Ömer Aytek Kurmel
Geçmiş aylarda Ortadoğu’ya yönelik en önemli tehdidin adını Tel Aviv’in askeri maceracılığı olarak koymak gerekiyor. İsrail’in aşırı sağcı hükümeti iradesini savaş yoluyla dayattı, müzakerelere ve barışçıl çözümlere kapıları kapattı.
Bu süreçte elbette başka tehdit unsurları da vardı. Bunların başında yapay zekânın askeri uygulamalarının denetlenememesi, Filistin’deki gelişmelerin Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak üzerindeki istikrarsızlaştırıcı etkileri geliyordu.
Ama asıl kaygı verici durum şu üç faktörden kaynaklanıyor: (1) Ortadoğu’da savaşların (doğrudan veya vekil güçler aracılığıyla) kolayca çıkması; (2) Kolektif güvenlik mekanizmasının eksikliği; (3) Bölgesel güçlerin askeri ve istihbari yetenekleri arasındaki makasın açılması.
Bütün bunların bir sonucu olarak, İsrail ile İran arasında savaş çıkması pek sürpriz olmadı. Bu savaşta askeri ve istihbari bakımdan İran karşısında İsrail’in belirgin bir üstünlüğü var. İran’ın en gelişmiş hava savunma sistemi olan S-300’ler önceki İsrail saldırılarında tahrip edildi. Ayrıca Tahran’ın bölge politikasında köşe taşı işlevi üstlenen (bu politika 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ve Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından formüle edilmişti) vekil güçler, askeri ve siyasi bakımdan sönümlenmiş durumdalar.
Hamaney ve Devrim Muhafızları’nın yönettiği İran uzun süredir farklı bir askeri maceracılık yöntemi uyguluyor: Lübnan, Irak, Yemen ve kısmen de Filistin’de vekâlet savaşlarını destekliyor. Tahran bu politika ile şu amaçları güdüyor:
1. Ortadoğu’da güçlenmek;
2. Vekil güçleri kullanarak İsrail ve Amerikan çıkarlarını tehdit etmek, böylece İran’a saldırmalarına engel olmak;
3. ABD ile olası bir müzakerede elini güçlendirmek.
Ne var ki son 18 ayda bu strateji ciddi darbeler aldı. İsrail, Hizbullah’a büyük kayıplar verdirdi. Suriye’de Esad rejimi çöktü. Yemen’de Husilerin savaş kapasitesi geriletildi.
7 Ekim 2023 sonrası süreçte Tahran şunu fark etti: Uzun süredir uyguladığı strateji İran’ın güvenliğini teminat altına almadığı gibi İsrail’in saldırganlığını frenlemeye de yetmiyordu.
Bu yeni durum karşısında İran, ABD ile müzakere masasına oturmanın yollarını aramaya başladı. Ayrıca komşu Arap devletleriyle diplomatik ilişkilerini düzeltmeye çalıştı. Tahran’ın beklentisi, bu ülkelerin olası İsrail saldırılarına karşı çıkmaları ve İran ile ABD arasında arabuluculuk yapmalarıydı.
Ne var ki bu hamlelerin hiçbiri İsrail’i caydırmak için yeterli olmadı. Tel Aviv, Ortadoğu çapında İran’ın vekil güçleri karşısında stratejik bir başarı elde etti. Ve defalarca altının çizildiği gibi, Tahran’a giden yolun üzerinde hiçbir engel kalmadı.
ABD, İsrail-İran savaşının durması için kararlı bir şekilde müdahale etmediği takdirde, askeri operasyonlar bir süre daha devam edecek. Bununla birlikte, Trump yönetimi savaşın durması için İsrail’e baskı uygulama konusunda isteksiz görünüyor. Muhtemelen, İran’ın nükleer programını tasfiye etmek için savaşı stratejik bir fırsat olarak değerlendiriyor. Kısa vadede manzara bu.
Orta ve uzun vadede ise kolektif güvenlik mekanizmaları tesis edilmediği sürece Ortadoğu istikrara hasret kalacak. Bu mekanizmalardan, silahlı çatışmalara barışçıl çözümler getirecek bir çerçeve işlevi üstlenmeleri beklenir. Kolektif güvenlik sistemlerinin oluşmasında -askeri maceracılık yoluna sapmamış olan- Arap devletlerinin öncü rol oynaması ve bu sistemlerin uluslararası aktörler tarafından desteklenmesi makul bir beklentidir.