Halk olmadan da olur!

0
449

Şu anda ülkede kalmış olan dini azınlıklar ne yapılıp edilip ülkeden çıkartılırdı ve geriye kalanlar içinde mesela Çerkes olduğunu dillendirmek yasaklanırdı haklı olarak, çünkü devrim henüz tamamlanmış değildi ve ne zaman tamamlanacağı ise hiç belli değil

İşin içinde halk olmadan da yönetilebilir ülke, hatta daha iyi olur. Hayır, halk için emin değilim ama yöneticiler açısından diyorum yani. Bildikleri doğruları cahil cühelanın müdahalesi nedeniyle bir türlü hayata geçiremiyorlar. Yoksa tek parti yönetimi neleri becermezdi bu güne kadar.

Bir kere köylüler büyük şehirleri basıp işgal edemezdi. Her köylünün askerlik dışında gidip göreceği şehirler bir plan çerçevesinde olur ve izin verilen süre ve miktarda o şehirleri görüp köylerine dönerlerdi. Ankara’ya gelen köylüler Kızılay’a sokulmaz Çankaya’ya asla çıkartılmazdı. Gecekondu meselesi diye bir sorunumuz olmazdı ve varoşlar meselesi kökten çözülmüş olurdu. Sadece Ankara’da değil bütün şehirlerimizde frak giymiş en azından otuz insan boy gösterir, Cumhuriyet baloları görkemli bir şekilde kutlanırdı.

Türkiye halkına ne kadar şeker yetecekse o hesaplanıp ona göre pancar ekilir eğer bir yokluk ortaya çıkarsa var olan şeker karne ile dağıtılırdı. Herhangi bir homurdanmaya karşı, Prof Ayşe Baysal mercimek yerine bu sefer şeker ihtiyacımızı pekmezden karşılamamız üzerine programlar düzenlerdi. Şehirlerde nüfus artışı oranı düşük olacağından, Bayındırlık vekâletinin yaptıracağı konutlar herkese yeter ve tek elden yapıldığı için bir nizam intizam içinde üretilir, milli mimarimiz ortaya çıkardı.

Seçim gibi işler nedeniyle halka yaranma gereksiz olurdu ve yol–su-elektrik gibi lüzumsuz harcamalar olmayacağından aslında enflasyon da olmazdı. Ekonomimiz dışa kapalı iki lokma bir hırka olurdu ama Küba halkı gibi mutlu mu mutlu bir hayat sürerdik ve Beykoz kundura fabrikası henüz kapanmamış olurdu. Sanayimiz sınırlı ve köylerimizde elektrik olmayacağından petrol ithalatına gerek kalmaz Batman petrolleri gaz yağı ve idare lambası ihtiyacını karşılardı. Ülkede her bin kişiye bir otomobil sınırlamasına özen gösterilir ve bu otomobillerin çoğu da makam otomobili olur, gerisi gereksiz olurdu. Bütçemiz denk olurdu, yine de incir ve kuru üzüm ihraç etmeyi ihmal etmezdik.

Köylünün gaz-tuz-bez ihtiyacını karşılamak üzere önemli merhaleler kat etmiş olurduk. Hala beyaz bir trenimiz olurdu ve milli şef neslinden ilk kadın yeni şefimiz Gülsüm Bilgehan, beyaz vagonu ile Nazilli basma fabrikasına gider ve orada fraklı zevat tarafından karşılanır, onuruna verilen baloda Cemal Reşit Rey parçaları seslendirilirdi.

Köy enstitüleri amacın dışına çıkmasa iyiydi, orada devletin öğrettikleri şeyleri aşı yapma, kerpiç dökme de dâhil hemşerilerine öğretmek üzere köylerine geri dönselerdi iyiydi. Cumhuriyetin faziletlerini onlara anlatabilirlerdi ama Mahmut Makal ne yaptı, tuttu fakiriz dedi, bir gelişme yok dedi. Siz olsanız ne yaparsınız, onlar da onu yaptı ama daha da milli köy enstitüleri kurulabilirdi belki ama devlete gerekli olan okuma yazmayı öğrenmiş yeteri kadar adam çıkmıştı zaten, gerisi fazla olduğu için kapattılar okulları, doğrusu da budur.

Yerli malı haftaları bütün yurtta daha görkemli kutlanır, ‘‘Yerli malı yurdun malı herkes onu kullanmalı’’ şiiri hep beraber gür seslerimizle söylenirdi. Eğitim Atatürk’ün gösterdiği çağdaş yolda gelişir, sol veya İslami felsefeye ve hatta felsefeye kapalı olur ( zira gereksiz ), zaman zaman televizyonlarda gördüğümüz kısa kesilmiş saçları ile bir düzen giydirilmiş cumhuriyet kızları yetiştirilmiş olurdu. Bu başkalarını mutlu eder miydi bilinmez ama Türkan Saylan hocayı çok mutlu eder, bu sayede Vahdettin’in hainliği bir yüzyıl daha garanti altına alınmış olurdu.

Köylüler köylerini terk etmemiş olduğundan ‘‘beni köyümün pınarlarında yıkasınlar’’ gibi nostaljik bir arabesk ortaya çıkmaz, lahmacun yemek isteyenler Urfa’nın yolunu tutarlardı. Seyyar satıcılık yapan çocuklarının yanına sığınmış ihtiyar köylüler, Kayaş tepesindeki gecekondularından hüzünle köylerini özleyip ‘‘Cenazemi köye götüresiniz ha ‘‘ diye vasiyetlerde bulunmazlardı.

Şu anda ülkede kalmış olan dini azınlıklar ne yapılıp edilip ülkeden çıkartılırdı ve geriye kalanlar içinde mesela Çerkes olduğunu dillendirmek yasaklanırdı haklı olarak, çünkü devrim henüz tamamlanmış değildi ve ne zaman tamamlanacağı ise hiç belli değil. Bu gün kafa karıştıracak ayrılık ve gayrılıklar, diğer yandan gereksiz ve yorucu fikir ayrılıklarının esamisi okunmazdı ama iktidarın kendi içinde ufak tefek süikastlar olurdu. Olurdu olmasına ama bu halkın mutluluğunu bozacak bir şey olamazdı. Halka ne bu işlerden, onlar kısa süreli dedikodularını yapıp rahatlar, yeni efendiye biata devam ederlerdi.

Yurt dışına çıkışlar 1. derece devlet memurları için iki senede bir, diğerleri için hiç olmazdı. Almanya’ya köylüler işçi olarak gönderilip Türk milletinin şerefi beş paralık edilmez, Ruhi Su el kapıları türküsünü söylemezdi. Her on senede bir tekrarlanacak kültür devrimleri sayesinde Tunceli ve havalisi Çetin Altan gibi aykırıları on yıllarca kürek mahkûmu olarak ağırlardı. Menderes’e gerek olmaz, Demirel su müdürlüğü ile yetinirdi. Bir yaramaz çocuk olarak Ecevit’e gereksinim duyulabilirdi belki ama ‘‘bu düzen değişmelidir’’ lafını ağzına bile alamazdı. Mümtaz Hoca ve Coşkun Kırca, devletin şimdi olduğu gibi o zaman da en alii lerinden olur, Türkeş muhafız alayı komutanlığı ile yetinir, Erbakan hocaya Kocatepe camii imamlığı yeter de artardı bile.

27 mayıs olmazdı, 12 mart olmaz, 12 eylül hiç olmazdı. ‘Bizi bu darbeler yaktı’ diye mızırdanıp duran bir takım aydınlara söylenecek laf bırakılmazdı. Yeni Yunus Nadi olarak Ertuğrul Özkök seçilir, başka bir gazeteye de gerek kalmazdı.

Memlekette hiç darbe olmaz, biçare yargıçlar olmadık şeylere zorlanmazdı.

 

Sayı : 2008 06