Zabitı Jarbeg’in (Дзабиты Зарбег) Oset Halk Tıbbı (Ирон Адæмон Хостæ) kitabının Badı Muammer Tekin tarafından yapılan çevirisinin son bölümünü yayımlıyoruz.
Бызычъи (Bıjıçi) Siğil
Bıjıçi, bjiki, buzuğ gibi isimlerle bilinen siğillerin bazıları el ve ayaklarda, bazıları da sırt ve boyun kısmında görülebilmektedir. Siğillerle ilgili “İhtiyarlayan siğillerine ilaç aramaz” diye bir deyim var. Siğiller birkaç tane ise iri olanı ana siğil, çevresindeki küçükler yavru diye tabir ediliyor.
İlaç ustaları eskiden beri siğiller için çeşitli yöntemlere başvuruyordu. Özellikle iri olan ana siğili yok etmeye çalışırlardı. Büyük siğil alınınca diğerleri kendiliğinden düşerdi. Ana siğil siyah iplikle boğularak kurutuluyor ve kayboluyor fakat çoğu zaman tekrar çıkıyordu. Bazı ustalar siğili keserek yerine tuz basıyor veya yerini ısıtılmış demirle dağlıyordu. Siğilin alındığı yer yağmur suyu, kendi idrarı, sabahları oluşan kırağı damlalarıyla yıkanır, temizlenirdi. Bazıları çamurla kapatır veya siğilin etrafına çamurla set oluşturur ve ortasına barut koyarak ateşlerdi.
Siğilin en etkili ilacı salyangozdu. Salyangozun salyası üzerine sürülüyor veya ezilerek siğilin üzerine bağlanıyordu. İlkbaharda fındık dallarına yürüyen su biriktirilip üzerine sürülüyordu. Süpürgeotunun suyu da sürülürdü. Alman papatyası, pelin otu, taze soğan suyu gibi otlardan istifade edilirdi.
Bazı ilaç ustalarına gelip ilaç istemenin yöntemleri vardı. İlaç için gelen sopanın üstüne at gibi binerek ve hiç konuşmadan gelmeliydi. Aksi takdirde boş dönerdi. Sopa sağ elle tutulur, sopanın sol elle tutulması da yılan sokmasına işaretti. Bu tip davranışlar gelen kişilerin boş ve fazla konuşmalarını engelleyici tedbirlerdi. İlaç yapan ustalar gelenleri sopayı tutuşundan anlar, ilacını verirdi. Bahaneleri de vardı. Şartlara uymayan ve bu şekilde gelmeyenler ilacı alsa bile faydasını göremez deniyordu. Yine bazı ilaç ustaları siğili kesip aldıktan sonra ateşe atıyor ve et parçası yandığı sürece kişinin dışarı çıkıp aya bakması isteniyordu. Kişi aya bakarken ilaç ustası içeride dualar eder ve bazı semavi güçlerle konuşuyormuş gibi hareketler yapardı. Yani, işin alavere dalaveresi.
Siğilin üzerine yeşil kurbağa derisi bağlayanlar olurdu. Sonbahar yağmurlarının oluşturduğu köpüklerle yıkanırdı. Siğiller hafif kanayacak şekilde kesik atılarak üzerine şeker bağlanıyordu. Siyah ipliğe siğillerin sayısı kadar ilmek atılarak hastaya veriliyor ve istediği şekilde yakması isteniyordu. “İlmekler yanıp yok olduğu gibi siğillerin yok olsun” deniyordu. Boyun kısmında çıkan yağ bezeleri için sülalesinde ölen kişinin eli yağ bezelerine üç kere sürülerek bezelerin kaybolacağına inanılıyordu. Beze eriyip yok olmadığında -ki zaten yok olmazdı- bezesi olana şöyle deniyordu: “Bu ölen kişi hayattayken birilerini incittiği için fayda etmedi.” Gerçeklerden uzak bu tip davranış ve inanış şekilleri maalesef yaygındı.
İnsan bünyesinde oluşan çıbanlar, şekline göre çeşitli biçimde adlandırılıyordu.
Olgunlaşmadan önce (цъæх сынкъ) yeşil çıban. Olgunlaşan (рæгъæд сынкъ) çıban. Olgunlaşıp iltihabı boşaltılacak olan (хæфы хæдон) veya (æрходæ) çıbananası, çıban gömleği gibi…
Sinirotu, ekşimiş süt, pişmiş soğan, hayvan safra kesesi, bal, beklemiş hayvan işkembesi gibi maddeler çıbanın üstüne bağlanarak olgunlaşması sağlanıyordu. Deride ve kızarma şeklinde beliren ve şişen çıbanlar iç çıban (дæлгоммæ сынкъ) diye adlandırılıyordu. Bu tip iç çıbanlar daha geç iyileştiği için özel ilaçlara başvuruluyordu. Ekşimiş süt ile ıhlamur çiçekleri karıştırılarak çıbanın üstüne bağlanıyordu. Süt içinde kabak kabukları kaynatılıp bağlanıyordu. Lor peyniri bağlanıyordu. Kabak içi, şekerle karıştırılıp bağlanıyordu. Yumurta beyazı, bira köpüğü sürülüyordu. Dereotu tohumları kaynatılarak bağlanıyor veya suyu ile yıkanıyordu. 1 litre gazyağı ile yumurta karıştırılıp, sıcak kepek su ile karıştırılıp sürülüyor, domuz yumurtası bağlanıyordu. Rendelenmiş patates ile süt kaymağı karıştırılıp sürülüyor, bazı yerlerde köpek yavrusuna yalatılıyordu.
Уыдырн (Vıdırn) Egzama
Egzama iki şekilde görülüyordu; ten üzerinde ve gözlerde. Egzama ilacı yapan ustalar vardı. Bunlar egzamacı diye adlandırılırdı. Dönemin egzamacıları hastalığın deri altından geliştiğini biliyor ve ona göre işlem yapılıyordu. İğne türü ince aletlerle derinin altına inilerek mikrop temizleniyor, asitli maddeler sürülüyordu. Gözlerdeki egzamalar da iğne türü ince aletlerle gözkapaklarının altlarından temizleniyordu. Solucanlar tuzlanarak bir kaba konuyor ve birkaç gün bekletiliyordu. Oluşan su gözlere damlatılıyordu. Bunun için yağmurlu havada topraktan çıkan solucanlar tercih ediliyordu. Deride görülen egzamalara bira köpüğünden de ilaç yapılıyordu. Cam şişeye karıncalar konarak üzerlerine insan salyası dökülüyor ve üç gün bekletilerek egzamanın üzerine sürülüyordu. Şerbetçiotu kaynatılarak suyu egzamaya sürülürdü. Sığır kuyruğu otu kaynatılıyor, suyu sürülüyordu. Aynı şekilde kedi otu suları sürülürdü. Banotu, huş, kaşıntı otları birlikte kaynatılarak sularıyla egzamalı bölge yıkanıyordu. Hatmi, müge gibi bitkiler kullanılırdı. Hastalık tuzlu su ile dezenfekte ediliyordu. Arı nektarı, yumurta sarısı karışımı sürülürdü.
Сырх (Sırğ) Kızamıkçık
Kızamıkçık görüldüğünde kırmızılık oluşturması nedeniyle adını da buradan aldı. Genellikle küçük çocuklarda görülen hastalık baş, kulaklar ve boğaz bölgesinde kırmızılıklar oluşturarak vücudun alt taraflarına yayılıyordu. Bu hastalığın aşısı bulunduktan sonra çocuklardan ziyade büyüklerde görülmeye başladı. Eskiden özel anma günleri vardı. Bu günde özel içecekler üretiliyor, kurbanlar kesiliyordu. Bu hastalıkla uğraşan ilaç ve tedavi ustaları vardı. Kızamıkçık hastalığının görüldüğü yerler, kollar, bacaklar gibi yerlerde olduğunda, ilerlemesin diye önünü kesmek için bağlanabiliyordu. Bunun için kırmızı iplik kullanılırdı. Böylece mikrobun yayılması önlenebiliyordu. Özellikle ipliği, kocası öldürülmüş esmer dul kadınlara yaptırıyorlardı.
Kızamıkçıklı bölgelere tavşan kanı sürülüyordu. Her an tavşan bulunamayacağı düşünülerek, önceden tavşan kanına bulanmış pamuk veya bezler saklanır, hazır bekletilirdi. Kurutulan bu bezler lazım olduğunda ıslatılarak kullanılırdı. Tedavi edicilerin ayrıca tedavide kullandıkları özel taşları vardı. Bu taşlar alkol üzerine rendelenerek karıştırılır ve hastalıklı bölgeye sürülürdü. Kızamık boğazda ise aynı karışım gargara yaptırılırdı. Taşların geyik, öküz gibi hayvanların safra keselerinden çıkarıldığı veya yıldırım çarpması sonucu parçalanan kayalardan ayrıştığı söyleniyordu. Taşların tozları alkolle karıştığında sarı renk alıyordu. Yine keçi safra kesesi kurutularak ufalanıyor ve alkolle karıştırılarak sürülüyordu. Bu karışım küçük çocukların karnı ağrıdığında da içiriliyordu. At yavrusu dalağı veya doğum yapmış at eşi (şal) kurutularak saklanıyor ve hastalık halinde toz haline getirilip alkolle karıştırılıyor ve hastaya içiriliyordu. Aynı karışım zor doğum yapan kadınlara da veriliyordu. Taşların tozları yılan boynuzu ile rendelenmiş halde karıştırılıp alkol içinde eritiliyor ve hastalıklı bölgeye sürülüyordu.
İlaç ustaları kızamıkçığı kırmızı ve beyaz kızamıkçık diye iki bölüme ayırarak ona göre ilaç yapıyorlardı. Beyaz kızamıkçık için beyaz, kırmızı kızamıkçık için kırmızı taş tozları kullanıyorlardı. Kırmızı kızamıkçık için kırmızı taş tozları yılan boynuzu veya elmas tozları ve çeşitli bitkilerle karıştırılıp sulandırılmış halde hasta bölgeye sürülürdü. Хæныкъаты Уæлгъа (Henıkatı Velğa) hatıralarında şöyle diyor: “Гаглойты Сандомæ’de (Gagloytı Sandome) 21 tane taş vardı ve bu taşları geçmişte koyunların safra keselerinden çıkarmışlardı. Hastalık halinde bu taşlardan alınan tozlar alkolle karıştırılarak hastaların vücutlarına sürülüyordu.”
Bu hastalık için çok çeşitli otlardan da istifade ediliyordu. Aslan kuyruğu denilen ot kökünden sökülerek yoğurt suyu içinde kaynatılıyor ve kızamıklı bölgeye sürülüyordu. Duruma göre suyu içiriliyordu. Bu otun söküldüğü özel ve belli günler vardı. Gentiyan, at madımağı gibi otlardan istifade edilirdi. Arpa unu, emziren kadın sütü ile karıştırılıp kızamıklı bölge üzerine sürülürdü. Kızarmış hasta bölgeler kanatana kadar iğne ucuyla çizilerek hastalığın bu çiziklerden çıkıp gideceği söyleniyordu. Geyik boynuzu yakılarak tozları kızarmış bölgelere sürülüyordu. Solucan suları, nişasta gibi maddelerden istifade ediliyordu. Darı unu, yumurta beyazıyla, ebegümeci alkolle karıştırılıp sürülüyordu. Çiğdem ve çeşitli otlardan ilaçlar yapılıyordu.
Уыртаты Бибо (Vırtatı Bibo) adlı kişi şu masalı anlatıyor: “Avcının biri ava gider, akşama kadar dolaşır ama avlanamaz. Akşam hava kararınca bir mağaraya girer ve sabahı beklemeye başlar. Biraz sonra mağaraya sakallı iki yaşlı girer ve bir köşeye oturarak, torbalarından çeşitli yiyecek ve ateş yakacak malzemeler çıkarırlar. Getirdikleri etleri pişirdikten sonra sofraya çok küçük üç tane de velibah koyarak kadehlerini kaldırıp Şit konuşması yapacakları sırada avcı bulunduğu yerden çıkarak yanlarına oturur. Avcıyı gören yaşlılar kadehlerini indirerek geleni buyur ederler ve sohbete başlarlar. Avcı başından geçenleri anlatır, akşama kadar dolaştığını ama bir tek av dahi bulamadığını söyler. Aslında sakallı yaşlılar (Уастырджи) Hızır Aleyhisselam ve (Æфсати) Avcılar İlahı’ndan başkası değildir. Avcıya da bir kadeh verirler. Avcı kadehini kaldırır ve duasında tüm ilahların adıyla birlikte Hızır ve av ilahının da adını anarak içer. Vaştırci, Efşati’ye dönerek ‘Hayret sana, böyle güzel bir insandan bir av hayvanını esirgedin’ der. Efşati avcıya ‘Yarın bir av bulacaksın ve hayvanın içinden bir taş çıkacak. O taşı atma. İlk hastalandığında sana deva olacak’ der. Adamlar yiyip içtikten sonra avcı yatıp uyur. Sabah kalktığında yanı başında bir keçinin yattığını gören avcı önce sevinir, sonra keçiye acıyarak kesmeye gönlü razı olmaz. Sonra düşünür, ‘Bu av ilahının ikramıdır, kesmemek olmaz. Bu benim nasibimdir’ diyerek keçiyi orada keser. Gerçekten keçinin safra kesesinden bir taş çıkaran avcı, taşı cebine koyar, keçiyi de sırtlayarak evinin yolunu tutar. Günün birinde avcının kızamıkçık şeklinde boğazında bir rahatsızlık olunca taşı alır ve içeceği suya koyarak suyu içer. Biraz sonra da rahatsızlığı geçer. Avcı şifa bulunca o günden sonra bu tip taşlar ilaç olarak kullanılmaya başlar.”
Зокъо Низ (Joko Nij) Mantar hastalığı
Mantar hastalıklarına pek bir şey yapılamıyordu ama süpürgeotunu kaynatıp suyunda banyolar yapılıyor veya suyu ile hastalıklı bölgeler yıkanıyordu.
Лыскъ Низ (Lışk Nij) Ayak mantarı enfeksiyonları
Ayaklarda oluşan mantar enfeksiyonlarında kanatırcasına şiddetli kaşıntı oluyordu. Haliyle hastalığın kaşıma nedeniyle yayılmasına sebep olunuyordu. Kaşıntıyı azaltmak için ayakları sıcak suya koyuyorlardı. Veya ayaklar hastanın kendi idrarıyla yıkatılıyordu. Yılan yemi denilen çimen eveliği otunun kaynatılmış suyu ile yıkamak da fayda sağlıyordu.
Фосы Низтæ (Foşı Nijte) Hayvan hastalıkları
Osetlerin ataları son Moğol istilasından sonra Kuzey Kafkasya’nın tarıma elverişsiz sarp dağlık bölgelerine çekilerek, zaten yüzlerce yıldır yaptıkları hayvancılığa devam ettiler. Haliyle hayvanlar konusunda yeteri kadar uzmanlaştılar.
Бæхты Низтæ (Behtı Nijte) At hastalıkları
Eskiden insanların en değerli malları atlardı. Atlar da çeşitli hastalıklara yakalanıyordu. Bunların en önemlisi Магъа (Mağa) denilen ruam/ mankafa hastalığıydı. Сап (Şap) diye de bilinen ve bulaşıcı olan ruam bulaştığında atlarda öksürüğe neden oluyordu. 1914 yılında Rusya’da bu hastalığa yakalanmış at sayısı 10 bin civarındaydı. Bu sayı 1918’lerde 70 binlere çıkmıştı. Kopa veya Gürcüce koşiani diye de biliniyor. Bu hastalığa çeşitli çareler aranırken, Digor bölgesinde hasta atlara kedi yağı veriliyordu. Kudar bölgesinde de alkol, sarımsak ve mağorka denilen tütüngillerden olan maraş otu veriliyordu.
At yeni doğum yapmış, emzirme durumunda ise balgam sökücü olarak burnuti otu yediriliyordu. Atlarda görülen diğer hastalık комниз denilen dabak hastalığıydı. Dabak genelde tırnaklı hayvanların tırnaklarında görülürken, ağızlarına da bulaşıyordu. Hayvanların yediklerinden oluştuğu gibi başka hayvanlardan da geçiyordu. Dabaktan dolayı hayvanın ağzında ve dilinde oluşan şişlikler ya kanatılıyor ya da bir şekilde alınıyor veya yakılıyordu veya hayvanın ağzına bolca kayatuzu atılarak mikropların kırılması sağlanıyordu. Ayaklarda görülen фадниз (fadnij), ağızda görülen комниз (komnij) diye biliniyordu. Komnij Gürcüce kurtuni diye de biliniyordu. Bu hastalık için devesil otundan ilaçlar yapılırdı. Devesil ince kıyılarak kaynatılıyor ve yaralı kısımlara sürülüyordu. Neft, şap gibi maddeler de kullanılıyordu.
Atların burunlarının içinde oluşan şişlikler табизгъуа (tabijğua) veya магъа (mağa) diye adlandırılıyordu. Bu hastalık için atın ağzı sıkıca bağlanıyordu. Hayvan nefes almak için burnunu zorluyor, bu arada burnu elle sıvazlanarak şişliklerin dışarı çıkması sağlanıyor ve şişlikler kesiliyordu. Bazen atların azı dişlerinin en arkasında fazladan dişler çıkarak yemlenmelerine mani oluyor, haliyle atlar zayıf düşüyordu. Digoronca bu dişlere сонт/şont (deli) kelimesinden gelen сопæнсур (şopenşur) deniyor. Bu dişler çoğu zaman sökülerek alınıyordu.
Atlarda görülen bir başka hastalık хъиала (giala) tetanostur. Bazı yük taşıyan hayvanların sırtları tahriş oluyor ve yaralanıyordu. Bu tip tahriş ve yaralanmalara karşı öksürük otu yağı sürülerek mikroplardan, sineklerden temizlenmeye çalışılıyordu. Veya гипс (gips) denilen alçı taşı tozu gibi maddelerle yaralı kısımlar kapatılarak korunuyordu. Kaşıntı otu, dereotu gibi otlar kurutulup ufalanmış halde yaralara konuyordu. Atları сæгъмæц (şeğmets) siyircikgiller familyasına mensup darhne denilen ottan uzak tutuyorlardı. Çünkü atlar bu otu yediği zaman sancılanıyordu. Atın hareketlerinden, kıvranışından bu otu yediğini anlıyorlardı. Böyle durumlarda atın karnını fındık sopasıyla oklava gibi ovalıyorlardı.
Хуысар (Huşar) Şarbon
Bulaşıcı olan şarbon hastalığından ölen hayvanlar yenmez, gömülürdü. Хъомрын (gomrın) denilen sığır vebasından ölen hayvanlar da yenmezdi.
Сæрызилæтджын (Şerıjiletcın) Delibaş hastalığı
Bu hastalık koyunlarda görülmektedir. Hayvanın beyni civarında oluşan larva şeklindeki kurtçuklar, koyunların deli gibi hareketler yapmasına neden oluyor. Hayvan otlanamıyor, diğer koyunları takip edemiyor, istemsizce sürüden uzaklaşıyor. Haliyle zayıf kalıyor ve ölüyor. Bu hastalığın tedavisi için koyunlar tokuşturularak larvaların ölmesi sağlanıyor, bunun dışında bir şey yapılamıyordu.
Хуыниз (Huınij) Domuz boğaz hastalığı
Kurtlar ve diğer vahşi hayvanların yedikleri leşlerden yiyen ve domuzlara geçen bir nevi faranjit gibi boğaz hastalığı. Хочи (hoçi), хъапи (gapi) gibi adlarla da biliniyor. Hastalığa çeşitli çareler aranırken genelde devesil otunun kaynatılmış suyu içiriliyordu.
Йаман (Yaman) Hayvan deri iltihabı
Hayvanların üşüme veya darbe sonucu derilerinin altı iltihaplanmaktadır. Taloy ismiyle de bilinen bu hastalık için üzerine çiviler çakılmış tahta ile iltihaplı yere vurmak suretiyle delinen deriden iltihabın akması sağlanıyordu.
Галы Бæрзæйы Низтæ (Galı Berjeyı Nijte) Öküz boynu hastalıkları
Eskiden beri Osetler zor koşullarda yaşadıklarından, tarıma elverişsiz dağlık bölgelerde öküzleri yük taşımada kullanmış, ağır işlerini yaptırmışlardır. Özellikle karda, yağmurda kullanılan öküzlerin boyunları tahriş olup yaralanıyordu. Öküzlerin boynuna gelen уæзæг (vejeg) boyunduruk bölgesi yaralandığında уæзæгниз (vejegnij) boyunduruk hastalığı diye adlandırılıyordu. Hayvanın boynuna gelen kısım yumuşak olması için keçe gibi maddelerle besleniyordu. Bu hastalık Güney Osetya’da дусмани (duşmani) adıyla biliniyor. Öküzlerin yaralanan boyun bölgelerine yılan yağı sürülerek tedavi ediliyordu.
Куыдилы (Kuıdilı) Kötü huylu tümör
Hayvanların derilerinde siğil gibi başlayıp kuıdilı veya gudeli gibi isimlerle biliniyor. “Eşek kuıdilıden korktu, burnunda çıktı” diye bir söz var. Çare bulunamayan bu hastalık büyüyerek yara haline gelmeye başlayınca hayvan öldürülüyor ve gömülüyordu. Erken teşhis edildiğinde siğil halindeyken dipten iplikle sıkıca bağlanıyori böylece siğil kuruyarak düşüyordu.
Хъуырниз (Gurnij) Boğaz hastalığı, faranjit
Hayvan sert ve taşlı zeminli yerlerde otlandığı zaman yutak bölümleri etkilenip tahriş olabiliyordu. Yörelere göre джæбогъ / ceboğ, дзæбогъ / zeboğ veya дæбогъ / deboğ gibi isimlerle bilinen bu hastalık görüldüğü çevreye büyük zayiat veriyor ancak tedavi edilemiyordu.
Æрдуызын (Erdujın) Eneme, kısırlaştırma
Hayvanları kısırlaştırma için yapılan eneme işlemi iki şekilde uygulanıyordu. Erkek hayvanların yumurtalıkları buruluyor veya kerpeten türü aletlerle yumurtalık sinirleri kopartılıyordu. Veya yumurtalık çekilerek altına sert bir cisim konuluyor ve çekiçle vurularak sinirler kopartılıyordu. Hayvanlar bu işlem için ya ayakta veya yatırılarak bağlanıyordu. Bazen de yumurtalıklar dipten iple sıkıca bağlanarak üç gün içinde sinirlerin kopması sağlanıyordu. Yumurtalar alınmadan yapılan eneme işlemine цъани (tsani) veya мæнтæрдыст (menterdışt) deniyor. Шанти (şanti) denilen diğer bir yöntemde ise ısıtılan demirle hayvanın yumurtalık sinirleri yakılıyordu. Domuzlar kısırlaştırılıp yumurtalar alındığında yerine mikrop kapmasın diye tuz basılıyordu. Yaygın yöntemlerden biri de yumurtalığın yarılarak, yumurtaların alınmasıydı. Bu sistem daha çok atlara uygulanıyordu. Yumurtalık yarma işleminden sonra kesilen yerler, kesik boyunca içine tuz konmuş oluk şeklinde tahta çubukla birlikte dikiliyor, yedi gün sonra da çubuklar kesilerek alınıyordu. Eneme işlemini yapanlara æрдуызæг (erduıjeg) enekçi deniyordu. Eneme işiyle ilgili bazı atasözleri kaldı: “Enekçinin ellerini köpek bile yalar”, “Enekçi işi karşılığında 1 kuruş alıyor, ama ellerini yıkamak için aldığı sabuna 2 kuruş ödüyor” gibi…
Саси (Şaşi) Tüberküloz
Nemli ve bataklık yerlerde fazla otlayan hayvanlarda daha çok görülen tüberkülozdan insanlar korunmak için alkollü içkilerine bol biber katıyorlardı. Hayvanları korumak için neft içiriyorlardı.
Кæлм Кæнын (Kelm Kenın) Kurtlanma
Hayvanların derilerinde yaralanma ve sineklerin bıraktığı larvalar nedeniyle kurtlanma oluyordu. Bu tip hastalıkları temiz tutmak ve tedavi etmek için basur otundan (ficariya verne) ilaçlar yapılıyordu. Dulavratotu, banotu gibi otlardan istifade ediliyordu.
Фосы Фæтыппыр (Foşı Fetıppır) Şişkinlik
Otlayan hayvanlara dokunan ve şişmelerine sebep olan otlar hakkında kesin bir şey bilinmemesine rağmen birkaç ot ismi telaffuz ediliyordu. Şişen hayvanlar koşturularak şişliklerin inmesi sağlanıyordu. Koştururken hayvanın ağzına açık olsun diye tahta sokularak bağlanıyordu. Hayvana neft, peynir suyu, ayran gibi içecekler veriliyordu. Hayvan ıslatılır veya suya gömülecek kadar suyun içine sürülürdü. Bazıları hayvanın makatını kerpeten türü aletlerle sıkarak gaz çıkarana kadar tutardı.
Кæрк Низ (Kerk Nij) Tavuk hastalıkları – Kıran
Kuş hastalığı diye bilinen bu hastalık için tavuklara paslı su içiriliyordu. (Bitti)