi olan bir trajedi idi.” Andreas Kappeler. Rusya- Çokuluslu imparatorluk.
Hiç harita mevcut olmaması dikkat çekici. Bu durum, bilimsel açıdan olduğu gibi eğitim metodu açısından da hoş görülemez. Üstelik, Kuzeybatı Kafkasya’nın tüm tarihsel dönemleri ile ilgili monografilerde profesyonelce çizilmiş çok sayıda harita varken. XIV-XVIII. yy’ların otantik haritaları mevcut. Bu kadar bol kaynak yığınını görmezden gelmek doğru değil. Daha doğrusu kitabın ön yüzüne haritaya benzer bir şey koymuşlar. Harita, daha çok üzerinde kısmen uydurulmuş kısmen da kaynaklardan yanlış okunmuş kıyafetlere bürünmüş figürleri havalı bir pozda gösteren bir resme veya kolaja benziyor. Bunlar çeşitli devirlerde Kuban’ın sağ yakasında meskûn olan, Taman’a ve Çerkesya sahiline yerleşen etnosların temsilcileri oluyor. Burada en yerine oturmayan figür Çerkesinki. Atlı Bulgar, Çingaçguk’a (1967 yılında Doğu Alman rejisör Richard Groschopp’un yaptığı bir filmin Kızılderili kahraman – ç.n) pek benziyor ama VI-VII yy’ın Türk savaşçısıyla alakası yok. Kolaj, Kuban tarihi üzerine hiçbir şey açıklamıyor ama genç okuyucunun kafasını esaslı şekilde karıştırabilir. Her figürün altında söz konusu etnosun göründüğü ve kaybolduğu tarihler yazılı. Çerkes figürünün açıklamasında “MS I. binyıl ” yazıyor. Nasıl istersen öyle anla: Belki Adigeler MS I yy’da buradaydılar, belki de X. yy’da Prens Mstislav’ın Taman’a gelişinden 20 yıl falan önce bir yerlerden buraya savrulmuşlardı. Kadim Adigelerin (MÖ) daha erken bir tarihte burada mevcut (ya da hatta etnos olarak doğmuş) olması ihtimalini ders kitabının yazarları tamamen dışlıyor. Ders kitabının bu tip “bilimsel keşifler” için uygun bir yer olmadığını hatırlatmak durumundayız. Kitabın içeriği hiçbir şekilde tarihsel geçmişin yerleşik ve herkesçe kabul gören bilimsel tablosuyla çelişmemelidir. Her şeyden şüphelenebilirsiniz, ama bunu yazdığınız tezlerde yapınız. Ama ders kitabının metni, ansiklopedi metinleriyle, uluslararası tanınırlığı olan uzmanların uzun yıllara dayanan araştırma sonuçlarıyla çok fazla çelişmemelidir.
Ön yüzdeki kolaj, Kuban’da Kazakların gelişinden önce hiçbir zaman sabit bir yerleşim olmadığını “Bir halk, diğer bir halkın yerini alıyordu” ifadesiyle çok net bir şekilde anlatan bir metinle beraber duruyor. Tüm kitabın ana tezi de işte budur. Halklar sadece Kuban’ın sağ yakasında gelip gittiler, ama Nogayların Kuban ve Don arasındaki sahada neredeyse 300 yıl yaşadıklarını ve, eğer kahraman Suvorov olmasaydı, bugün de hâlâ orada olacaklarını unutmamak lazım (Slav yerleşimcilerin akınından rahatsız olan Nogaylarla Ruslar arasında çatışmalar başlamış ve II. Katerina’nın emriyle bölgeye gönderilen tanınmış Rus generali Suvorov, 1783 yılında Nogayları katliama uğratmış ve sağ kalanları bölgeden sürmüştür. Nogaylar bu olayı soykırım olarak görüyorlar. –ç.n).
Kitabın ön yüzüne konulan adlandırmanın ve resmin –haritanın- üzerinde bu derece ayrıntılı olarak durmamızın nedeni, bu iki örnekte, yazarların Kuzeybatı Kafkasya tarihini etnisiteden arındırma, yörenin yegâne yerli halkı olan Adigelerin tarihini tamamen suskunluğa mahkum etme gayretinin açıkça ortada olmasıdır. Bununla ilgili olarak ders kitabının içeriğinin ayrıntılı analizi anlamını yitiriyor, çünkü Adigelerin siyasi ve etnik tarihine 216 sayfalık bu ders kitabında beş satırlık tek bir paragraf ayrılmıştır. Ve çok ilginçtir ki, bu paragraf IV. İvan’a giden elçilere dairdir. Ve bu elçilik olayı daha ziyade Kabardey prenslerinin faaliyetleriyle ilgili olduğu için, sonuçta Batı Adigelerinin tarihi bu kitapta hiçbir şekilde yer almamış oluyor.
Tüm kadim dönem, antikite ve ta XI. asra kadar Erken Orta Çağ, Adigelerden hiç bahsetmeden, hatta onların varlığına dair bir imada bulunmadan anlatılmıştır. Böyle bir ders kitabını okuyan öğrenci tek bir sonuç çıkarabilir: Adigeler Kuban’da hiç yaşamadı, ne onlar, ne de onların uzak ataları Kuzeybatı Kafkasya’da bulunmadılar. Ama gene de yazarlar Adigelere dair tek bir atıfı (XVI. yy. ortasında) ağızdan kaçırdılar. Bu atıf, 37. sayfada Tmutarakan prensliğiyle ilgili anlatının içinde. Ama bu nasıl bir metin? Öyle görünüyor ki, bu prensliğin kurucusu Svyatoslav imiş (Vakayinamede yazıldığı gibi Mstislav değil de), durum bu olunca prensliğin yaşı da otomatik olarak 50 yıl daha geriye gitmiş oldu. Rus Tmutarakan’ı çok uluslu: Yazarlar bize prenslikte Slavların, Greklerin, Hazarların, Bulgarların, Osetlerin ve daha başkalarının yaşadığını anlattı! Yani Adigelerden başka herkes var. Demek ki, Svyatoslav 1022 yılında Tmutarakan üzerine akına kendi üssü olan Çernigov’dan gitmemiş olup, orada hükümdarlık ediyor ve oradan da Kasog’lar (Adigeler- metinde tam da böyle. –S.H. notu) üzerine akına gidiyordu. Hal böyle iken, nereye gittiği açıklanmıyor. Deneyimli pedagogun rehberliğindeki meraklı çocuk, ön yüzdeki Rus prensi figürünün Taman’da, Kasog (Adige) figürünün de Maykop civarında durduğu resme bakarak “harita” üzerinden güzergahı ortaya çıkarabilir: 300 km’lik ciddi bir cebri yürüyüş! Ve anlaşılan, hiç kimsenin oturmadığı topraklar üzerinde ilerlemişler! Dünya çapında bir isim olan Kafkasolog A.V. Gadlo tüm hayatını beyhude yere Tmutarakan problemi üzerinde çalışarak geçirmiş: Ders kitabının her satırı Gadlo’nun satırlarıyla çelişiyor, vakayiname ise kaynak bile sayılmaz! Tüm Adigelerin Mstislav tarafından kaçınılmaz olarak itaat altına alınmasını anlatan paragraftan sonra Adigeler, acilen Moskova’ya gitme ihtiyacı duyacakları 1552 yılına kadar tamamen ortadan kayboluyor.
“Yaklaşık 1,5 milyon Çerkes yok edildi veya sürüldü. Bu trajedi hem tartışılmaz oluşuyla ve hem de oransal olarak da 1915’de Ermenilerin başına gelen şeye karşılık geliyor. Çerkeslere bu kasıtlı olarak mı yapıldı? Evet. Bunun ideolojik nedenleri var mıydı? Evet. Rusya; Kırım ve Kafkasya’da katliam ve kitlesel sürgün uyguladı ve Çerkesya’yı özel olarak 1862-1864 yılları arasında ‘etnik temizliğe’ tabi tuttu. Bu dönem boyunca Mihail Katkov gibi panslavistler, Rus kamuoyunu imparatorluk özlemi (‘üçüncü Roma’) ve stratejik çıkarlar (‘denize çıkış’) motifli milliyetçi gerekçelerle besledi.” Antero Leitzinger. Çerkes soykırımı
Böylelikle Adigelerin tarihi, kadim Rusların Kuban’a gelişinden sonra başlıyor. Taman sınırları dışında bir yerlerde Adigelerin yaşadığına dair belli belirsiz ima, muhtemelen okuyucunun aklında kalmayacaktır, zira bunu takip eden Tmutarakan konulu 7 satırlık anlatıda Adigelerle şöyle veya böyle alakalı hiçbir şey yok. Buna karşılık Kumanlara büyük bir ilgi gösteriliyor. Rus prensliğinin “göçebelerle barış içinde bir arada var olduğundan” bahsediliyor. Çalışmalarında Kasogların Adige değil Slav olduğunu kanıtlayan bazı önde gelen Krasnodarlı Kasog uzmanları, büyük yazar ekibine dahil edilmemiş! Yeni baskılarda 37. sayfanın bu “teori” hesaba katılarak düzeltilmesini tavsiye ederiz.
Nihayet, Adigelere yeniden rastlamak için, 350 yıl sonra 44. sayfaya sıçrıyoruz. Bölümün başlığı şöyle: “Dostluk böyle başladı”: Adigelerin tarihi gerçek anlamda XVI. yy’da başlıyor. Paragraf 15 satırdan oluşuyor. Hepsi bu. Yani pek net olmayan bir tarihten XIX. yy’a kadar tüm Adige tarihi 5 satırda anlatılmış. Görünen o ki, ev sahibinin sofrasından ileride de payımıza düşecek kırıntılar bu kadar! 48. sayfadaki resim çok şey anlatıyor: Şöyle Pigmelere layık bir kulübe, mısır ambarından biraz büyükçe. 49. sayfada XVI-XVIII. yy’larda Kafkasya’dan Türkler tarafından her yıl 12.000 köle taşındığını öğreniyoruz. Demek ki, tüm bu dönemin toplam sayısı 3 milyon 600 bin ediyor. Gerçekten de iç karartıcı bir dönem.
Ders kitabındaki en büyük bölüm Kafkas savaşına (77-108. sayfalar) ayrılmış. Bu keyfiyetin zaten kendisi insanı kuşkuya düşürüyor: 6-7. sınıflarda kültürden, başka dönemlerden daha fazla bahsetmek varken, savaş konusuna vurgu yapmaya değer mi? Bu yaşta 1-2 paragraf yetmez mi? Böyle bir dengesizliğin, Krasnodarlı Kafkasologların büyük kısmının ilgi konusunun Kafkasya’nın kültür ve tarihi değil, Rusya’nın Kafkasya’daki askeri-tarihi problemleri olduğu tahminini yapabiliriz.
Tüm Kafkas savaşı dönemi Adigelerin siyasi tarihi es geçilerek anlatılmış. Yazarlar o dönemin Çerkesya’sının dış politika tarihine, Adigelerin ulusal kurtuluş mücadelesinin karakteri ve boyutlarına bir göz atmayı, Adige direnişinin önderleri hakkında (Seferbey Zan, Muhammed Emin, Kazbiç Şeretluko, Hacı Berzeg) bilgi vermeyi gerekli görmemişlerdir. Buna karşılık, Çarlık Rusya’sına hizmet eden Adige “halk maarifçilerine” -Şora Nogmov, Han-Girey, Umar Bersey- bir paragraf ayrılmış. Halk maarifçisi, bilindiği gibi kendi halkını aydınlatır. Han-Girey, içerisinde Adige ülkesinin ayrıntılı bir askeri-topografik analizini yaptığı “Çerkesya yazılarını” yazmıştır. Bu Adige “maarifçisinin” eseri imparatorluğun en üst düzey askeri yöneticilerin kullanımı için yazılmıştı. II. Nikolay, Benkendorf ve birkaç general daha. İşte “maarifçinin” tüm okuyucu kitlesi bu kadar. Han-Girey’i, Nogmov’u ve Kafkas savaşı döneminin tüm diğer “maarifçilerini” ilk Adige tarihçileri, etnografları, folkloristleri olarak nitelendirebiliriz. Bunların eserleri ancak Rus okuyucusu için ulaşılabilirdi. Kafkas savaşı sırasında Adige workları ve hatta köylüleri geceleri şömine karşısında kitap okumazlardı. Yani hiç okumazlardı.
Ele aldığımız ders kitabında Kuzeybatı Kafkasya’daki Kafkas savaşı bir Kazak-Çerkes çekişmesi olarak sunuluyor. Çerkesya’nın fethinin tüm askeri başarısı Kazakların hesabına yazılmıştır. Sanki o muazzam Rusya düzenli ordusu burada hiç bulunmamış ve Büyükruslar (Velikorus) Kazaklardan daha az ölmüş. Görünüşe göre Çerkesya’nın fethinde Karadeniz filosunun rolü olmamış, Alman subaylar ordulara kumanda etmemiş. Tüm bunlardan şu gerçeğin ilan edildiğine şahit oluyoruz: Kuban tarihi Kazak tarihidir. Ama XIX. yy’ın 80-90’lı yıllarında Kuban’da demografik ve ekonomik olarak Kazak olmayan nüfus hâkim durumdadır: Ruslar, Ukraynanlılar, Ermeniler, Museviler, Grekler, Almanlar, Bulgarlar, Çekler, Estonlar. Sahilin Kazaklar tarafından kolonizasyonu ta baştan itibaren mümkün olmadı. Karadeniz okrugunda (1896’dan sonra vilayetinde) ekonomik olarak (Tuapse ve Soçi okruglarının birçok yerinde sayı olarak da) XIX-XX. yy. başı döneminin son çeyreğinde Slav olmayan nüfus (Grekler, Ermeniler, Çekler, Estonlar, Almanlar, Moldovanlar) ağırlıktaydı.
1864 sonrası Rusya Kuban’ının tarihini bir Kazak yöresi tarihi olarak sunma gayreti, 1918-1920 yılları arasındaki iç savaşa ayrılan bölüm örneğinde bariz şekilde ortaya çıkıyor. Hemen burada Adigelerin XX. yy. Kuban tarihinde hiç yer bulamadıklarının altını çizelim. 1917 Ağustos’unda, henüz Beyaz Ordu kurulmamışken, General Kornilov’un ilk destekçilerinin Kazaklar değil, Çerkesler olduğunu hatırlatmak isteriz. Çerkesler, kızıl terörün kol gezdiği 1918 ilkbaharında kendi hayatlarını riske atarak Kazakları sakladılar. Rusya’da hiçbir etnik grup Beyaz Ordu’ya, Kuçuk Ulagay komutasında bir Çerkes alayı ve Kılıç-Girey komutasında bir tümen oluşturan Adigeler kadar çok gönüllü (nüfuslarına oranla) vermedi. A. Namitok ve M. Gatagogu, Kuban Rada’sının (Millet meclisi-ç.n) başkan yardımcısı idiler. 1920 ilkbaharında Türk makamları Beyaz Kazakları taşıyan gemileri limana kabul etmedikleri zaman Çerkes prensleri ve generalleri, silah arkadaşlarının Anadolu kıyısına ayak basmaları için gerekli izni koparabilmişlerdi. Stalin, Kızıl Meydan’da Krasnov’u ve Şkuro’yu astığında, general Kılıç-Girey de onlarla birlikte idam edilmemiş miydi? Büyük Rus fetret devri döneminde, Çar’ın kendisi tahtından feragat ederek atalarının kurduğu imparatorluğu yıktığı halde, Adigeler Romanovlara sadık kaldılar. Çerkesler ve Abhazlar 1905-1907 ihtilali döneminde hükümete sadık kalan az sayıdaki halklar arasındaydı. Bu sadakatlerine karşılık Stolıpin, Abhazların üzerinden “suçlu halk” yaftasını kaldırmıştı. Tarihin paradoksu oradadır ki, dindaşlarını kurtarmak uğruna Kafkasya’ya giren Rusya’ya, 1905 ve 1917 yıllarında ilk ihanet edenler de gene aynı Transkafkasya Ortodoksları -Gürcistan ve Ermenistan- oldu. Rusya sol hareketinde Gürcü sosyal-demokratlarının ne kadar aktif olduklarını hatırlayalım. Tüm post-Sovyet sahasının en Rus karşıtı lideri olan Zviad Gamsahırdiya’nınn babası, Gürcü edebiyatının klasiği Konstantin Gamsahurdiya, 1914 yılında Alman ordusunda gönüllü olarak bulunuyordu. Böylesi örnekler binlerce. Faşitlerin Çerkes SS alayları yoktu, ama Ermeni SS alayı vardı, Vermaht (Alman ordusu-ç.n) saflarında ise tüm bir Gürcü tümeni vardı. Acaba bir partizan tugayının kumandanı, Kovpak’ın silah arkadaşı Ayteç Kuşmizokov bu ders kitabında anılmayı hak etmemiş miydi? Acaba Krasnodar üniversitelerine on milyonlar yatıran Hazret Sovmen bu Kuban ders kitabında anılmaya layık değil mi? Kuban’da hiç kimse, hiçbir zaman eğitimin ihtiyaçları için bu kadar para bağışlamadı. Üstelik arka planda KDÖ çalışanlarının “yaratıcılığı” sayesinde Kuban’ın (Kuzeybatı Kafkasya) tarihi çarpıtılırken.
Kafkas savaşı olayları anlatılırken Çarlığın işgalci politikalarına övgüler düzülüyor ve tüm metin, “öz” (toprak), “bizim” (vatan) gibi iyelik sıfatlarıyla dolu.v
“Adım adım düzlüklerden dağ eteklerine, dağ eteklerinden dağlara, dağlardan deniz sahiline, milyonluk dağlı nüfus tüm felaketleri, korkunç yoklukları, açlık ve kitlesel hastalıkları yaşadı, denize ulaşınca da Türkiye’ye göç ederek canını kurtarma yolunu bulmak zorunda idi.” General Zisserman, c.II. s 396
Kuban tarihi üzerine yeni ders kitabı, Kuban Devlet Üniversitesi’nden (KDÜ) Prof. V.N. Ratuşnyak’ın redaktörlüğü altındaki yazar ekibi tarafından yazıldı. Kitap, Krasnodar Kray Valisi A.N. Tkaçov’un inisiyatifiyle yazılıp basıldı, öğrenim ve bilim departmanı tarafından ders kitabı olarak onaylandı. Kitabın hedef kitlesi okul öğrencileri ve yörenin tarihini merak eden geniş okur kitlesidir. Tiraj 30.000 nüshadır.
“Bu yörecik bizim olana kadar kahraman savaşçılarımız çok kan döktü, çok Rusun yaşamı söndü. Bu yöreciği Rus tacına, Rus halkına kazandırmak için pek çok büyük adam emek verdi… Rus yiğitlerinin asil kanı sel gibi akarak, çocuklar ve torunlar için fethedilen bu toprağı suladı.” Kazak eğitimci İ. Vişnevitskiy. XX. yy. başı. (Neden biz diğerleri gibi değiliz//Kubanskie Oblastnıye Vedomosti-1911-N 255)
Daha baştan, kitabın ismi itiraza neden oluyor. “Öz” sıfatının kullanılması, yöreyi ve yöre tarihini kendisiyle özdeşleştirme, kendine yakın, kendinin sayma arzusundan kaynaklanıyor anlaşılan. Çok anlaşılır bir arzu, ama mutlaka tespit edilmesi gereken bir husus var: Rus ve Kazak nüfus Kuban’a ilk defa, Taman’ı ve Kuban’ın sağ yakasını Karadeniz Kazak ordusuna hediye eden II. Katerina zamanında geldi. Söz konusu coğrafya Adigeler, Kırım Tatarları ve Nogaylarla meskûndu. Bu nüfus, düzenli Rus ordusu tarafından 1862-1864 yıllarına kadar monoetnik bir Adige bölgesi olan Kuban ötesine sürülmüştür. Kuban ötesinin ve tüm Kuzeybatı Kafkasya’nın kolonizasyonu işte tam bu yıllarda (1862-1864) Türkiye’ye sürgün edilen Adigelerin toprakları üzerinde Kazak stanitsaları kurulması suretiyle başlamıştı. Dolayısıyla en iyimser bir hesaplama ile Kazaklar için Kuban’ın sağ yakası 1792’de, Kuban ötesi, dağ silsilesi ve sahil ( yani Adige toprakları) ise 1864 yılında vatan oldu. İlk yerleşimci Kazakların, yeni fethedilen toprakları vatan olarak algıladıkları şüphe götürür. Vatanı Zaporojye- ellerinden alan aynı II. Katerina değil miydi? Zaporoj Kazaklarının Kuban’a göçünü anlatan tarihi şarkıda henüz vatan teması yoktur:
“Ah, elveda Dinyester, coşkun akan ırmakçık,
Kuban’a gidiyoruz temiz suyunu içmeye,
Ah, elveda sevgili damlarımız,
Sizi yaban ellerde yeniden kurmak gerekecek”.
Kuban’da Rus nüfusu esas olarak 1864’ten sonra oluştu. Rus nüfusunun ezici çoğunluğu Kuban’a XIX. yy’ın 80-90’lı yıllarında geldi. Hiç şüphe yok ki Kuban, burada doğmuş olan herkesin vatanıdır. Üstelik bu bölge, ailesi birkaç nesilden beri burada yaşayan insanlar tarafından vatan olarak algılanıyor. Günümüz Kuban Kazaklarının çok küçük bir yüzdesi doğrudan doğruya XVIII. yy. sonunda imparatoriçenin emriyle Kuban’a gelen Kazaklara dayanır. İmparatorluğun merkezi vilayetlerinden binlerce Velikorus (Büyükrus- ç.n) köylüsü, Kafkas savaşının en kritik döneminde XIX. yy’ın 40-50’li yıllarında Kazak yapılmışlardı. Onların torunlarının, XVIII. yy. sonu-XIX. yy. başı arasındaki Karadeniz Kazak ordusuyla etnik akrabalığı olmadığı gibi, XVI-XVIII. yy’ların askeri teşkilatı Zaporojya’sıyla (Zaporojskaya Seç) ile de hiç bir alakası yok.
Bu tarihi fon üzerinde ‘Öz Vatan Kuban’ ifadesi kulağa doğru gelmiyor. Eğer bu ders kitabı yalnızca XIX-XX. yy. periyodunu kapsasaydı, bunu anlamak mümkündü. Ama mesele şu ki, yazarlar ‘Öz Vatan Kuban’ın tarihini taş devrinden XI. yy’a kadar anlatıyor ve bunu yaparken yörenin yerlilerinden -Adigelerden- bir kere bile söz etmiyorlar. Buna karşılık tüm anlatı boyunca (Maykop kültürü dönemi, dolmen kültürü dönemi, antik dönem ve erken Orta Çağ) “atalarımızdan” ve “öz vatanımızdan” söz ediliyor! Vatanım Çerkesya” veya “Çerkesya’mız” başlıklı kitaplar çıkmaya başlasaydı ne derdiniz? Bu gibi dayatmacı simgesel tespitlerin kullanılması önce insanı gülümsetir, ama sık sık kullanılırsa kaçınılmaz olarak nahoş reaksiyon doğurur.
“Rusya, Karadeniz sahili ve verimli arazilere Hıristiyan yerleşimcileri iskân ederek kolonizasyon yoluyla yerleşmeye çalıştığı için burada yaşayan Çerkeslerin büyük bir çoğunluğu yok edildi veya buralardan göçe zorlandı… Dünyada pek bilinmeyen Kafkas ahalisinin ve Kırım Tatarlarının kitlesel sürgünü, XX. yy. sürgünlerinin erken habercisi olan bir trajedi idi.” Andreas Kappeler. Rusya- Çokuluslu imparatorluk.
Hiç harita mevcut olmaması dikkat çekici. Bu durum, bilimsel açıdan olduğu gibi eğitim metodu açısından da hoş görülemez. Üstelik, Kuzeybatı Kafkasya’nın tüm tarihsel dönemleri ile ilgili monografilerde profesyonelce çizilmiş çok sayıda harita varken. XIV-XVIII. yy’ların otantik haritaları mevcut. Bu kadar bol kaynak yığınını görmezden gelmek doğru değil. Daha doğrusu kitabın ön yüzüne haritaya benzer bir şey koymuşlar. Harita, daha çok üzerinde kısmen uydurulmuş kısmen da kaynaklardan yanlış okunmuş kıyafetlere bürünmüş figürleri havalı bir pozda gösteren bir resme veya kolaja benziyor. Bunlar çeşitli devirlerde Kuban’ın sağ yakasında meskûn olan, Taman’a ve Çerkesya sahiline yerleşen etnosların temsilcileri oluyor. Burada en yerine oturmayan figür Çerkesinki. Atlı Bulgar, Çingaçguk’a (1967 yılında Doğu Alman rejisör Richard Groschopp’un yaptığı bir filmin Kızılderili kahraman – ç.n) pek benziyor ama VI-VII yy’ın Türk savaşçısıyla alakası yok. Kolaj, Kuban tarihi üzerine hiçbir şey açıklamıyor ama genç okuyucunun kafasını esaslı şekilde karıştırabilir. Her figürün altında söz konusu etnosun göründüğü ve kaybolduğu tarihler yazılı. Çerkes figürünün açıklamasında “MS I. binyıl ” yazıyor. Nasıl istersen öyle anla: Belki Adigeler MS I yy’da buradaydılar, belki de X. yy’da Prens Mstislav’ın Taman’a gelişinden 20 yıl falan önce bir yerlerden buraya savrulmuşlardı. Kadim Adigelerin (MÖ) daha erken bir tarihte burada mevcut (ya da hatta etnos olarak doğmuş) olması ihtimalini ders kitabının yazarları tamamen dışlıyor. Ders kitabının bu tip “bilimsel keşifler” için uygun bir yer olmadığını hatırlatmak durumundayız. Kitabın içeriği hiçbir şekilde tarihsel geçmişin yerleşik ve herkesçe kabul gören bilimsel tablosuyla çelişmemelidir. Her şeyden şüphelenebilirsiniz, ama bunu yazdığınız tezlerde yapınız. Ama ders kitabının metni, ansiklopedi metinleriyle, uluslararası tanınırlığı olan uzmanların uzun yıllara dayanan araştırma sonuçlarıyla çok fazla çelişmemelidir.
Ön yüzdeki kolaj, Kuban’da Kazakların gelişinden önce hiçbir zaman sabit bir yerleşim olmadığını “Bir halk, diğer bir halkın yerini alıyordu” ifadesiyle çok net bir şekilde anlatan bir metinle beraber duruyor. Tüm kitabın ana tezi de işte budur. Halklar sadece Kuban’ın sağ yakasında gelip gittiler, ama Nogayların Kuban ve Don arasındaki sahada neredeyse 300 yıl yaşadıklarını ve, eğer kahraman Suvorov olmasaydı, bugün de hâlâ orada olacaklarını unutmamak lazım (Slav yerleşimcilerin akınından rahatsız olan Nogaylarla Ruslar arasında çatışmalar başlamış ve II. Katerina’nın emriyle bölgeye gönderilen tanınmış Rus generali Suvorov, 1783 yılında Nogayları katliama uğratmış ve sağ kalanları bölgeden sürmüştür. Nogaylar bu olayı soykırım olarak görüyorlar. –ç.n).
Kitabın ön yüzüne konulan adlandırmanın ve resmin –haritanın- üzerinde bu derece ayrıntılı olarak durmamızın nedeni, bu iki örnekte, yazarların Kuzeybatı Kafkasya tarihini etnisiteden arındırma, yörenin yegâne yerli halkı olan Adigelerin tarihini tamamen suskunluğa mahkum etme gayretinin açıkça ortada olmasıdır. Bununla ilgili olarak ders kitabının içeriğinin ayrıntılı analizi anlamını yitiriyor, çünkü Adigelerin siyasi ve etnik tarihine 216 sayfalık bu ders kitabında beş satırlık tek bir paragraf ayrılmıştır. Ve çok ilginçtir ki, bu paragraf IV. İvan’a giden elçilere dairdir. Ve bu elçilik olayı daha ziyade Kabardey prenslerinin faaliyetleriyle ilgili olduğu için, sonuçta Batı Adigelerinin tarihi bu kitapta hiçbir şekilde yer almamış oluyor.
Tüm kadim dönem, antikite ve ta XI. asra kadar Erken Orta Çağ, Adigelerden hiç bahsetmeden, hatta onların varlığına dair bir imada bulunmadan anlatılmıştır. Böyle bir ders kitabını okuyan öğrenci tek bir sonuç çıkarabilir: Adigeler Kuban’da hiç yaşamadı, ne onlar, ne de onların uzak ataları Kuzeybatı Kafkasya’da bulunmadılar. Ama gene de yazarlar Adigelere dair tek bir atıfı (XVI. yy. ortasında) ağızdan kaçırdılar. Bu atıf, 37. sayfada Tmutarakan prensliğiyle ilgili anlatının içinde. Ama bu nasıl bir metin? Öyle görünüyor ki, bu prensliğin kurucusu Svyatoslav imiş (Vakayinamede yazıldığı gibi Mstislav değil de), durum bu olunca prensliğin yaşı da otomatik olarak 50 yıl daha geriye gitmiş oldu. Rus Tmutarakan’ı çok uluslu: Yazarlar bize prenslikte Slavların, Greklerin, Hazarların, Bulgarların, Osetlerin ve daha başkalarının yaşadığını anlattı! Yani Adigelerden başka herkes var. Demek ki, Svyatoslav 1022 yılında Tmutarakan üzerine akına kendi üssü olan Çernigov’dan gitmemiş olup, orada hükümdarlık ediyor ve oradan da Kasog’lar (Adigeler- metinde tam da böyle. –S.H. notu) üzerine akına gidiyordu. Hal böyle iken, nereye gittiği açıklanmıyor. Deneyimli pedagogun rehberliğindeki meraklı çocuk, ön yüzdeki Rus prensi figürünün Taman’da, Kasog (Adige) figürünün de Maykop civarında durduğu resme bakarak “harita” üzerinden güzergahı ortaya çıkarabilir: 300 km’lik ciddi bir cebri yürüyüş! Ve anlaşılan, hiç kimsenin oturmadığı topraklar üzerinde ilerlemişler! Dünya çapında bir isim olan Kafkasolog A.V. Gadlo tüm hayatını beyhude yere Tmutarakan problemi üzerinde çalışarak geçirmiş: Ders kitabının her satırı Gadlo’nun satırlarıyla çelişiyor, vakayiname ise kaynak bile sayılmaz! Tüm Adigelerin Mstislav tarafından kaçınılmaz olarak itaat altına alınmasını anlatan paragraftan sonra Adigeler, acilen Moskova’ya gitme ihtiyacı duyacakları 1552 yılına kadar tamamen ortadan kayboluyor.
“Yaklaşık 1,5 milyon Çerkes yok edildi veya sürüldü. Bu trajedi hem tartışılmaz oluşuyla ve hem de oransal olarak da 1915’de Ermenilerin başına gelen şeye karşılık geliyor. Çerkeslere bu kasıtlı olarak mı yapıldı? Evet. Bunun ideolojik nedenleri var mıydı? Evet. Rusya; Kırım ve Kafkasya’da katliam ve kitlesel sürgün uyguladı ve Çerkesya’yı özel olarak 1862-1864 yılları arasında ‘etnik temizliğe’ tabi tuttu. Bu dönem boyunca Mihail Katkov gibi panslavistler, Rus kamuoyunu imparatorluk özlemi (‘üçüncü Roma’) ve stratejik çıkarlar (‘denize çıkış’) motifli milliyetçi gerekçelerle besledi.” Antero Leitzinger. Çerkes soykırımı
Böylelikle Adigelerin tarihi, kadim Rusların Kuban’a gelişinden sonra başlıyor. Taman sınırları dışında bir yerlerde Adigelerin yaşadığına dair belli belirsiz ima, muhtemelen okuyucunun aklında kalmayacaktır, zira bunu takip eden Tmutarakan konulu 7 satırlık anlatıda Adigelerle şöyle veya böyle alakalı hiçbir şey yok. Buna karşılık Kumanlara büyük bir ilgi gösteriliyor. Rus prensliğinin “göçebelerle barış içinde bir arada var olduğundan” bahsediliyor. Çalışmalarında Kasogların Adige değil Slav olduğunu kanıtlayan bazı önde gelen Krasnodarlı Kasog uzmanları, büyük yazar ekibine dahil edilmemiş! Yeni baskılarda 37. sayfanın bu “teori” hesaba katılarak düzeltilmesini tavsiye ederiz.
Nihayet, Adigelere yeniden rastlamak için, 350 yıl sonra 44. sayfaya sıçrıyoruz. Bölümün başlığı şöyle: “Dostluk böyle başladı”: Adigelerin tarihi gerçek anlamda XVI. yy’da başlıyor. Paragraf 15 satırdan oluşuyor. Hepsi bu. Yani pek net olmayan bir tarihten XIX. yy’a kadar tüm Adige tarihi 5 satırda anlatılmış. Görünen o ki, ev sahibinin sofrasından ileride de payımıza düşecek kırıntılar bu kadar! 48. sayfadaki resim çok şey anlatıyor: Şöyle Pigmelere layık bir kulübe, mısır ambarından biraz büyükçe. 49. sayfada XVI-XVIII. yy’larda Kafkasya’dan Türkler tarafından her yıl 12.000 köle taşındığını öğreniyoruz. Demek ki, tüm bu dönemin toplam sayısı 3 milyon 600 bin ediyor. Gerçekten de iç karartıcı bir dönem.
Ders kitabındaki en büyük bölüm Kafkas savaşına (77-108. sayfalar) ayrılmış. Bu keyfiyetin zaten kendisi insanı kuşkuya düşürüyor: 6-7. sınıflarda kültürden, başka dönemlerden daha fazla bahsetmek varken, savaş konusuna vurgu yapmaya değer mi? Bu yaşta 1-2 paragraf yetmez mi? Böyle bir dengesizliğin, Krasnodarlı Kafkasologların büyük kısmının ilgi konusunun Kafkasya’nın kültür ve tarihi değil, Rusya’nın Kafkasya’daki askeri-tarihi problemleri olduğu tahminini yapabiliriz.
Tüm Kafkas savaşı dönemi Adigelerin siyasi tarihi es geçilerek anlatılmış. Yazarlar o dönemin Çerkesya’sının dış politika tarihine, Adigelerin ulusal kurtuluş mücadelesinin karakteri ve boyutlarına bir göz atmayı, Adige direnişinin önderleri hakkında (Seferbey Zan, Muhammed Emin, Kazbiç Şeretluko, Hacı Berzeg) bilgi vermeyi gerekli görmemişlerdir. Buna karşılık, Çarlık Rusya’sına hizmet eden Adige “halk maarifçilerine” -Şora Nogmov, Han-Girey, Umar Bersey- bir paragraf ayrılmış. Halk maarifçisi, bilindiği gibi kendi halkını aydınlatır. Han-Girey, içerisinde Adige ülkesinin ayrıntılı bir askeri-topografik analizini yaptığı “Çerkesya yazılarını” yazmıştır. Bu Adige “maarifçisinin” eseri imparatorluğun en üst düzey askeri yöneticilerin kullanımı için yazılmıştı. II. Nikolay, Benkendorf ve birkaç general daha. İşte “maarifçinin” tüm okuyucu kitlesi bu kadar. Han-Girey’i, Nogmov’u ve Kafkas savaşı döneminin tüm diğer “maarifçilerini” ilk Adige tarihçileri, etnografları, folkloristleri olarak nitelendirebiliriz. Bunların eserleri ancak Rus okuyucusu için ulaşılabilirdi. Kafkas savaşı sırasında Adige workları ve hatta köylüleri geceleri şömine karşısında kitap okumazlardı. Yani hiç okumazlardı.
Ele aldığımız ders kitabında Kuzeybatı Kafkasya’daki Kafkas savaşı bir Kazak-Çerkes çekişmesi olarak sunuluyor. Çerkesya’nın fethinin tüm askeri başarısı Kazakların hesabına yazılmıştır. Sanki o muazzam Rusya düzenli ordusu burada hiç bulunmamış ve Büyükruslar (Velikorus) Kazaklardan daha az ölmüş. Görünüşe göre Çerkesya’nın fethinde Karadeniz filosunun rolü olmamış, Alman subaylar ordulara kumanda etmemiş. Tüm bunlardan şu gerçeğin ilan edildiğine şahit oluyoruz: Kuban tarihi Kazak tarihidir. Ama XIX. yy’ın 80-90’lı yıllarında Kuban’da demografik ve ekonomik olarak Kazak olmayan nüfus hâkim durumdadır: Ruslar, Ukraynanlılar, Ermeniler, Museviler, Grekler, Almanlar, Bulgarlar, Çekler, Estonlar. Sahilin Kazaklar tarafından kolonizasyonu ta baştan itibaren mümkün olmadı. Karadeniz okrugunda (1896’dan sonra vilayetinde) ekonomik olarak (Tuapse ve Soçi okruglarının birçok yerinde sayı olarak da) XIX-XX. yy. başı döneminin son çeyreğinde Slav olmayan nüfus (Grekler, Ermeniler, Çekler, Estonlar, Almanlar, Moldovanlar) ağırlıktaydı.
1864 sonrası Rusya Kuban’ının tarihini bir Kazak yöresi tarihi olarak sunma gayreti, 1918-1920 yılları arasındaki iç savaşa ayrılan bölüm örneğinde bariz şekilde ortaya çıkıyor. Hemen burada Adigelerin XX. yy. Kuban tarihinde hiç yer bulamadıklarının altını çizelim. 1917 Ağustos’unda, henüz Beyaz Ordu kurulmamışken, General Kornilov’un ilk destekçilerinin Kazaklar değil, Çerkesler olduğunu hatırlatmak isteriz. Çerkesler, kızıl terörün kol gezdiği 1918 ilkbaharında kendi hayatlarını riske atarak Kazakları sakladılar. Rusya’da hiçbir etnik grup Beyaz Ordu’ya, Kuçuk Ulagay komutasında bir Çerkes alayı ve Kılıç-Girey komutasında bir tümen oluşturan Adigeler kadar çok gönüllü (nüfuslarına oranla) vermedi. A. Namitok ve M. Gatagogu, Kuban Rada’sının (Millet meclisi-ç.n) başkan yardımcısı idiler. 1920 ilkbaharında Türk makamları Beyaz Kazakları taşıyan gemileri limana kabul etmedikleri zaman Çerkes prensleri ve generalleri, silah arkadaşlarının Anadolu kıyısına ayak basmaları için gerekli izni koparabilmişlerdi. Stalin, Kızıl Meydan’da Krasnov’u ve Şkuro’yu astığında, general Kılıç-Girey de onlarla birlikte idam edilmemiş miydi? Büyük Rus fetret devri döneminde, Çar’ın kendisi tahtından feragat ederek atalarının kurduğu imparatorluğu yıktığı halde, Adigeler Romanovlara sadık kaldılar. Çerkesler ve Abhazlar 1905-1907 ihtilali döneminde hükümete sadık kalan az sayıdaki halklar arasındaydı. Bu sadakatlerine karşılık Stolıpin, Abhazların üzerinden “suçlu halk” yaftasını kaldırmıştı. Tarihin paradoksu oradadır ki, dindaşlarını kurtarmak uğruna Kafkasya’ya giren Rusya’ya, 1905 ve 1917 yıllarında ilk ihanet edenler de gene aynı Transkafkasya Ortodoksları -Gürcistan ve Ermenistan- oldu. Rusya sol hareketinde Gürcü sosyal-demokratlarının ne kadar aktif olduklarını hatırlayalım. Tüm post-Sovyet sahasının en Rus karşıtı lideri olan Zviad Gamsahırdiya’nınn babası, Gürcü edebiyatının klasiği Konstantin Gamsahurdiya, 1914 yılında Alman ordusunda gönüllü olarak bulunuyordu. Böylesi örnekler binlerce. Faşitlerin Çerkes SS alayları yoktu, ama Ermeni SS alayı vardı, Vermaht (Alman ordusu-ç.n) saflarında ise tüm bir Gürcü tümeni vardı. Acaba bir partizan tugayının kumandanı, Kovpak’ın silah arkadaşı Ayteç Kuşmizokov bu ders kitabında anılmayı hak etmemiş miydi? Acaba Krasnodar üniversitelerine on milyonlar yatıran Hazret Sovmen bu Kuban ders kitabında anılmaya layık değil mi? Kuban’da hiç kimse, hiçbir zaman eğitimin ihtiyaçları için bu kadar para bağışlamadı. Üstelik arka planda KDÖ çalışanlarının “yaratıcılığı” sayesinde Kuban’ın (Kuzeybatı Kafkasya) tarihi çarpıtılırken.
Kafkas savaşı olayları anlatılırken Çarlığın işgalci politikalarına övgüler düzülüyor ve tüm metin, “öz” (toprak), “bizim” (vatan) gibi iyelik sıfatlarıyla dolu.v