Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Çerkeslerin “yalnızlığının” mantığı

Manda Suriye’sinde Sünni “çoğunluk” yeknesak değildi. İçinde Çerkesler, Kürtler, Türkmenler gibi etnik ve dilsel açıdan Arap olmayan gruplar vardı.

Suriye’de Arap ulusçuluğunun en sadık takipçileri, kentlerde ve kasabalarda çoğunluğu oluşturan Sünni Müslüman Araplardı.

Arap milliyetçilerinin Sünni Müslüman Arapları “çoğunluk” olarak görmelerinde şaşılacak bir şey yoktu. Ama Arap milliyetçileri dışındaki kesimler açısından mesele bu kadar basit değildi. Bir defa Sünni Müslüman Araplar Suriye’nin her bölgesinde çoğunlukta değillerdi. İkincisi, “çoğunluk” kelimesi gelişigüzel kullanıldığında çok sayıda fayın üzerini örtüyordu: Tıpkı Çerkeslerin, Kürtlerin ve Türkmenlerin, yani Arap olmayan Sünni etnik grupların görmezden gelinmesi örneğinde olduğu gibi…

 Fransa, emperyal çıkarları gereği, kimlik tanımını “inanç” (din ve mezhep) üzerinden yapıyordu. Ama iş Çerkesler, Kürtler ve Türkmenler gibi Arap olmayan Sünni etnik gruplara gelince mesele çetrefilli bir hal alıyordu.

 Çelişki şundan kaynaklanıyordu: Aleviler, Dürziler ve İsmaililer gibi Arapça konuşan dinsel “azınlıklar” ortak dil Arapça sayesinde kolayca Sünni Arap “çoğunluk” ile bir araya gelebiliyorlardı. Üstelik Sünni Araplarla farklı inançlara mensup olmalarına ve bu sebepten dolayı resmi açıdan “azınlık” olarak tanınmalarına rağmen.

Buna karşılık Çerkesler, Türkmenler ve Kürtler gibi anadili Arapça olmayan Sünni etnik gruplar için Sünni Arap “çoğunluk” ile eklemlenmek kolay olmuyordu. Yani ortak inanca sahip olmak, siyasi olarak aynı safta hizalanmak için yeterli değildi.

 Manda Suriye’sinde “de jure azınlık” olarak “tanınmak” isteyen her topluluğun zorunlu olarak muhatap olması gereken kurum Milletler Cemiyeti’ydi.

 Milletler Cemiyeti, bilhassa, sayıca küçük bir grup olan Çerkesler açısından önemliydi. Türkmenler ve Kürtlerle kıyaslandıklarında Çerkesler birçok yönden handikaplı idiler. Bir defa Çerkesler sayıca bu iki grup kadar kalabalık değillerdi. İkincisi, Çerkesler Suriye içinde bir bölgede yoğun olarak yaşamıyorlardı. Halep, Humus, Hama ve Golan Tepeleri’ne dağıtılmışlardı. Üçüncüsü, Türkmenlerin arkasında önemli bir bölge gücü olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin desteği varken Çerkesler böyle bir destekten yoksun idiler. Dördüncüsü, Kürtler hem Suriye içinde Çerkeslerden kalabalık idiler hem de sınırların hemen ötesinde, Türkiye ve Irak’ta soydaşları yaşıyordu. Çerkesler böyle “sınırötesi” destek faktöründen de yoksunlardı. Mavera-i Ürdün Emirliği ve Filistin Mandası’nda yaşayan Çerkesler böyle bir desteği verecek güce sahip değillerdi.

Bu durumda Suriyeli Çerkeslerin güveneceği tek merci olarak Fransa Yüksek Komiserliği kalıyordu. Bu mecburiyeti en net yansıtan gösterge, Doğu Akdeniz birliklerinde görev yapan Çerkeslerdi.

 “Azınlık” kavramı uluslararası düzlemde giderek daha fazla telaffuz ediliyordu (Bu ilginin Doğu ve Orta Avrupa’dan kaynaklandığını not edelim). Bu ilgiden siyasi bir fırsat çıkabilirdi. Çerkesler bu fırsatı değerlendirmek için girişimlerde bulundular; “ulusal azınlık” olarak tanınmak için harekete geçtiler.

 Ne var ki Çerkeslerin bu girişimleri Fransa Yüksek Komiseri tarafından tehlikeli ve zararlı bulunarak geri çevrildi.

 Fransa’nın bu teşebbüslere sıcak bakmamasının sebebi etnik/dilsel grupları azınlık olarak kabul etmemesi ve Sünni Arap “çoğunluğa” dahil etmesiydi.

 Yüksek Komiser’e göre Çerkesler azınlık olarak görülemezdi, çünkü inançları itibariyle Sünni “çoğunluğa” mensuplardı.

 “Çoğunluk” ve “azınlık” tanımları ancak inanç temelinde belirlenebilirdi. Çerkes, Kürt ya da Türkmen gibi etnik mensubiyetlerin bir önemi yoktu.

 Fransa’nın bu inanç temelli böl-ve-yönet politikasının temelinde Suriye ve Lübnan’da yaşayan Hıristiyanların gözetilmesi politikası vardı. Yani bu bilinçli bir tercihti.

 Çerkesler, Kürtler ve Türkmenlerin sırf Arap olmadıkları için “ulusal azınlık” olarak tanınmaları, Fransa’nın koruyup kolladığı yerli Hıristiyanlara zarar verirdi.

 Suriyeli Çerkeslerin “yalnızlığının” mantığı tam olarak buydu.


Kaynakça:

White, Benjamin Thomas. The Emergence of Minorities in the Middle East: The Politics of Community in French Mandate Syria. Edinburgh: Edinburgh University Press, 2011.

Yazarın Diğer Yazıları

Post-Esad dönem ve Çerkesler

Suriye “sahasında” 8 Aralık gününden beri yaşananlar akla üç olası yönelimi getiriyor: 1) Suriyeli Çerkeslerin “yalnızlığının” derinleşmesi; 2) İsrailli Çerkeslerin özgül ağırlığının artması; 3)...

İkinci Dünya Savaşı’nda Maykop petrolleri

Almanlar Kafkasya’ya petrol yataklarını yağmalama umuduyla girmişlerdi. Adolf Hitler Temmuz 1941 tarihli, 33 numaralı talimatında, Güney Ordu Grubu’nun Don’dan hareket ederek Kafkasya’ya gireceğini duyurdu....

Hitler petrol için Kafkasya’daydı

Üçüncü Reich panzer tümenlerini ve Luftwaffe’yi yarattı. Almanya’nın geleneksel tercihi olan manevra savaşını yapması buna bağlıydı. Ne var ki panzerlerin ve uçakların hareketliliği bol...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img