Yeniden merhaba

0
1041

Uzun bir aradan sonra… Şu geçen birkaç ay içinde ne değişti, diye sordum kendime yazıya başlarken.

Gündemimize baktım: Parti kapatma davaları, silahlı külahlı örgütlerin ‘paşa paşa’ tezgahladığı kanlı ve karanlık senaryolar, bir türlü ortaya çıkarılamayan ‘1 numaralar’, üniversitelerde “kurşunlar ülkücüden, coplar polisten” yakınmaları, eksiye düşen çalışan kazanımları, dünyayı bekleyen açlık tehlikesi, hiç hız kesmeden süren kadın katliamları.

Şöyle bir hafızamı yokluyorum da, değişen pek az şey var. İlkokul değilse de ortaokul yıllarımdan beri hatırladıklarım bunlardan farklı değil. Demek istediğim, hiç bir şeyin değişmeyeceği değil, asla. Kuşkusuz değişecek. Toplumların hafızası yokmuş. Belki de bu nedenle tekrarlayarak öğreniyoruz. Umutluyum. Biz göremeyecek olsak bile, azar azar ve sancılı olsa da bir gün her şey değişecek.

Bir çoğunun tersine orduya karşı AKP’nin bu denli yüksek oy almasını bile bu değişimin parçası olarak görüyorum. Her şeye rağmen halk ‘sivil’ olanı seçti, militarizmi değil. AKP’nin ‘sivil’ olmaktan anladığı elbette çok tartışmalı, ama önemli olan halkın ne zannettiği! Kuşkusuz 301, 305 ve neredeyse 10 civarında düşünce özgürlüğünü sınırlayan madde hala duruyor. Bahsedilen değişiklikler bir iki rötuştan ibaret. Tamamen IMF’ye teslim olmuş bir ekonomi yönetimini, giderek yoksullaştıklarını, polis şiddetini, F Tipi cezaevlerinde süren hak ihlallerini, paraları olmazsa alamayacakları sağlık hizmetlerini bugün önemsemiyor olabilirler. Önce işsiz ve parasız bırakıp, erzak ve yakacak yardımına muhtaç edip sonra da ‘yardım’ ettikleri için oy isteyenleri bugün tek çare olarak görüyor olabilirler.

Ama aynı kitlelerin daha düne kadar da orduyu tek çare olarak gördüklerini unutmayalım. Eminim, bu kez ‘koşullar olgunlaştığında’, iç dinamikler aynı kitlelere gerçek seçeneğin “kırk katır kırk satır”dan farklı olabileceğini de düşündürecek, hatta bu seçeneği hayata geçirmek üzere harekete geçirecektir.

Peki bize, yani Çerkesler’e düşen ne? Herhalde, ABD ile birlikte Çerkes halklarına karşı Gürcistan’dan yana olan bu iktidara destek vermek olmamalı. Ama darbecilerden de yana olmamalı. Bugüne kadar uyguladığımız “ne şiş yansın ne kebap” siyaseti ise tatlı su kurnazlığından öteye geçemedi. Açıkçası kimsenin de umurunda olmadı. Biz zaten onlara göre çantadaki kekliğiyiz. Haksız da sayılmazlar doğrusu. Kimliğimizden, geleneklerimizden, dilimizden, kendi kültürümüzden, giysilerimizden, ilişki biçimimizden hatta yemeklerimizden bile vaz geçtik çoğu yerde.

Buna rağmen, İtalyan sanatçı Pippa Baca  tecavüz edilip öldürüldüğünde önce içim sızladı, ama bir yandan da Çerkes toplumuna ait olmaktan gurur duydum. Çünkü Çerkesler içinde bir kadına tecavüz ya da taciz duyulmamıştır. Neden diye düşündüm… Aslında yanıtı bizim yaşam biçimimizdeydi. Çünkü kaç-göç yoktur, erkek-kadın ayrımı yoktur. İlişkiler kardeşlik, dostluk, dayanışma içinde gelişir. Bu doğallık içinde büyüyen erkek çocuklar kızları, kız çocuklar erkeği abi, kardeş, dost, arkadaş olarak görür, öyle büyür.

Ama ne yazık ki hemen ardından şunları düşünmeden edemedim: Kimliğinden bunca uzaklaşmış, kültürünü ve geleneklerini koruyamayan bir toplumda acaba bunlar da görülmeye başlanır mı diye. Bizde de küçücük kız çocukları evlendirilmeye başlar, küçücük kız çocukları dayısından, amcasından, kuzeninden, yeğeninden, komşu çocuğundan kaçmaya başlar mı diye. Cinsiyeti dışarıda bırakan o kardeşlik, dostluk, dayanışma ilişkilerinin yerini hızla karşı cinsi sadece cinsellikten ibaret görme zihniyeti alır mı diye. Kısacası bu çirkin toplumsal zihniyete karşı pek çok yanıyla doğru, adil ve zengin bir model sunan bizleri de kendilerine benzetirler mi diye. Bizim ilişkilerimiz de doğallığını yitirip kirlenir mi diye.

Bunları düşününce tüylerim diken diken oldu. Korktum.

Bence hepiniz korkmalısınız! En çok da azınlıkta olmaktan değil, kimliksiz kalmaktan korkmalısınız. Çünkü bugün düşünemedikleriniz, düşünemeyecekleriniz yarın yaşadıklarınız olabilir.

 

Sayı: 2008 04