Değerli Jineps okurları… Gazetemiz yönetiminin bana ayırdığı köşede bir yıldır, Çerkes halkının temel meselelerine dair fikir ve düşüncelerimi, bazen duygularımı da katarak, DURUM MUHAKEMESİ başlığı altında yansıtmaya çalışıyorum. Bu süreçte ikinci yıla girerken yazılarımın 13.sünde ASİMİLASYON kavramı üzerine muhakeme yürütmeye çalıştım.
ASİMİLASYON, genelde bozulmak, çürümek, dejenere olmak, yapısal karakterini ve özelliklerini kaybetmek gibi anlamları çağrıştırıyor. Sosyal ASİMİLASYON, daha da geniş kapsamlı bir kavram olup, kişi veya toplumların dilini, kültürünü, yaşam tarzını veya dini inancını terk ederek, başkalarına benzemek, köklerini ve kimliğini bırakmak anlamındadır aslında. Bu da bir nevi soykırımdır bence.
Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan, “ASİMİLASYON İNSANLIK SUÇUDUR” demişti. Lakin yeryüzünde bu suçu işleyen devletler ve kurumların ve onlara taraf olanların sayısı oldukça fazla. Aslında, insanın huzurlu, mutlu ve güven içerisinde yaşayabileceği ortam, içinde doğup büyüdüğü, dili, kültürü, inancı ve kimliği ile yaşadığı doğal ortamlardır. Kuşkusuz, kimse durup dururken, bilerek ve isteyerek, doğal ortamını ve yaşam tarzını değiştirmek, sosyal değerlerini ve kimliğini terk ederek başkalarına benzemek istemez aslında.
Ancak tarih boyunca insan topluluklarının sürekli hareket halinde olduklarını biliyoruz. Bunun sonucu genelde daha büyük, daha güçlü toplumların himayesine düşerek asimilasyona uğrayıp yok olan kültür ve kimliklerin sayısı az değildir. Özellikle ortaçağdan itibaren emperyal güçlerin yayılmacı politikaları ile egemenlikleri altına aldıkları farklı toplulukların dillerini, kültürlerini, inançlarını ve kimliklerini asimilasyona uğrattığı, asimile edemediklerini de ortadan kaldırmaya çalıştıkları bilinen bir gerçektir.
Tolstoy’un “Hacı Murat” romanının giriş bölümünde yazdığı, “Sürülmüş tarladaki pembe çiçekli devedikeni ile ne kadar mücadele ettiyse de ne çiçeğini koparabildi ne de dikeni yerinden sökebildi” örneğinde olduğu gibi, hâkim güçlerin bütün çabalarına rağmen, tamamen asimilasyona uğratamadıkları ve yok edemedikleri, kökleri çok derinde ve çok dayanıklı halkların da var olduğu bir gerçek. En canlı ve tipik örneği Çerkes halkıdır.
Bu halkın gerek anavatanda gerekse diasporada, 160 yıldır, asimilasyona uğrayıp bütün değerleri ile yok olması için gerekli bütün koşullar hazırlandı ve uygulandı. Buna rağmen, dilinde, kültüründe ve yaşam tarzında eksilmeler yaşandı ise de kimlik duyguları sağlam kaldı. Tipik bir örnektir, genelde ana veya baba tarafından biri Çerkes olan insanların Çerkes kimliğini benimsediklerine sıkça rastlanır.
Ancak buna rağmen genç kuşaklar pek farkında olmasa da kadim kültürü ve kimliği yaşamış, farklı yaşam tarzının içinden gelen kuşaklar, ilerleyen asimilasyon tahribatının yakıcı boyutlara ulaştığını fark ediyor ve üzüntüsünü yaşıyorlar. Bu farkındalığın, diaspora-anavatan ilişkilerinin başladığı son yıllarda, genç kuşaklara da sirayet etmekte olduğunu ve olumlu gelişmelerin başladığını görüyoruz.
ASİMİLASYON 3 safhada ilerlemektedir:
- CEBRİ ASİMİLASYON: Hâkim güç, devlet veya halk çoğunluğu tarafından uygulanan baskılar, yasaklar ve tehditlerdir. Yeryüzünde çok dağınık yaşayan Çerkesler, bu konuda şanssızdır. Gerek anavatanda gerekse diasporada, bulundukları her ortamda azınlık konumunda oldukları için devlet kurumlarının yasak, baskı ve tehditlerine, aynı zamanda halk çoğunluğunun da psikolojik baskılarına (mahalle baskısı) yoğun şekilde maruz kalmaktadırlar.
- DOĞAL ASİMİLASYON: Dili, kültürü ve yaşam tarzı farklı bir devlet ve halk çoğunluğu ortamında azınlık konumunda yaşayan kişiler ve gruplar, günlük yaşam gailesi ile ortama ayak uydurmak ve entegre olmak zorunda kalırlar. En azından, sosyal hayatın gereği olan komşuluk ve vatandaşlık ilişkileri, okul hayatı, iş hayatı, iletişim araçları (radyo, gazete, televizyon, internet) vb. ortamlarda DOĞAL olarak, kendi dili, kültürü ve kimliğinden uzaklaşarak asimile olurlar. Buna da DOĞAL ASİMİLASYON diyoruz.
- GÖNÜLLÜ ASİMİLASYON: Farklı kimlik ve kültür ortamlarında doğup büyüyen ve yaşayan insanların, aile ortamında etnik anadili, kültürü ve kimliği yaşatılmıyor, tarihi bilgileri ile beslenmemiş, atalarını, soyunu ve köklerini hatırlatan isimler ve anılardan uzak tutulmuş ise, o bireyin etnik kökenine, kimliğine ve kültürüne aidiyet duygusu taşıması pek mümkün olamaz. Ortamında etkilendiği kültüre ve kimliğe gönüllü geçişi kaçınılmazdır. Tabii ki istisnaları olabilir.
Aslında, yaşadığımız globalizm çağında, yeryüzünde mevcut devlet yapılarında hepsinin tek etnikli homojen nüfus yapısına sahip olduklarını söylemek mümkün değildir. Ulus-devlet, federasyon veya krallıkla yönetilen bütün devletlerin, nüfusunu oluşturan farklı dil, kültür ve yaşam tarzına sahip topluluklardan oluştuğunu görüyoruz. Bu durumda dünyada ASİMİLASYON ve dejenerasyonun etkisinden kurtulmak pek mümkün değil.
Ancak demokrasi, insan hakları ve hukuk ilkelerinin güçlü olduğu devletlerde, farklı dil, kültür ve kimliklere daha saygılı davranıldığını, cebri (zorunlu) asimilasyonun uygulanmadığını fakat bu ortamlarda da gönüllü asimilasyonun daha hızlı ilerlediğini görmekteyiz.
ASİMİLASYON yoluyla, dili, kültürü ve kimliği yok olma tehdidi altındaki toplumların, bu tehlikeden fazla etkilenmemesi için:
- Yeni doğan bebeklere, yaşamı boyunca kendi kimliğini, kültürünü, geçmişi ile bağlarını ve köklerini hatırlatacak, kendi anadilinde ve kültüründe var olan isimler verilmeli.
- Çocuklara, gençlere etnik anadili, kültürü, tarihi ve yaşam tarzı evlerde, aile ortamında öğretilmeli ve yaşatılmalı (olabildiği kadar).
- Sosyal ve kültürel faaliyetlerin yürütüldüğü kurumsal yapılara (dernekler, vakıflar vb.) üye olması, desteklenmesi, çocukların ve gençlerin alıştırılmaları ihmal edilmemeli.
- Evlenme çağına gelen gençlerin sağlıklı, kalıcı ve huzurlu aile düzeni kurabilmeleri için kendi camiamız ve çevremizden eş seçmeleri kontrol ve teşvik edilmeli.
- ASİMİLASYON İNSANLIK SUÇUDUR. ASİMİLE OLANLAR DA ASİMİLE EDENLER KADAR SUÇLUDUR.