“Dünyaya geliş maceramız aslında rengârenk… Bir bebek renkli kitaplar, oyuncaklarla hayata başlıyor. Kısa süre sonra anaokulunda boya kalemleriyle haşır neşir oluyor, sonra okula başlar başlamaz da resim dersiyle ufku açan bir döneme giriyor. Yaşam böylesine sanata yakın başlıyorken, sonra ne oluyor da sanattan bu kadar uzaklaşılıyor?” diye bir paragraf okumuş ve ‘ne doğru bir tespit’ diye de iç geçirmiştim bu söyleşinin konusu olacağını bilmeksizin.
‘Çocuğumuz başarılı ve özgüvenli olsun, kendi potansiyelini keşfedebilsin, kendi ayakları üzerinde durabilsin’i kimler ister desek tüm ebeveyn ellerini havada görebiliriz sanırım ama bunu mümkün kılmanın en önemli yöntemlerinden birinin erken yaşta çocuklarımızı sanatla tanıştırmak olduğuna kaç kişi inanıyor desek aynı eller havada kalır mı dersiniz?
Eller havada kalsın ya da kalmasın, gelecek dediğimiz gerek birey gerekse ülke bazında inşa edilmesi, planlanması gereken bir hedef ise o zaman bu planlamanın temelini oluşturan ‘çocukları erken yaşlarda sanatla tanıştırmak’ da planlamanın vazgeçilmezi görünüyor.
Çocuklarımız için arka planda kalan, önemsiz gibi görünen, zor ulaşılan bir sanat algısı yerine her daim iç içe olunan, keyfi/faydası direkt hissedilen, elinin altında bir sanatı sağlayabilmek, örnek olan ve teşvik eden ebeveynler ile çocuklarımızı emanet edebildiğimiz, söyleşimizin konuğu sevgili Nazlı gibi, sanatın gücüne inanan eğitimciler sayesinde mümkün olabiliyor.
Ve konuyu çocuktan, sanattan, eğitimden açıp özneyi de Nazlı Başaran olarak seçince ‘10 parmakta 10 marifet’ tanımıyla devam etmek biz yetişkinler için yeterince açıklayıcı olacaktır diye düşünüyorum.
Ama cümleleri en yalın haliyle anlayan/yorumlayan çocuklarımıza bu deyimi sorsak ‘10 tane ayrı parmak ve her biri ayrı ayrı işler yapıyor’ durumunu hayal ettiklerini fark edebilir ve ‘olsa olsa uzaylılar veya sihirli güçleri olanlar yapar bunu’ dediklerini de duyabiliriz… Aynı sevgili Nazlı’nın akademisinde birbirinden farklı uğraşlarla neler neler yapan çocuklar ve onların gözünde ‘her parmağı ayrı iş yapan’ ve üstelik de ‘Dünyalı’ olan Nazlı Ablaları gibi…
-Nazlı, kendinden söz edebilir misin? Nerede doğup büyüdün? Çocukluğun nasıldı?
-Merhaba, ben Nazlı Başaran. 31 yaşındayım. İzmir’in Arıkbaşı Köyü’nde doğdum ve büyüdüm. Annem Şapşığ, babam Kabardey. Güzel bir Çerkes köyünde, sıcak aile ilişkileri içinde yetiştim. Kalabalık bir ailem var. Hem anne hem baba tarafım oldukça kalabalık. Dört kız kardeş aynı evde büyüdük. Ben üçüncü çocuğum. Çocukluğum köyde, dernekte, mahallede geçti. Bu aralar az bulunan şeyler bunlar. Şanslıydım yani.
-Çok yönlü olduğunu biliyorum… Akademik kariyer sürecin nasıl gelişti? Nazlı Başaran olarak neler yapıyorsun?
-Küçük yaştan beri konservatuvar okumak istiyordum ama bu pek mümkün olmadı. Ailem o dönem bunu uygun görmedi. Lisansımı iktisat okuyarak yaptım ama daha üniversitemin ilk yılı Ayla Algan ile tanışıp Tiyatro Araştırma Laboratuvarı (TAL) öğrencisi ve oyuncusu oldum. Hem üniversite hayatı hem de benim için bir okul gibi öğretici olan TAL hayatım birlikte gitti. TAL, sadece oyuncu yetiştiren bir yer değildi. Biz çok kapsamlı bir eğitim alıyorduk. Ustam Ayla Algan bir sanatçının çok yönlü olması ve gerek psikoloji, gerek felsefe, gerek tarih, aklınıza gelebilecek her alanda eğitilmesi gerektiğine inanırdı. Hem sahne dekoru yapmayı öğrenir, hem oyunculuk eğitimi alır hem de kendi metinlerimizi yazar ve oynardık. O zamanlarda aldığım eğitim ile sanat hayatımdaki çok yönlü tarafım gelişti.
-Ayla Algan ile tanışıklığın oldukça eskiye dayanıyor o zaman… Senin hayatına katkıları da öyle…
-Ustam ile tanışıklığım 11 yıl öncesine kadar dayanıyor. Bir arkadaşım vasıtasıyla tanıştım. TAL ekibine girdim ve hayatımın en güzel zamanlarını yaşadım. Dünyaca ünlü koreograflar, kıymetli hocalar ve tiyatro tarihimizdeki ustalar ile çalışma fırsatı buldum. Hep derim, orası bir okuldu ve o okulun bugün burada olmamda payı büyüktür. Böyle kıymetli ustalar ile çalışmak günümüzde mümkün olmayan bir şey. Ben şanslıydım, kendimi keşfetme serüvenim bu ustaların yanında oldu. Kendilerine müteşekkirim.
-Hem eğitimci hem rol sahibi olmak birlikte nasıl yürüyor?
-Bu sorunun cevabını direkt “Çok zor” diye vermek istiyorum. 23 yaşımda eğitmenliğe başladım. O gün bugündür hem bir eğitmen olarak hem de rol model olarak çok emek veriyorum. Çünkü sadece eğitmen olmanız yetmiyor, hele bizimki gibi sanat üzerine eğitmenlik yapıyorsanız sürekli çağı yakalamanız ve gençlerin merakını, ilgisini çekmeniz gerekiyor. Yaptığım iş dolayısıyla onların ilgisini çekiyorum ve bu ilgiyi iyiye, güzele çevirmek için çok çabalıyorum.
“Tiyatro yapmak her zaman zormuş, şimdi daha da zor”
-Tiyatro çalışmalarında beklediğin ilgiyi görebildin mi? Hem izleyicilerden hem de etkinliğe/ oyuna katılım sağlayabilecek gençlerimizden?
-Profesyonel tiyatro kariyerimde bir proje çıkardığımda genelde ilgi gördü. Oyuncu seçiminden oyunun proje aşamasına kadar her zaman zorlu bir süreç vardır. Bu ülkede tiyatro yapmak her zaman zormuş, şimdi daha da zor. Bir kadın olarak yönetmenlik yapmaya başladığımda hâlâ ama hâlâ bu işin belli bir kesime ve cinsiyete ait olduğunu düşünen insanlarla da karşılaşmadım değil. Zor ama tiyatro öyle güzel bir şey ki…
Bizim kültürümüzle ilgili tiyatro projelerimde ise genelde seyircinin ilgisi veya organizasyon anlamında sıkıntılar yaşadık. Aslında çok sıkıntılar yaşadık ama oyuncularımdan, teknik ekibimden, Abısta Tiyatro Topluluğu’na gönül vermiş herkesten çok memnunum. Abısta zaten bir hayalin gerçek olmasıydı ve sofrası herkese açıktı, hâlâ da açık. Oyunlarımızın geliriyle Çerkes köylerindeki okullara yardım ulaştırma amacıyla kuruldu. Hâlâ bu gönüllülük esasıyla devam ediyor. Abısta toplumumuzdan gereken ilgiyi gördü mü? Maalesef hayır… Bunu söylerken bile hâlâ çok üzülüyorum ama her ne olursa olsun bu hayalimizi öyle ya da böyle devam ettiriyoruz. Bizden sonraki jenerasyondan herhangi biri toplumumuzda, derneklerde başka bir şeyin de yapılacağını bilsin diye… Sanatın ve dayanışmanın gücü engellenemez.
“Bu ülkede veya dünyada bir şeyi değiştirmek istiyorsak önce çocuklarımızı eğitmeliyiz”
-Çocuklar için bir mekân fikrine nasıl eriştin? Neden çocuklar?
-Yıllardır çocuklar ve gençlerle çalışıyorum. Çok farklı şehirlerde çok farklı gruplarla çalıştım. Yaratıcı drama, tiyatro, dans, sanat tarihi üzerine oluşturduğum bir müfredatım var. Eğitmenlik serüvenim ilkokul dahil eğitim hayatımda zor öğretmenlerim olmasıyla başladı aslında. Bu öğretmenler kendime “Nasıl bir eğitmen olmamalıyım?” sorusunu sormamı sağladı. Zaman içinde Çağatay Koç Hocamızın aklında bir sanat merkezi kurma fikri oluşmuştu, bana iletti, benim de hayallerimde hep bu olduğun için, imkânlar oluştuğu gibi, pandemi demeden hayata geçirdik. Ben geleceğin çocukların elinde olduğuna şartsız koşulsuz inanan biriyim. Bir eğitmen olarak bu ülkede veya dünyada bir şeyi değiştirmek istiyorsak önce çocuklarımızı eğitmeliyiz, derim hep. Bu yüzden çocuklar ve yine bu yüzden gençler. Hepsi pırıl pırıllar.
“Sanat ve insanın ayrılmaz ikili olduğuna inanıyoruz”
-İDEA ne demek? Neden bu ismi seçtin?
-İDEA ismini bir hayal ile yola çıkmaktan ilham olarak koyduk aslında. İDEAMIZ İNSAN deriz hep. İnsanı anlamak ve insana ulaşmak. Her yaştan, her kesimden insanla buluşmak. Ayrıca “İnsan Drama Eğitim Akademisi” harflerin açılımıdır. Biz sanat ve insanın ayrılmaz ikili olduğuna inanıyoruz. Gelecek sanat ile yetişen gençlikte. Bunun ihtimali bile müthiş heyecan verici.
“Sanat herkes içindir”
-İDEA Sanat’ın faaliyetleri hakkında bilgi verebilir misin? Ve sence benzerlerinden en belirgin farkı nedir?
-İDEA, yukarıda da dediğim gibi her yaştan, her kesimden insanın buluşabildiği bir yer. Burası bir yuva. 4 yaşından sınırsız bir yaşa kadar eğitim programlarımız var. Yaratıcı Drama, Genç Tiyatro, Yetişkin Tiyatro ve Oyunculuk, Eğitimcinin Eğitimi, Müzik, Resim, Heykel alanında çok kıymetli hocalarımız ders veriyor. Akademimizde 4 yaşındaki çocuğu drama dersine girerken kendi piyano eğitimi alan, oyunculuk ekibinde olan velilerimiz var. İşte bu bir hayalin gerçeğe dönüşmesidir çünkü “sanat herkes içindir”. Diğer kurumlardan farkımız bu noktada belirginleşiyor. Burası sanatçı ve eğitim bilimcilerin birlikte müfredat hazırlayıp yol aldığı bir akademi ve herkes burada kendine göre profesyonel bir eğitim bulabiliyor. Akademimiz hep açık. Herkesi bekleriz. Çayımız ve kahvemiz hep sıcak.
-En çok sevilen etkinlik hangisi?
-Çocukların en sevdikleri yaratıcı drama dersi oluyor ve eğlenceden, sevinç çığlıklarından anladığım kadarıyla oyun kurmak, oyun kurgusunu anlamak ve yaşatmak onları harika hissettiriyor. Gençlerimizle de tiyatro çalışıyoruz ve sahneye öyle ilgi duyuyor ve öyle mutlu oluyorlar ki…
‘Çocuklardan çok şey öğrendim, hâlâ da öğreniyorum’
-Çocuklarla çalışmanın zorluğu/kolaylığı vb. ne söylemek istersin?
-Çocuklarla çalışmak hiçbir zaman zor olmadı benim için, aksine onlar inanılmaz çözüm odaklı bireylerdir. Biz yetişkinlerin yapamadığını yapar ve hemen problemleri çözerler, yeter ki kendi dillerinden anlayan birileri olduğuna inansınlar. Çocuklardan çok şey öğrendim, hâlâ da öğreniyorum.
-Bu yaş çocuklarının, velileriyle iletişiminin zorluğu/kolaylığı desem…
-Veliler ve çocukların arasında bazen iletişim kopukluğu olabiliyor, bazen bu bir sorun gibi gözükse de gerek kurum psikoloğumuz gerek eğitmenlerimiz buna insan olmak noktasından yaklaşıyor ve profesyonel adımlar atıyor. Sadece velilerin kendi çocuklarını biraz daha dinlemeleri ve sanatın bir süreç olduğunu anlamaları gerekiyor.
-Erken yaşta sanatla tanışmak çocuklara neler kazandırıyor?
-Erken yaşta sanatla tanışan çocuk “anlar”. Yetişkin hayatımda gözlemlediğim şeylerden biri de bizim anlamak konusunda sıkıntı yaşadığımızdır. Ayrıca sanatla erken yaşta tanışan çocuk hayatı daha anlamlandırabiliyor. Ne istediğini ne istemediğini, hayallerini, korkularını, düşüncelerini ve planlarını daha net söyleyebiliyor. Varoluşuyla ilgili bir fikri oluyor. Bu bence en önemli nokta.
“Her çocuk biriciktir ve yegânedir”
-Her çocuk yetenekli midir veya sanatın içinde olmak için yetenek şart mıdır?
-Her çocuk biriciktir ve yegânedir. Yaratıcılığını keşfetmesi gerekir. Kime göre yetenekli, kime göre yeteneksiz? Sanatta kıyaslama veya derecelendirme olmaz. Hele çocuklarda bu çok değişken ve saygı duyulması gereken bir keşif sürecidir.
-Bilimsel çalışmalar, okul dışında drama ve müzik etkinliklerine katılmanın okula devamlılık, okul başarısı ve akademik hedeflerle ilişkili olduğunu gösteriyormuş. Bu konuda ne söylemek istersin?
-Buna kesinlikle katılıyorum. Örneklerini yıllardır öğrencilerimde gözlemliyorum. Kendilerine saygıları artıyor, özgüvenleri perçinleniyor ve hayal ettikleri şeylere ulaşmak artık onlar için hayal olarak kalmıyor.
“Toplumumuzun bir edebiyatı, sineması, tiyatro kültürünün tam anlamıyla oluşmaması çok üzüyor beni”
-Bizim toplumumuzda sanat desek, neler söylersin?
-Bizim toplumumuzda sanat… Bu başlı başına konuşulacak bir konu olmakla beraber toplumumuzun kendine dair edebiyat, sinema, tiyatro kültürünün tam anlamıyla oluşmaması çok üzüyor beni. Bizler sadece derneklerde dans eden insanlar değiliz. Olmamalıyız. O kadar çok yazan, çizen, düşünen arkadaşım var ki. Hepsi bizden ama maalesef bu konuda desteklenmemiş veya fark edilmemişler. Kimse bir sanat dalını desteklenmek için yapmaz, sanat insanın içinden gelir ama sanıyorum görmezden gelinmek de hoş bir duygu olmasa gerek.
“İlk şiir kitabım ‘Güzeşte’ Holden Kitap’tan çıktı”
-Çocuklar dışında yetişkinler için de çalışmaların/destek olduğun konular var. Bunlardan da bahsedelim mi?
-Yetişkin eğitimleri de veriyorum. Kurumsal olarak şirketlere eğitim danışmanlığı da yapıyorum. Oyuncu ve eğitmen kimliğimin dışında bir tiyatro yönetmeni ve oyun yazarıyım. Uzun zamandır kendi oyunlarımı yazıp yönetiyorum. Yetişkinlere yazmak ve oyunculuk üzerine yıllardır eğitim veriyorum. Hatta buradan duyurayım, çocukluk hayalim olan ilk şiir kitabım “Güzeşte” Holden Kitap’tan çıktı ve bu konuda çok heyecanlıyım. Umarım okuyanlar beğenir ve umarım herkesin çocukluk hayalleri gerçek olur.
-En çok hangi yaş grubu ile bir şeyler yapmayı seviyorsun?
-Ah canım çocuklar… Onların yeri bende hep ayrı. Onlardan besleniyorum ve çok şey öğreniyorum. Bu iş için ne kadar bilgili olursanız olun, nerede eğitim alırsanız alın çocukları sevmiyorsanız yapılması çok zor bir iş. Ben çocukları seviyorum, bu yüzden işimi seviyorum. İnsanın sevdiği işi yapması büyük şans.
“Gençlerin sesine kulak verelim”
-Bizim gençlerimizden ve oldukça faal biri olarak çoğu derneğimizin ortak problemi olan ‘gençlerimizin duyduğu ilginin azlığı’ sence nasıl giderilebilir? Neler yapılabilirse sizler daha severek, isteyerek ve sıklıkla derneklerimizde yer alırsınız?
-Bunu bizzat yaşamış biri olarak acilen “bizim çocuklar” yaklaşımının değişmesi lazım. Elbette sizin çocuklarınızız ama hepimiz profesyonel yaşamında, kariyerlerinde, sosyal hayatlarında gayet istikrarlı çalışan, güzel işler yapan/yapmaya çalışan insanlarız. Fikirlerimizin, sanatımızın ve yaptığımız şeylerin çocukça bir çaba olarak algılanması gerçekten motivasyon kırıcı bir şey. Desteklerini gönülden hissettiğimiz insanlar var ama bir projemize veya bir fikrimize duyulan ilgisizlik veya gerekli özenin gösterilmemesi birçok yapılacak işin, birçok güzel fikrin önünü kapatıyor.
Öyle güzel insanlarımız ve sanatçılarımız var ki… Kendimizi kariyerlerimizde ispatlamış, yıllardır bu işi yapan insanlar olarak tekrar tekrar kendimizi toplumumuza ispatlamak çok yorucu, inanın. Desteklemek, anlamaya çalışmak için hiçbir zaman geç değil. “Nasıl bir miras bırakıyoruz” sorusu da çok önemli. Bunu soralım dürüstçe kendimize. Gerçekten bu topluma nasıl bir faydam dokunuyor, diyelim. Gençlerin sesine kulak verelim. Gençlerimizi daha çok düşünmeye, kendilerini keşfetmeye, yaratıcı fikirler oluşturmalarına teşvik etmeli ve gerçekten kültürümüzü nereye taşıyacaklarıyla ilgili onlara alan bırakılmalıyız.
“Dayatılan tektip güzellik algısının yanında dayatılan tektip davranış biçimini de doğru bulmuyorum”
-Son olarak; Çerkes toplumunda kadın olmak konusunda bir kadın olarak neler söyleyebilirsin?
-Bu toplumda kadın olmak belli dogmalara maruz kalmak demek çoğu zaman. “Çerkes kızı böyle olur”, “Çerkes kızı böyle olmalı”, “Bir Çerkes kadını şunu yapmalı” gibi söylemlerin acilen değiştirilmesi gerekiyor. Dayatılan tektip güzellik algısının yanında dayatılan tektip davranış biçimini de doğru bulmuyorum. Değişen ve dönüşen dünyada ısrarla bu tarz söylemlere tutunmak hem bizim için hem de gelecek nesiller için büyük bir hata. Birbirimize güvenmeliyiz. Birbirimize gerçekten ama gerçekten güvenmeliyiz. Bunun için öncelikle dinlemeliyiz. Önyargılardan uzak, sadece anlayabilmek adına dinlemeliyiz.
Konuşmamı bitirirken böyle bir oluşum ile toplumumuzda gençlerin yaptıkları işler adına farkındalık yaratılmasının çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bu güzel sohbet için öncelikle sevgili Figen Abla’ya ve daha sonra emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum.
-Teşekkür ederim…
Sevgili Nazlı Başaran’a… Çalışma azmi, istikrarlı ve kararlı rotası, sabırlı ve sevgi dolu yaklaşımları ve bu güzel söyleşi için…
Sevgili Jineps okurlarına… Okumayı sevdikleri ve çocuklarının gelecek planlamasında sanata her zamankinden daha çok yer verecekleri için…
İDEA Sanat’ın etkinlikleri hakkında ayrıntılı bilgi için:
https://instagram.com/ideadramasanat?utm_medium=copy_link
https://youtu.be/35zAD-17wys