DÇB ve Çerkes sorunu…

0
419

Yıl 1997. 

Dünya Çerkes Birliği’nin (DÇB), Kalmık Yura başkanlığındaki yönetim kurulunun UNPO* başvurusu sonucu; “Çerkeslerin 19. yy’daki Çarlık Rusya’sı saldırılarında soykırıma uğradığı, topraklarından sürgün edildikleri, sürgün ulus statüsünde oldukları, çifte vatandaşlık ve tarihsel topraklarına koşulsuz dönüş hakları olduğu” karar altına alınmıştı.  

Kalmık Yura, Rusya Federasyonu (RF) Adalet Bakanlığı yaptı (1992-94). “Yoldaki Dönemeçler” (Apra Y.) kitabındaki anlatımıyla RF’nin Çeçenya’ya saldırısını (1994, I. Savaş) anlatmış, savaşın gerçeğini anlamamızı sağlamıştı. Kolaycı çıkarımla edindiğimiz “Savaş Çeçenlerin, Dudayev’in yüzünden” ezberimizi bozmuştu, halen okuyamamış olanlara öneririm. Moskova-Grozni arasında mekik dokumuş ama sonuçta savaşa engel olamadığı için istifa etmişti. 

DÇB, 1997’de bir sivil yapı olarak yapması gerekeni yapmıştı. RF genelindeki yönetim anlayışının, Yeltsin’in “İstediğiniz kadar özgür olabilirsiniz”den Putin’in “Moskova’nın istediği kadar özgür olabilirsiniz”e evrilmesi ise 2000’li yıllarda gerçekleşti. Moskova’nın ipleri elinde tuttuğu, özgürlükleri kısıtladığı, otokratik yönetimin egemen olduğu bu dönemden RF cumhuriyetleri ve özelde DÇB de payına düşeni aldı elbet. 1922’lerde, Sovyet döneminden gelen hakları (Paritet-Denklik yasası gereği örneğin Adigey’de yaklaşık %20 nüfusa sahip Adigelere “tu kaka” Sovyetler’in neden bu hakları -meclis çoğunluğunun Adigelerden oluşması, başkanın Adigece bilme şartı vd.- verdiğini ayrıca konuşmak, değerlendirmek gerekir) adım adım yok eden, federe cumhuriyetlerin içini boşaltan, cumhuriyet başkanlarını Moskova’dan atayan… Ve elbette DÇB başkanını da atayan… Biliniyordu olan bitenler. Ama her daim oluşturabildiğimiz gerekçelerle görmezden geldik, eleştiriler anlam ifade etmedi.  

Çok net şöyle bir karar alınamaz mıydı? “1997’de UNPO’da karar alınmasını sağlayan DÇB fikriyatını savunmaya devam ediyoruz. Ancak 2000’li yıllarda Moskova kontrolüne girdi, kuruluşundaki özgürlük ortamından geriye gidildi, cumhuriyetlerin hakları yok ediliyor, bunlar DÇB’nin kontrolü altında yürütülüyor gibi üstelik; bu koşullarda Türkiye diasporası olarak DÇB üyeliğimizi, en düşük temsiliyet seviyesine indiriyoruz. Yönetim kadrosunda yer almayacağız.” 

Bu tavır şimdi değil çok önceden, 2001’de, 2002’de alınamaz mıydı? Alınsa ne olurdu? 

Bu veya benzeri bir karar alınabilseydi, bugün başka şeyler konuşuyor, tartışıyor, yapay gündemlerle enerjimizi tüketmiyor, birbirimizi hırpalamıyor olurduk. Elbette her birimiz için gündem sıralaması -öncelikler- farklı olabilir ama bazı şeyler var ki gerçekten boşa kürek çekme nedeni. Sonuçta, bagajlara birikmiş kırgınlıklar/kırılganlıklar halledilemeden yenileri ekleniyor.  

Anavatanın önemi ortada ve alınması önerilen tavır anavatana karşı değil elbette. Tavır; Sovyetler’den gelen hakları bilinçli bir politika ile zamana yayarak eriten, DÇB’nin Moskova kontrolünde tutulmasını sağlayan, antidemokratik uygulamalarla sürgün ve soykırımı konuşulamaz hale getiren RF siyasetine ve onun işbirlikçilerine karşıdır. Türkiye’de de, RF’de de demokrasi, daha fazla demokrasi mücadelesi yürütmek zorundayız. Kimliğimizi-kültürümüzü-anadilimizi yaşatabilmek, geleceğe taşıyabilmek, yeniden üretebilmek konusunda samimi isek, gizli ajandamız yoksa başka yolumuz yok.  

Kültürel alana sıkışmışlığın, ‘Siyasi ceketinizi kapının arkasına asın’ cümlesi ile Çerkeslerin siyasallaşmasını baştan engellemeye çalışan yaklaşımın tersyüz edilip geleceğimize karar verme iradesini göstermemiz, temsilciler aracılığı ile değil, bizzat siyasetin içinde olmamız gerek. Kimlik ve tarih bilincinin bugününü sorgulamamız, siyaseten demokrasiden yana olanla olmayanı net çizgilerle ayırmamız, her siyasi partiye eşit mesafede durmak vb. statükocu yaklaşımları reddetmemiz, kimliğimizi tanımadığı tüzüğünde, fikriyatında ifade edilmiş partilere üye olup derneklerde yönetim kadrolarında yer alınamayacağını net ifade etmemiz, gereksiz polemiklerle gündem oluşturulması tuzağına düşmememiz gerekli artık.  

Belki A-B-C’den başlamalı. Kimlik sorununda “ne olmamalı, ne yapmamalı”dan başlamalı. Doğrularımızı sorgulamalı, mutlak doğru olmadığı ihtimalini her daim dikkate almalı. İrademizle verdiğimiz karar, temsiliyet yetkisi verdiklerimizin kararıyla farklı olabilir; temsiliyet verdiklerimizin kararları da mutlak doğru değildir zira. Her daim tartışmaya hazır olmalı ama bağcı dövmek değil üzüm yemek isteğiyle, kararlılığıyla, iradesiyle. Empoze edenden, sürü muamelesi yapandan sen kenara çekil talebimiz olabilmeli.  

Çerkes sorununa dair söz üretenlerin bir kesiminin dilindedir xase. Xaseden amaç aynı şey değildir ama. Dillendirdiğim ve önerdiğim öncelikle “Çerkeslerin geleceklerine karar vermek üzere siyasallaşmak kararı”nı alacak xasedir.  

Bir şey yapmalı, iyi durumda değiliz.  

  

*Temsil Edilmeyen Milletler ve Halklar Örgütü 

  

Yaşar Güven 

Ekim 2022 

Önceki İçerikErdoğan’ın ‘PKK’lılar 15 çocuk yapıyor’ sözlerine tepki
Sonraki İçerikMilletvekili transferleri
Yaşar Güven
1958’de, Düzce Köprübaşı Ömer Efendi Köyü’nde doğdu. 1980 yılında İTÜ Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Üyesi olduğu Gemi Mühendisleri Odası’nın (GMO) 50. yıl ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) 60. yıl Andaç çalışmalarının editörlüğünü yaptı. Her iki kurumun yönetim kurullarında görev aldı. Kurucusu olduğu firmada iş yaşamı devam ediyor. 2005 yılı aralık ayında yayın hayatına başlayan Jıneps gazetesinin kurulduğu tarihten itibaren yayın kurulu üyesi.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz