Modern çağın yeni terimleri: Burnout-Tükenmişlik sendromu…

0
525

Psikolog Herbert Freudenberger tarafından 1970’lerde tanımlanan bu kavram, kişinin şiddetli stres altında olmasına bağlı gelişen fiziksel, zihinsel ve duygusal yorgunluk halidir. Bahsettiğimiz tabii ki sıradan bir yorgunluk hali değil, kişinin stresle başa çıkmasının, günlük sorumluluklarını yerine getirmesinin zorlaştığı ruhsal durumdur. “Uluslararası Hastalık Sınıflaması”nda bir hastalık olarak kabul edilmemekle birlikte psikolojik hatta fiziksel hastalıklara zemin hazırladığı düşünülmektedir.

Sınava hazırlanan öğrenciden askerliğini yapan gence, ergen anne-babasından yaşlandığını kabul edemeyen orta yaşlılara (!) kadar yaşamın her evresinde görülmektedir. Özel hayatta hasta yakını olmak veya bitmek bilmeyen ev işleri, uyumsuz aile bireyleri etken olabilirken, iş yaşamında çalışma süresinin uzunluğu -şartların ağırlığı-, yeterince izin kullanamama, yönetici baskısı veya psikolojik-fiziksel mobbinge maruziyet gibi nedenlerle geliştiği öne sürülmektedir. Genellikle iş hayatının yoğunluğuna bağlı olarak kişinin kendini, iş yaşamını ve özel hayatını etkileyen bir durum kabul edilmektedir.

* 30-40 yaş altı çalışanlarda onlara göre daha yaşlı (biz burada tecrübeli diyelim) meslektaşlarından,

* Bekârlarda evlilerden,

* Aile içinde çok fazla sorumluluk yüklenenlerde,

* Kendini net ifade edemeyen, çekingen, mükemmeliyetçi veya gereğinden fazla sorumluluk üstlenen bireylerde,

* İş yükünün fazla, sosyalleşmenin az olduğu, kurumsallığın sağlanamadığı ortamlarda çalışanlarda,

* Sağlık, eğitim, güvenlik gibi direkt insanla temasta olan, kısıtlı sürede iş yetiştirmesi gereken, ciddi kararlar alması beklenen, yıpranmanın fazla olduğu meslek üyelerinde daha sık görüldüğü bilinmektedir.

Belirti olarak “fiziksel ve duygusal olarak tükenmiş hissetme, bitkinlik, aile üyelerine, özel-iş arkadaşlarına güvensizlik, sosyalleşmeyi reddetme ve izolasyona yönelme” görülebilir. İleri dönemlerde, kişi duygusal rahatsızlığını bastırmak amacıyla aşırı yeme, alkol veya uyuşturucu kullanımına sapabilir.

“Normalde keyifle yapılan iş veya hobilerden bıkkınlık-keyif almama, ani kaygı-öfke-anksiyete atakları, sakinleşmekte zorlanma, başarısız-amaçsız hissetme, karamsarlık, değersiz hissetme gibi ruhsal belirtilerin yanı sıra unutkanlık, uyku-iştah düzeninde bozulma, kilo alma-verme, baş ağrısı, hazımsızlık-karın ağrısı, cinsel isteksizlik” gibi fiziksel semptomlar da gelişebilir.

Uzun süreli stres altında çalışma, bağışıklık sisteminin zayıflamasına, solunum enfeksiyonları dahil fiziksel hastalıklara, depresyon ve kaygı bozukluğu gibi ruhsal rahatsızlıklara zemin hazırlar.

Kişinin iş verimliliğinde azalma, günlük rutin sorumlukluklarını yerine getirirken zorlanması, basit bir aksilikle dahi baş edememe, olağan sorunlara dahi aşırı tepki verme görülebilir. Bireyin, çevresindekilerin kendi çıkarlarına göre çalıştığını düşünmesi (sinizm), zamanla sosyal hayatındaki kişilere de şüpheci yaklaşmasına neden olabilir.

Tükenmişlik sendromunun bireydeki değişiklikleri yansıtan evreleri şu şekilde özetlenebilir:

* İdealistlik evresi: Kişi fazla sorumluluk altında kalmıştır, psikolojik ve fiziksel açıdan sınırlarını zorlar ancak iyimserdir, hayatını sorumlulukları üzerine şekillendirmeye başlar.

* Memnuniyetsizlik evresi: Kişinin çaba ve zaman harcayarak gerçekleştirdiği eylemleri beklentisini karşılamaz, yine de kendisini daha çok çalışmaya zorlar. Duygusal bunalımlar başlar.

* Umutsuzluk-bitkinlik evresi: Önceki evrelerdeki olumsuzlukların devam edeceği düşüncesi hâkimdir. Geçmişe inancını yitiren kişi, geleceğe dair umudunu da kaybeder. Mutsuzluk, umutsuzluk ve bitkinlik, kişinin içine kapanmasına, kendini her şeyden izole etmesine neden olur.

Kişi düzenli uyku, egzersiz ve iyi beslenmek gibi kendi ihtiyaçlarını ihmal eder. Artan duygusal yük, öfke-kaygı nöbetlerine, tepkisizlik ve uyku bozukluğu gibi semptomlara neden olur. Sinema-konser, sosyal davetler-arkadaş toplantıları artık eğlenceli değil, külfetli bir durumdur. Zamanla bireyin etrafındakilere karşı sabırsızlığı artar, davranışlarının sorumluluğunu üstlenmez-başkalarını suçlar, onları yetersiz veya zorba olarak görür. Bu dönemde agresif tavırlar gibi davranış değişiklikleri görülebilir, kişi sevdiklerine saldırabilir.

* Apati evresi: Tepkisizlik, zihinsel veya fiziksel çöküş, hatta bazen işten-hayattan istifa dönemidir. İş ve sosyal yaşamdaki sorumluluklarını yerine getiremez, içinde boşluk ve endişe olduğunu ifade eder.

Tükenmişlik sendromu, fiziksel-ruhsal bir hastalığa neden olmadan, iş hayatındaki zorluklarla ve stresle baş etme yöntemlerinin öğrenilmesi, kırılgan yönlerin daha sağlam iletişim becerileriyle güçlendirilmesi gibi farkındalık eğitimleriyle ilaçsız tedavi edilebilmektedir. Eşlik eden bir psikiyatrik hastalık varsa psikoterapi-ilaç tedavisi uygulanmaktadır. İyileşme süreci, uygulanan tedavi yöntemleri, kişilerin semptomları ve bireysel özelliklerine göre farklılık göstermekle birlikte bireyin iş ve özel yaşamındaki sorumluluklarının azaltılması, çalışan odaklı düzenlemeler iyileşme sürecini hızlandırmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından bir hastalık olarak kabul edilmemekle birlikte bireyin fiziksel ve ruhsal sağlığında bozulmaya neden olabileceği unutulmamalı, mutlaka bir psikiyatr veya psikolog tarafından takip edilmeli, birlikte görülebilecek depresyon, uyum ve kaygı bozuklukları da değerlendirilmelidir.

Peki, tükenmeye başlamadan bu durumdan kaçınmak mümkün mü?

İş-özel yaşamın gerektirdiği sorumlulukların oluşturacağı stresle baş etmek için bizim “kafayı dağıtmak”, gençlerin “me time” dediği, gün içi ufak yürüyüşler, kitap okuma, dans etme, film izleme, yoga-meditasyon-dua gibi zihni dinlendiren yöntemler… Size iyi gelen her neyse; kendine zaman ayırmak, düzenli egzersiz yapmak, uyku ve yeme düzenine dikkat etmek gibi yaşam tarzında ufak değişiklik ve düzenlemelerle henüz tükenmeden direksiyona hâkim olmak mümkün. Sağlıklı beslenme, özellikle omega-3 içeren ceviz, balık, adaçayı-papatya vb. sakinleştirici bitkisel çaylar doğal antidepresan gibi kullanılabilir. Fakat yukarıdaki belirtilerin başladığı, kişinin olaylarla baş etmekte zorlandığı durumda, en kısa zamanda bir uzmandan yardım alınmalıdır.

Çevremizde bu sendroma tutulan-tutulmak üzere olanlara nasıl yaklaşmalıyız?

Tabii ki onları dinlemeli, sadece onay değil yaşadıkları zorluğun farkında olduğumuzu ve onları desteklediğimizi hissettirmeliyiz. Kimi zaman “Yaşadığın zorlukların farkındayım, çok çalışıyorsun ve neden böyle hissettiğini anlayabiliyorum” demek, takdir etmek… Bazen yemek yaparak veya günlük işlerine yardımcı olarak hayatını kolaylaştırabiliriz. Unutmayın ki size çok basit gelen bir çözümü düşünemeyecek kadar yorgun olabilirler.

Günümüzde ekonomik gerekçelerle yetersiz çalışanla, maksimum iş üretme sopası altında kapasite üstünde çalışmaya zorlanan birçok çalışanda görülen bu durum aslında işveren için de uzun vadede kalifiye eleman kaybına, işgücünde niceliksel ve niteliksel kayba yol açmaktadır. Çalışma koşullarının, iş ortamının fiziksel şartlarından başlayarak, çalışma süreleri, esnek çalışma saatleri, yeterli izin ve dinlenme zamanları sağlanması, kişinin bilişsel ve fiziksel performansını artıracaktır.

Demokratik, dayanışmayı temel alan, ast-üst ilişkisinin ekip çalışması şeklinde düzenlendiği, kişinin yargılanmadan özgürce kendini ifade etmesini sağlayan, aidiyet duygusunun oluşturulduğu, fiziksel-sözel her türlü mobbingin önlendiği, çalışanlar arası iletişimin sosyal aktivitelerle beslendiği, zorlanan çalışanın gerektiğinde destek almasına olanak sağlandığı iş ortamlarında tükenmişlik sendromunun görülmeyeceği söylenebilir. Böyle ortamlarda çalışmak mümkün olsun lütfen!

Özetle “tükenmişlik sendromu”, normal şartlarda “Speedy Gonzales” gibi oradan oraya koşuşturan bizlerin “Yoruldum, artık hiçbir şeye yetemiyorum” dediğimiz pilin bittiği durumdur. Aman ha, dikkat! Pilin bittiği yerde burnout başlar. Öyleyse ne yapmalı? Pilin bitmesine fırsat vermeden bazen bir dostla dertleşip, bazen açık havada yürüyüp, bir kitap okuyup, dans edip yani keyif aldığınız, sizi yenileyen-tazeleyen ne varsa yapın ve o pili şarj edin.

Pilinizin, şevkinizin tükenmemesi dileğiyle…

Önceki İçerikOubykh Mektupları Mart 2024
Sonraki İçerik‘Süryanicenin Dünü ve Bugünü’
Dr. Hajbeviko Fatma Yılmaz
20 Ocak 1977’de Kayseri Pınarbaşı’nda doğdum. İlkokulu Kayseri Ahmet Paşa İlkokulu’nda, orta-lise eğitimimi Kayseri Nuh Mehmet Küçükçalık Anadolu Lisesi’nde aldım. Tıp eğitimimi 2000 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tamamladım. Uzmanlık eğitimimi, İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’nda 2014’te tamamladım. 2019 yılında Türk Nöroloji Derneği Nöroradyoloji Diploması’nı aldım. Türk Tabipler Birliği, Türk Nöroradyoloji Derneği ve KAHEV üyesiyim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz