“Doğal” Suriye teriminin açılımı modern Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail/Filistin’dir. “Siyasi” Suriye ise bugünkü Suriye’ye tekabül eder.
Peki, “doğal” Suriye mi doğru, yoksa “siyasi” Suriye mi? Hangisini kullanmalı? Bu tartışma çok uzun süredir devam ediyor. Uzun zaman da süreceğe benziyor.
Oysa asıl önemli olan, Suriye’nin yüzölçümü değil, ruhudur.
Bu ruh, asimile etmeden entegre etmeyi öngörür. Sekterliğin ve dışlayıcılığın yaygın olduğu Ortadoğu’da Suriye’yi diğer ülkelerden ayıran temel özellik de budur.
Suriye’nin bu özelliği, belli dönemlerle sınırlı olmadığı gibi, belli yönetimlerle de özdeşleşmiş değildir.
Suriye’de bir asra yakın zaman içinde 25 anayasa metni kaleme alındı.
Bu süre boyunca monarşi/cumhuriyet, liberal/otoriter, sağcı/solcu, asker/sivil olmak üzere çok farklı nitelikte rejimler işbaşındaydı.
Ama hepsi Suriye ruhuna sadık kaldı.
Suriye ruhunun miladı olan belge, “Şam Programı”dır.
Şam Programı Temmuz 1919’da kaleme alındı. Kaleme alan, modern Suriye’nin kurucusu Suriye Ulusal Kongresi’ydi.
Program, King-Crane Heyeti’ne sunuldu.
Heyet ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından, Paris Barış Konferansı’nı temsilen, eski Osmanlı tebaası olan Doğulu halkların gerçek arzularını öğrenmek üzere Ortadoğu’ya gönderilmişti.
Şam Programı dört talepte bulundu:
1. Suriye toplumunun tüm bileşenlerinin laik bir siyasi çerçevede bir arada yaşaması;
2. Suriye coğrafi alanının bütünlüğünün korunması;
3. Tam bağımsızlık;
4. Filistin üzerinde Siyonist iddiaların reddedilmesi.
1919 yılından bu yana Suriye’yi yöneten her iktidar bu dört ilkeye sahip çıktı.
1960’lı yıllarda bu ilkelere iki madde daha eklendi:
1. Sosyal adalet,
2. Bireysel ve kolektif haklar.
Bu altı talep bir bütün olarak Suriye ulusal projesini oluşturdu.
Kaynakça: Atassi, Karim. Syria: The Strength of an Idea (Cambridge University Press, 2018)