Çeçen imgesi üzerine

0
1191

Birkaç dakikadır boş beyazlıkla susuşuyoruz.

“Abi hadi artık, neyi bekliyorsun” der gibi yüzüme bakıyor yanıp sönen imleç. Birazdan “Yazmayacaksan kapatıyorum ben?” diyebilir. O da Z kuşağından herhalde. Pek sabırsız. “Bir derdin mi var?” diyor bana ilkin. Susuyorum. Ama ısrarcı, yanıp sönmeye devam ediyor. “Dertsiz âdem mi olur?” diyorum, gülümsüyor.

Karşılıklı bir konuşma başlıyor aramızda. Delirdim diyorum kendi kendime. “Yok abi estağfurullah, anlat sen” diyor. Ne anlatayım diye soramadan, istersen ben sana biraz yardımcı olayım diyor. Başlıyor söylenmeye…

 

İnsan, eseridir

Türkiye’de Çeçen imgesi üzerine yazabilirmişim mesela. Bu isimde bir tez aradım, bulamadım. İyi bir tez konusu olabilir gibi geliyor aslında. “İnsan, eseridir” derler. Biz neyiz? Nasıl algılanıyoruz? Bu sorulara yanıt aramakla başlayabilirmişim örneğin. Mesela 90’lardaki Çeçen imgesiyle 2000’lerdeki arasında bazı belirgin farklar var. Bu farklar maalesef olumsuz yönde belirginleşti günden güne. 90’larda yurtlarını savunan “Mücahit” Çeçenler, 2000’lerde “terörizm”le birlikte anılmaya başlandı. Kırılma noktalarından birisi Beslan olabilir mi? Ya da Rusya Federasyonu’nun, onlara muhalif olan Çeçenleri tüm dünyaya olabilecek en kötü şekliyle tanıtmayı başarmasında, Beslan ve benzeri hadiselerin rolüne odaklanabilir miyiz?

 

Herkes kendi gerçeğine inanır

Beslan olayının iç yüzü ve bu noktada Strasbourg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği karar elbette birçoğumuzun malumu. Felaketin yaşanmasında Rusya’nın büyük bir sorumluluğu olduğu yadsınamaz noktada. Zaten tartıştığım şey gerçeğin ya da gerçeklerin ne olduğu değil. Çünkü hepimiz biliyoruz ki bu göreceli bir kavram ve herkes kendi gerçeğine inanır. Neticede bir algı oluşur ve “Şüyuu vukuundan beterdir” özdeyişi doğrulanır. Ancak yine de içimizde bir yerlerde bir şeyler cız ediyor ve başımız öne eğiliyorsa, mutlaka değiştirilecek bir şeyler vardır öyle değil mi?

Çeçen direnişinin bir kısmının 2000’lerden itibaren terörize edilmesi, Kafkasya’ya sokulmaya çalışılan Vahhabizm, küresel ölçekte yükselişe geçen terör faaliyetleri ve buna paralel ilerleyen İslamofobi… Maalesef bu süreçte en çok Çeçenler kaybetti. Hem yüzbinlerce insanını, hem direnişlerinin meşru tabanını, hem olumlu intibalarını, hem özgür yurtlarını, hem de 91’den itibaren oluşturmaya çalıştıkları modern demokratik emeklerini. Sonuç: Bir çeşit otoriter nepotizme ve elbette Rusya’ya teslim olmuş bir yönetim; çocukları kaçırılan anneler, hayata küsmüş yaşlılar ve macera peşindeki gençlerden oluşan bir ulus.

90’ların kahramanlıkları, yerini 40’ların sürgün anlatılarına bıraktı

Peki Türkiye’deki Çeçenler? Herhalde 2000’lerde oluşan bu olumsuz tablo karşısında biraz daha kabuklarına çekildiler. 94-96 savaşında doruğa çıkan “Çeçenlik”leri, uzun süredir farklı mecralar içinde yitip gitti. Türkiyelilikleri daha fazla ön plana çıktı. Türk siyasetine, gündemine daha fazla angaje oldular. Kafkasya’nın günceline küstüler biraz da. Daha geriye, daha eskiye uzandılar. 90’ların kahramanlıkları, yerini 40’ların sürgün anlatılarına bıraktı. Biraz keşfetmeye odaklandılar. Biraz Çeçen boksörlerin başarılarıyla teselli buldular, biraz tuttukları takımın attığı gollerle. Yani içlerindeki boşluğu, doldurabilecek her şeyle doldurmaya çalıştılar.

Ancak tüm bu içe kapanış, kabuğa çekilme ya da ismi her neyse, bizlere yeniden düşünme ve inşa etme şansı tanıdı bir bakıma da. Biz neyiz ve ne yapıyoruz diye silkinmeye başladık. Sosyal medyanın yeni bir tarz amme efkârı ortamı yaratması ile yeniden etkileşime geçme şansımız oldu insanlarla. Türkiye’deki tüm Kafkasyalıların bir araya geldiği, Çeçenliği Çerkesliği tartıştığı, Türk siyaseti ve gündemine olan angajmanımızın gün yüzüne çıktığı dev bir ayna etkisi yarattı sosyal medya. Pek de iyi oldu. Bize yeni kapılar açtı. Açmaya da devam edebilir.

 

Temiz bir sayfa var önümüzde

Artık hem Türkiye’de hem de global çapta yeni bir “Çeçen İmgesi” yaratmak için temiz bir sayfa var önümüzde. Boş bir beyazlık ve yanıp sönen imlece güzel sözler yazdıralım bu kez. Yüzlerde tebessüme sebebiyet verecek, dostluk köprülerini kurduracak işler yapalım. Suçu ve suçluyu dışarıda aramayalım. Hatta suç ve suçlu aramaktan peşinen vazgeçebiliriz bile. Öyle ya da böyle bir Çeçen imgesi varsa ve bu kaynağını yaşanan olaylardan alıyorsa, bu imgeyi güzelleştirmek için elimizden geleni yapmak durumundayız. Yaşanacak yeni olaylar “güzel” olaylar olmalı. Bu da önce kendimizle barışmaktan, sonra Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığıyla ve nihayet tüm insanlıkla doğru bağı kurmaktan geçiyor. Kafkasya’da sınıfsız bir toplumun, Dağlılara özgü demokrasinin en güzel tarihi örneklerini veren Vaynakhlar, bugün en kalabalık diasporalarından birinde, Türkiye’de yeni bir imgenin en güzel örneğini neden veremesinler?

Umuyorum ki bir gün, yalnızca jijig galnış üzerine yazabilecek kadar dertsiz zamanlarımız olur. O günlerin hatırına dertlenmeye devam…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz