Vıbıhça ve Vıbıhlar Üzerine Üç Söyleşi ve Bazı Bilgiler

0
963

Cevdet Hapi: Sizi tanıyabilir miyiz? 

Kıymet Seçkin (Hakurne): Manyas’ın Darıca köyünde 1920’de doğdum, 87 yaşındayım. Gönen Dereköy’de büyüdüm. Babamı, daha anne karnındayken yitirdim, Hakurne (Abadzeh) idi, Vıbıhça konuşurmuş. Annem Gönen Dereköy’den, Vıbıh K’emç’ı (Kvemçvı) idi, ama Vıbıhça bilmezdi. Genç yaşta dul kalan annem, Darıca’dan Gönen Dereköy’e döndü ve Gönen’in Karalarçiftliği köyünden, Gogen(1) ailesinden bir Vıbıh içgüveyi (tlexehaj) aldı, iki kardeşim ondan Dereköy’de doğdu. 1947’de birkaç ailesi Adıge olan Manyas’ın Darıca köyü yakınındaki Süleymanlı köyüne, Vıbıh Zeşu (Zecvu) ailesine gelin gittim, eşim 1988’de öldü, sadece Adıgece biliyordu, şimdi Bandırma’da oturuyorum. 

  

C.H: Manyas’ta Vıbıhça konuşan ya da bilen köyler hangileriydi? 

K.S: Vıbıhça, Manyas’ta, Boğaz denilen, güney batıya, dağa doğru gidildikçe daralarak yükselen vadideki beş köyde bilinirdi. Bu köylerin ikisi sadece Adıge, üçü de Adıge-Manav (köylü Türk-C.Y.) karışımı idi. Boğaz dışındaki Vıbıhlar(2) Adıgece konuşurdu. Adıge nüfus çoğunluğu bulunan köylerdeki Manavlar da, Adıgeceyi bilirlerdi, ama Vıbıhçayı bilmezlerdi. 

Adıgeler, Manavlar’ın Boğaz dedikleri yere “Psışha”(3), Ova’ya “Psık’e”(4) derlerdi. Boğaz’da akan ırmağa Manavlar “Çay” (Kocaçay-C.Y.), Adıgeler de “K’ey Psı”(5) diyorlardı. Psışha, ırmağın güneybatıda kalan, vadinin yukarı tarafının; Psık’e de ırmağın kuzeydoğuya doğru genişleyen aşağı tarafının, yani Manyas Ovası’nın adıydı. 

Vıbıhça, K’ey Psı boyunca, ova bitiminden yukarıya doğru gidildikçe sıralanan Hacıyakup (hepsi Vıbıh), Işıklar (5-10 hanesi Vıbıh, gerisi Manav), Değirmenboğazı (çoğu Vıbıh, azı Manav) ve Darıca (200 haneden 20 kadarı Vıbıh, gerisi Manav idi) köylerinin Adıge yaşlıları tarafından biliniyor, ama artık konuşulmuyordu. Vıbıhça, vadideki en son köy olan Hacıosman’da yaşlılar arasında konuşuluyordu. 

  

C.H: Bildikleri halde, bazı Vıbıh yaşlıları niçin Vıbıhça konuşmuyorlardı? 

K.S: Bilmiyorum, o zamanlar öyle şeyler aklımıza gelmiyordu, dil denilince, sadece Türkçe konuşmaya zorlandığımızı anımsıyorum. Her yıl, bir ay kadar Hacıosman’da, Vıbıhça konuşan babaannemlerde, ayrıca yine Darıca ve Değirmenbağazı’nda Vıbıhça konuşan halalarımın yanında kalırdım, ama Vıbıhça öğrenmeyi akıl edememişim. Ayrıca Vıbıhça Gönen’de konuşulan bir dil de değildi. Sık sık Hacıosman’da bulunduğumdan, kulak dolgunluğu olarak, söylenenleri az çok anlar olmuştum, ama sonradan öğrendiklerimi de unuttum. Vıbıhçayı öğrenmediğime şimdi pişmanım. O günlerden anı olarak, benim için söyledikleri “Aphedık’u aneşü” (Apxhedıkvu anecuı; Güzel kız) gibi birkaç sözcük aklımda kaldı. 

  

C.H: Vıbıhça nasıl bir dildi? 

K.S: Vıbıhça, Adıgece’den ayrı, anlaşılması çok güç olan bir dil idi. Adıgece ile aynıymış gibi olan sözcüklerin bile farklı anlamları oluyordu. 

  

C.H: Peki, Vıbıhça şarkı söylendiğini hiç duydunuz mu?  

K.S: Hacıosman’da akrabam ve saraylı olan Fehime Dzıbe Vıbıhça şarkılar söylerdi. Ayrıca imece (hafı) usulü ot biçilirken, mısır çapası sırasında ve gelinalmalarda erkekler tarafından toplu şarkılar (mequ uered; natıf gah uered; nıse qiş uered) söylenirdi. Ama Vıbıhça mı idi, tam anımsayamıyorum. 

  

C.H: Sizin Psık’e köyleri dediğiniz Manyas Ovası’nda, ayrıca Gönen’de de Vıbıh köyleri var. Bunlar hiç Vıbıhça bilmezler miydi? 

K.S: Bildiklerini duymadım ve tanık da olmadım, yakından bildiğim Gönen’deki Vıbıhlar, Vıbıhçayı hiç bilmiyorlardı, sadece Adıgece konuşuyorlardı. Vıbıhça çok az insan tarafından bilinen bir dildi, herkesin bildiği ve konuştuğu dil Adıgeceydi. 

  

C.H: Konuklar nerede ve nasıl ağırlanırdı? Adıge olmayanlar da köylere gelirler miydi? Dilenciler nasıl karşılanırdı? 

K.S: Akrabalar evde, diğerleri köyün “haç’eş”inde (konukevi) ağırlanırdı. Dereköy’deki tek haç’eş de bizim bahçemizdeydi. Konuk, atı elinde yürüyerek köye girer, haç’eş’e öyle gelirdi, atı olmayanlar da gelirdi. O zamanlar Vıbıhlar arasında “Tsvetlekvuatle” (Tsel’ek’ual’e; tembel, aylak, avare kişi) dediğimiz kişiler çoktu. Bunları da 10-15 gün ağırladığımız, çamaşırlarını yıkadığımız olurdu. 

  

Manavlar arasında atı olan yok gibiydi, beylerinin atı olurdu, diğerleri semerli hayvanlara, eşeğe binerlerdi. Onlar da köy haç’eş’inde ağırlanırdı. Dilenciler köye alınmazdı. Darıca’da ise jandarma vardı ve dilencileri köye sokmazdı. 

  

C.H: Manavlarla ilişkileriniz nasıldı? 

K.S: Eskiden iyi imişler. Cumhuriyetten sonra bazıları, “Cumhuriyet Manavla üstüne guruldu” diye üstünlük taslamaya, kimilerini Darıca’da “Çerkesçe konuşuyor” diye gizlice jandarmaya bildirip dövdürmeye başladılar. Macirler (göçmen-muhacir) de babamı hapse attırdılar. 

  

C.H: Nasıl oldu bu iş, anlatır mısınız? 

K.S: Merası (xhupvo) büyük diye Gönen Dereköy’e, galiba 1930 yılında olacak, 25 hane Osman Pazarlı Bulgar Maciri getirildi. Her bir haneye meradan 25 dönüm verimli siyah arazi verildi. Bizim çoğumuzun o kadar toprağı bile yoktu. Erkeklerimizin pazar için köyden Gönen’e gittiği bir gün, köy merasını kadın erkek toplanıp sürmeye başladılar; meğer orasını sezdirmeden aralarında bölüşmüşler. Bunu gören bizden bir kadının haber vermesi üzerine, köyümüz kadınları hep birlikte kazma ve küreklerle üstlerine yürüdüler ve onları meradan kovdular. Erkek olarak, aralarında iki kişi vardı, biri babamdı. “Kadınlardan sopa yedik” diyemediklerinden, şehirde birilerinden akıl alıp babam ve arkadaşı için “Cumhuriyete küfrettiler” deyip yalancı tanıklar gösterdiler. Babam ve arkadaşı üçer ay hapis yattı. O zamanlar ben çocuktum, ama olayı anımsıyorum. 

Kendilerine güvenmediğimizden Manav ve Macirleri içimize sokmazdık. Şükür, artık böyle şeyler kalmadı. 

  

II 

  

C.H: Sizi tanıyabilir miyiz? 

Süheyla Kemçi (Kvemçvı): 73 yaşındayım. Hacıosman doğumluyum. Şimdi Bandırma’da oturuyorum, rahatsız ve halsizim. Ağustos sonları Hacıosman’a gidip bir süre kalıyor, kışa doğru dönüyorum. Babam K’emç’ı, Vıbıhça konuşurdu. Annem Manyas Bölceağaç köyünden bir Vıbıh, Şhaptlı idi, ama Vıbıhça bilmezdi. Bu nedenle Vıbıhça öğrenemedim. 

  

C.H: Vıbıhça nerelerde konuşuluyordu? 

S.K: ÇocukluğumdaHacıosman’da yaşlılar arasında konuşuluyordu, ayrıca Hacıyakup’ta da yaşlılarca bilinirdi, ama konuşulmazdı. Öteki köylerde de bilenler vardı, ama oralarda fazla bir Vıbıh yoktu. Çocukluğumda Hacıosman 60 haneydi, şimdi çok azaldı. Hacıyakup da öyle. Köylerimize çeşitli millet yerleşti. 

  

C.H: Köyünüzün Vıbıhça adı var mıydı? Yağmur duasına çıkar mıydınız? Çıkıyor idiyseniz köyün neresinde çıkıyordunuz ve ne yapıyordunuz? 

S.K: Köyümüze Lek’uaşe (Lekvuaşe; Köleköy) denirdi. Bizde ve çevredeki köylerde fekotl (feqolv; özgür köylü) sayısı azdı. Büyük çoğunluk (Tevfik Esenç de dahil) köleydi. 

Yağmur duası için K’ey Psı (Kocaçay) kıyısında meşe ağaçları bulunan bir yere gidilirdi, buraya Hıdrellez yeri (Qedelez çvapvo) denirdi. Ailelerin ilk çocukları “Yağmur yağması” dileğiyle suya atılıp ıslatır, toplananlar birbirlerine su döker, dua okunur, halüj (halızhue), metaz ve halığuj(6) yenirdi. 

  

C.H: Sizde kadınlar miras alır mıydı? Köleler alır mıydı?  

S.K: Aldığını bilmiyorum. Bizim ailemizde miras alan bir kadın bulunduğunu duymadım. Köleler alırdı. 

  

C.H: Köle olmayan bir kız köle bir erkeğe verilir miydi ya da köle olmayan bir erkek köle bir kız alır mıydı? Kölelerle ilişkileriniz nasıldı? 

S.K: Eskiden köle erkeğe kız verilmezdi, verildiğini duymadım, köle kız alan ise pek ender çıkardı. Böyle şeyler hiç hoş karşılanmazdı. Köleler sinirli ve alıngan olurlardı. Şimdi hepsi bizden daha asortik. Kölelerin yanında şifreli konuşulurdu. Buna verkıbze (uerqıbze)(7) denir. Şimdi eski katılık kalmadı. Ama izleri görünmese de sürüyor. 

  

C.H: Vıbıhça şarkı söylendiğini hiç duydunuz mu? 

S.K: Evet, ot biçilirken erkekler “Vosi vomera voreyda vora…” biçiminde şimdi tam anımsayamadığım şarkılar söylerdi. Bir de gelin alma ve damat çıkarmaları sırasında benzer şarkılar söylenirdi. 

Cenaze evine gelen akraba ve tanıdık kadınlar, ğıbze’ler (ağıt) söyleyerek ve ağlayarak bahçeye girerlerdi. Şimdi Manavlar da, bizim gibi cenazelere kalabalık olarak katılıyorlar. “Bu geleneği Çerkesler’den aldık” diyorlar. Manav cenazeleri az kişi tarafından kaldırılır, daha çok Manav kadınları dede türbelerini ziyaret eder, dua okur, namaz kılarlardı. 

  

C.H: Köle olmayan kadınlar da tarla çalışmalarına katılır mıydı? 

S.K: Evet, köle ya da değil, kadın erkek herkes kendi tarla ve bahçesinde çalışırdı. 

  

C.H: Vıbıhça olarak aklınızda kalan hiç bir sözcük yok mu? Vıbıhça niye bırakıldı? Öğrenmeyi istemediniz mi? 

S.K: “Nereye gidiyorsun?” karşılığı “Mavk’ene?” (Maukvene), “Taşmuk” (Taşmıqu; Kaplumbağa) gibi çocukluğumdan kalma birkaç sözcüğü anımsıyorum. Vıbıhçanın niçin bırakıldığını ise bilmiyorum. Böyle kıymete bineceğini, Tevfik Esenç gibi Avrupalara götürüleceklerini bilselerdi, herhalde Vıbıhçayı bırakmazlardı. 

  

  

III 

  

C.H: Sizi tanıyabilir miyiz? 

Sevinç Komaç (Şhaptlı): Manyas Hacıosman köyünde doğdum, orada oturuyorum, 64 yaşındayım. Şhaptlı ailesindenim. Eşim Özcan Komaç, 72 yaşında ve köyümüzden, Ç’ıv (Çvıu) ailesinden. Benim çocukluğumda Vıbıhçayı iyi bilenler vardı ve yaşlılar arasında konuşuluyordu. Babam ve annem de Vıbıhça konuşuyorlardı. Ben de konuşulanları az çok anlıyordum. Eşim ise Vıbıhçayı benden daha iyi anlar. 

  

C.H: Vıbıhça niçin unutuldu? Köyünüzün Vıbıhça adı var mıydı? Meşe ağacı sizin için bir anlam taşıyor mu? 

S.K: Vıbıhçayı konuşanlar azdı, sadece 3-5 köyde bilinirdi, ayrıca köyümüze başkaları yerleşti, evlenme ve karışmalar oldu. Sanırım Vıbıhça bu gibi nedenlerle söndü. Köyümüzün Vıbıhça adı “Lek’uaşe”. Köyümüzün ortasında, Adıgeler’in simgesi olduğu söylenen büyük bir meşe ağacımız var. Ayrıca K’ey Psı dediğimiz çay kıyısına 50 metre mesafede, Hıdrellez yerimizde büyük bir meşe ağacı daha var, orası bizim geleneksel dua yerimiz. Burada Abdullah Dede adında bir Çerkes ermişe ait olduğu söylenen bir mezar da var. Dedenin kabrinin üzerine bir ağaç çatı yapılmıştı, ama aynı gece dedenin çatıyı söküp 50 metre ilerideki çaya fırlattığı söylenir. Bu olay olduğunda ben 5-6 yaşındaydım, çatıyı K’ey Psı’ya (ırmağa) atılmış halde gözlerimle gördüm. Kabir daha sonra betonla çevrildi, üstü halen açık. 

  

C.H: Hıdrellez yerine hangi amaçlarla gidiyordunuz? Adıgece ile Vıbıhça çok farklı mıydı? 

S.K: Daha çok yağmur duası için giderdik. Ailelerin ilk çocukları yağmur yağması dileğiyle suya sokulup ıslatılırdı. Sonra dua edilir, metaz yenirdi. Ayrıca bebek 40 günlük olduğunda K’ey Psı kıyısına götürülür, bereket, sağlık ve uzun ömür dileğiyle çaya buğday serpilirdi. Buna “Qelege ohej” denirdi. Ayrıca K’ey Psı boyunda kızlı erkekli eğlenceler (gegu) düzenlenirdi. Vıbıhça Adıgece’den çok farklıydı, aynı sözcüklerin anlamları bile farklı olabiliyordu. Örneğin, Türkçe “su” karşılığı Adıgecede “psı”, Vıbıhça’da da “bzı” dır. Oysa Adıgece’de “bzı”, su değil, “dişi” anlamını verir: “ha bzı”- “dişi köpek” gibi. 

  

C.H: Manavlarla ilişkileriniz nasıldı? Köyde köle olanlar var mıydı? 

S.K: Eskiden Manavlar’ı ve köleleri içimize sokmaz, onları uzak tutardık. Daha sonra, önce köle kızlar, ondan sonra da köle gençler yavaş yavaş toplantılarımıza (zekhes, haç’eş) alınır oldu. Bunları da yaşadım. Köyümüzde köleler çoğunluktaydı, Tevfik Esenç de köle kökenlidir. 

  

C.H: Eskiden kölelerin efendilerinin çiftliklerinden kaçmaya başladıkları, bunun üzerine köle sahiplerinden bir heyetin İstanbul’a gidip Padişah’tan yardım istediği, ama Padişah’ın köleliğin kaldırıldığını söylediği ve böylece kölelerin azat edildiği söyleniyor. Bunu duydunuz mu? 

S.K: Evet, duydum. Bunu birçok kez anlatırlarken dinledim. Bu olay üzerine kölelere ev yeri ve biraz da toprak verildi, hane sahibi yapıldılar. Bu olay benden çok önceleri olmuş, büyüklerimiz anlatırlardı. 

  

C.H: Kölelere toprağı devlet mi verdi? Köyünüzde saraylılar var mıydı? Vıbıhça şarkı söylendiğini hiç duydunuz mu? 

S.K: Kölelere toprağı sahipleri verdi. Küçük yaşta saraya götürülüp orada terbiye edilen akıllı ve çok güzel seçme kızlara ‘saraylı’ diyorduk, köyümüzde de birkaç saraylı vardı. 20 yıl önce 92 yaşında ölen Fehime Teyze (Dzıbe) de bir Saraylıydı, iyi Vıbıhça bilirdi, birçok kez Vıbıhça şarkı söylediğine tanık oldum. Kız kaçtığında, düğün öncesi bir evde, bir süre emanet olarak konuk edilir, düğün günü oğlan evine götürülürdü, biz buna “teçe” deriz, kız “teçe” edildiği evin “nenguaş”ı (değerli kızı, hanım kızı) olur. Kaçan kız, “teçe” edileceği eve alınırken, düğünlerde ve tarla çalışmalarında Adıgece toplu şarkılar söylenirdi. 

  

C.H: Hastalara soylu kızların dua ve tükürüklerinin şifa getirdiğine, nazara inanır mısınız? Hastalar için ne yapılırdı? 

S.K: Bizde soylular bulunmadığı için bir şey söyleyemem, böyle şeyler de duymadım. Nazara inanırım, başımdan geçti. Hastaları eğlendirmek, oyalamak için tavana iple kuru ekmek asıldığını, el kullanılmadan ekmeği yeme yarışmaları düzenlenerek hastanın oyalanmaya çalışıldığını çok gördüm. Buna “Upave” (Upaue; dudak vurması) denirdi. 

  

C.H: Köyünüzde Vıbıhça bilen kimse kaldı mı? 

S.K: Niyazi dayım Vıbıhçayı bilir sanırım. Eşim de Vıbıhçayı benden iyi bilir. Ama hiçbirimiz artık eskisi gibi düzgün ve seri konuşamayız sanıyorum. 

 


Hazırlayan: Cevdet Yıldız (Hapi),19.08.2007, Bandırma. 

(1)-II.Abdülhamid’in analığı Perestu Valide Sultan ile ünlü Psikiyatrist Prof.Dr.Ayhan Songar da Gogen ailesinden idiler. 

(2)-19.yüzyılda, “kuaşkha” denen etkili bir zengin köylü sınıfı, Vıbıh nüfusunun dörtte biri dolayındaki geniş bir köle nüfusunu kullanıyordu, ayrıca insan (köle ve esir) ticareti de yapılıyordu (Daha geniş bilgi için bk.L.İ.Lavrov, “Vubıkhlar Hakkında Etnografik Bir Araştırma”, Kafkasya Gerçeği Dergisi, Samsun,1992, sayı 8, s.46-59).1864’te, sınıfsal varlık ve zenginlikleri köle sahipliğine ve ticaretine dayanan, ama o günün koşullarında, kendi toplumları içinde politik açıdan çok güçlü bir konumda olan kuaşkhalar’ın, 1861’de köleliği kaldırmış olan Rusya’da, kendileri için çalışacak ve hizmet edecek köleleri olmadan, Eylül 1861’de Ruslar’ın gösterdiği Kuban Irmağı boylarına yerleşmeyi benimsemeleri olanaksızdı. Çünkü hiç çalışmazlar ve çalışmasını da bilmezlerdi. Ruslar’ın da, Türkler’le sıkı bağları bulunan Vıbıhlar’ın, köle sahipliğine ve ticaretine dayanan düzenlerini sürdürerek Karadeniz kıyısında, stratejik açıdan çok önemli olan bir yerde, Ş’açe’de (Saçe;Soçi) kalmalarını kabul etmeleri düşünülemezdi. Nitekim, Mart 1864’te, Rus Generali Heyman, Vıbıhlar’a gönderdiği mektupta, Vıbıhlar’ı yumuşak karnından vuruyor, özetle de şöyle yazıyordu: Eşyalarınızı alıp ya da bir kısmını bize satıp serbestçe Türkiye’ye gidebilirsiniz, isteyenlere Kuban ırmağı boylarında toprak vereceğiz; direnmeye kalkışırsanız, üstünüze yürür, hepinizi kölesiz ve hizmetçisiz olarak Azak Denizi kıyılarına sürerim(General Geyman’ın sözkonusu mektubu için bk.T.V.Polovinkina, “Çerkesya, Gönül Yaram”, Ankara,2007, s.252-253). Kuaşkhaların ve onlar tarafından yönetilen Vıbıhlar’ın, Rusya’da, gelecek diye bir şansları kalmamıştı. Ama bu şans, aynı sıralarda Osmanlı Devleti tarafından kendilerine tanındı: 1855’te yasaklamış olan Çerkes köle ticareti yeniden serbest bırakıldı(Doç.Dr.İsmail Parlatır, Tanzimat Edebiyatında Kölelik, Ankara,1987, s.18-19). Böylece Vıbıhlar Türkiye yolunu seçtiler. Sonuç olarak, 1880’lerde Polovinkina’ya göre, Kafkasya’daki Vıbıh nüfusu 80 (Seksen) kişiye düşmüştü (Age,s.317). 

Bu arada, ek bir bilgi olarak, 19.yüzyıldan kalma eski geleneksel Vıbıh (kuaşkha) evi örneklerinin, özellikle Gönen Dereköy’de ve daha başka köylerde hala ayakta olduğunu ilgilenenlere duyururuz.  

19.yüzyıl sonlarında, Manyas’ta bir “Vıbıh Köle Ayaklanması” yaşandığı anlatılmaktadır. Kölelerin, giderek efendilerinin çiftliklerinden kaçmaya başladıkları, kölelerle baş edemeyen köle sahiplerinin de, “Kaçan kölelerinin yakalanıp kendilerine teslim edilmelerinin sağlanması” için Padişah’a başvurdukları, ama “Osmanlı ülkesinde köleliğin kaldırılmış olduğu” yanıtını aldıkları; bunun üzerine Manyas Vıbıh ekonomisinin çöktüğü, Vıbıh toplumunun da dağılmaya yüz tuttuğu söylenmektedir (Bu ayaklanma haberini, ilkin rahmetli Orhan Alpaslan Sımha’dan aktarma olarak, rahmetli İzzet Aydemir’in oğlu Beçhan Aydemir’den duymuştum). İlgilenenlerin bilgisine -C.Y.. 

(3)-Psışha (Psıcha)- Subaşı, ırmağın yukarı bölümü. 

(4)-Psık’e (Psıkve)- Irmağın aşağı bölümü. 

(5)-K’ey Psı (Kvey Psı-Vadideki Su)- Boğaz (Psışha) içinde akan ırmağa (Kocaçay’a) Adıgeler’in verdiği ad. 

(6)-Halüj-içine peynir, kuru üzüm, vb. konulup yağda pişirilmiş ince yayvan börek; 

Metaz-içine peynir, kıyma, vb. konulup suda pişirilmiş yumurta büyüklüğünde buğday hamuru, Şapsığlar buna “psıhalıjö”, mısır unundan yapılan ve portakal büyüklüğünde olanına da “metaz” derler; 

Halığuj-içine kuru üzüm, vb. konulan ve fırında pişirilen buğday ekmeğidir. Halüj ve halığuj, dayanıklı olduğundan akrabalarca düğün evine götürülürdü. 

(7)-Verkıbze üzerine bir örnek: 1979 sonu ya da 1980 başında, kış aylarından birinde, İstanbul’da lise müdürlüğü yaptığım bir sırada, Harbiye Ordu Evi’ne, akrabadan bir Abaza (Abhaz) nişanına gitmiştim, “kravatlı ve oldukça şık giyimliydim”. Tanıdık bir Abaza yaşlısının masasına, saygı gereği uğradım, yanında daha gençten üç dört kişi vardı. Hepsi büyük bir saygıyla ayağa kalktılar. Yaşlı kişi, Düzceli idi, rahmetli bir Abaza akrabamızın ilk kocasıydı, karısı ölünce, yine uzaktan akraba iki kız çocuklu dul bir K’emguy kadını ile evlenmişti (kadının ilk kocası Besleney idi); “Ooo hoşgeldin” diyerek beni kucakladı, gözlerimden öptü, sonra diğerlerine dönüp “Yabancı biri değil, bizim çok sevdiğimiz bir çocuğumuz, yeğenimiz, telaşlanmayınız, oturunuz!” dedi, beni tanıştırma gereği bile duymadı, sonra da bana dönüp öndeki bir sandalyeyi değil de, daha geriden bir sandalyeyi gösterdi. Ben de “Arkadaşlarım bekliyor” diyerek ayrıldım. 

Yaşlının söz ve davranışı şöyle yorumlanabilir: Bu gelen kişi, her ne kadar düzgün giyimli de olsa, sizin gibi soylu olan biri değil, zengin ya da önemli bir makam sahibi de değil, ama yeğen -yani bir tarafı da Abaza-, telaşlanmaya gerek yok, size oturunuz diyen ve ona da gerilerden bir yer gösteren ben olduğuma göre, gerisini söylemeye gerek yok… 

Yaşlı kişi, bir Abaza soylusu değildi, ama herhalde masada, İstanbul ya da Adapazarı’ndan bir Abaza soylusu ya da soyluları (marşan) bulunuyor olmalıydı -C.Y.. 

 

Sayı: 2007 10