Cin olmadan ‘Doğa’yı çarpmak

0
1069

“Cin olmadan adam çarpmak” diye bir deyim var. Oxford Sözlük’ten destek alan Google, “cin fikirli” olmayı şöyle tanımlamış: “Her şeyi, bütün olasılıkları düşünebilen, çok kurnaz, uyanık (kimse).” Var mıdır böyle kimseler, bilmiyorum fakat etrafımızın kendini “cin fikirli” sananlarla dolu olduğu kesin.

Tam korona karantinaları bitiyor, aşı da geldi, hafta sonları dışarı çıkabileceğiz diye sevinir, deniz planları yaparken “birdenbire patlak veren” müsilaj krizinin nedenlerini öğrendikçe, işte bu kendini “cin fikirli” sananların kamu idaresinde hiç eksik olmadığını görüyoruz. Muhakkak okumuşsunuzdur Marmara Çevresel İzleme (MAREM) projesi yürütücüsü, hidrobiyolog Levent Artüz’ün “1989, Marmara Denizi’nin ölüm tarihidir” açıklamalarını.

Neden 1989? İşte bizim kendini “cin fikirli” sanan idarecilerimiz, müthiş bir keşif yapmışlar, DDD yani Derin Deniz Deşarjı: İstanbul’un bütün pisliğini yaklaşık 60 metre derinden Marmara Denizi’ne deşarj etmek. Bu değil asıl “cinlik”; esas “cinlik”, Marmara Denizi’nin 60 metre kadar derinine verilecek bu atık suyun, Marmara’nın Akdeniz’den gelen dip akıntısı ile Karadeniz’e taşınacağını düşünebilmeleri! Ne de olsa Karadeniz, yarı ölü, kurtarılması mümkün olmayan bir leş yığını ya! Ne de olsa bütün Orta Avrupa sanayi atıklarını Karadeniz’e akıtıyor ya! Zaten olan olmuş Karadeniz’e, ha bir eksik ha bir fazla.

İşte böyle cin fikirli idareciler, “derin deniz deşarjı” yoluyla yıllardır kentlerdeki bütün pisliği denize veriyor. Hiçbir arıtma yapmadan, olduğu gibi. Ne de olsa “akan su pislik tutmaz,” “su boşa akıyor” diyen bir ceddimiz var. Ya da belki, Yunanların atalarını “denize döktüğümüz” ya da Karadeniz’de Ermenilerin, Rumların cetlerini boğduğumuz şanlı bir tarihimiz olduğu için, denizler hep böyle “pislikler”den kurtulmak için kullandığımız bir çöp kuyusu olarak kalmış aklımızda. Bu “cin fikirliliğin” bir kaynağı olması lazım işte… Bilemiyorum.

“Cin olmadan adam çarpmak”ta bir geri kalmışlık, geri bıraktırılmışlık hikâyesi vardır. Hiçbir zaman yeterince bilgi, para, olanak yoktur. Yani o iş için yeterince imkân yoktur ya da mevcut imkânlar o işe harcanırsa başka işler yapılamayacaktır. Yani aslında bir politika konusudur hakikaten “cin fikirli” olmak ile “cin olmadan adam çarpmak” arasında yapılan seçim. Evet, bir seçim var burada. Çünkü İstanbul’un atık suyunun biyolojik vb. arıtma yapılmadan “derin deniz deşarjı” ile Marmara’ya verilmesi fikrinin yanlışlığı o zaman da dile getirilmiş biliminsanları ve denizciler tarafından. Ama karar merciinde olanlar kulak vermemiş. Bilindik bir durum, değil mi! Karadeniz Sahil Yolu’nda, 3. Köprü-Havaalanı işlerinde de aynısı olmadı mı? Kanal İstanbul ve 3. Şehir projesinde de aynı şey olmuyor mu? Bir biliminsanı halkın karşısına çıkıp da Kanal İstanbul Projesi’ni savunamamıştır hâlâ! Ve Ulaştırma Bakanı, “Kanal İstanbul sayesinde Karadeniz’den gelecek suyun Marmara’yı kurtaracağı” açıklaması yaparak “cin olmadan adam çarpmak” istiyor.

Evet, “cin fikirli olmak” ile “cin olmadan adam çarpmak” arasındaki seçim, politik bir meseledir. Çünkü mesele, kentin ya da ülkenin kaynaklarının kim için, nasıl, hangi rasyonalite ile kullanıldığı meselesidir. İstanbul’un finans, lojistik, hizmet ve sanayi üretim merkezi olarak megakent haline getirilmesi bir plan dahilinde gerçekleşmiştir. Ülkenin dörtte birinin İstanbul’a toplanması da plan dahilindedir. Bu planın temel felsefesi de kentteki her türlü hizmetin metalaştırılarak kentin kendisinin bir artı-değer üreten fabrikaya dönüşmesidir. Eğer kent bir kâr aracı haline gelecekse, hizmetlerin üretimi için gerekli maliyetlerin de en ucuz şekilde üretilmesi gerekir. Bir hizmetin, metanın ucuz üretilmesi demek, “çevresel etki”sinin sıfır kabul edilmesi ve emek-gücünün olabildiğince en ucuz fiyattan (asgari ücret ve mültecilere yapıldığı gibi asgari ücretin bile çok çok altında) satın alınmasıdır. “Çevresel etki”nin sıfır kabul edilmesi demek, herhangi bir faaliyetin çevre üzerinde yaratacağı etkinin hiçbir şekilde hesaplanmaması, düşünülmemesidir. Mevcut sistem de tam böyle çalışıyor. Sonuçlarını da yaşıyoruz. İklim krizi, kuraklık, borçluluk, müsilaj, hava kirliliği, susuzluk…

Kıyamet kopmayacak, zaten yaşıyoruz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz