[1]. Çemışö Ğazi, Komünist Parti Gençlik Kollarından yetişmiş olup, Sosyalist öğretinin önerdiği erdemliklerle geleneksel Adıge kültürünün temeli olan insanlık değerlerini şahsında birleştirmiş önemli ulusal Adıge aydınlarımızdan biridir. Adıgey Cumhuriyeti’nde birçok kez Kültür Bakanı olarak görev yapmıştır.
Bugün en büyük nüfus barındıranlar da dahil olmak üzere, kendi olanaklarıyla anadilini, kültürünü, bırakınız işleyip geliştirmeyi, yalnızca korumayı bile başarabilecek hiçbir diyaspora ülkesi yoktur.
Adıge dilinin ve kültürünün korunması bakımından muhaceret ülkelerinde yapılması gerektiğini düşündüğümüz bazı hususlara değinelim:
- Muhaceret ülkelerinde yaşayanAdıgelerin dillerini ve kültürlerini öğrenmeye ve yeni kuşaklara öğretmeye özendirilmesi bakımından en başta yapılması gereken iş, onların halklarından, uluslarından gurur duyacak biçimde yetiştirilmeleridir. Gurur duymanın temelindeki güç bilgidir. Dolayısıyla onlara Adıge tarihinin, çok eskilerde de şimdi de sahip oldukları yüksek kültürün, kahramanlık destanı olan «Nartlar»ın, Adıge töresinin (Xabze), halkın sahip olduğu başka manevi ve ulusal değer ve zenginliklerin öğretilmesi gerekmektedir. Yeni kuşaklar, köklerinin nerelerden geldiğini bilerek yetişmelidirler.
Adıgelerin batı ve merkezi Kafkasya’da ayrı bir halk olarak ortaya çıktıklarını, Adıgelerin buranın otokhton (yerli) halkları olduğunu, daha sanatsal bir anlatımla; Adıgelerin Kafkas dağlarıyla yaşıt olduğunu, Adıgelerle Kafkas dağlarından ayrı söz edilemeyeceğini, onların birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini, Kafkasya’nın Adıgelerin beşiği ve ocaklarının ateşi olduğunu iyice belletip kavratmak gerekir.
- Günümüzdeki ve gelecekteki kuşaklara iyice kavratılması gereken bir başka husus da şudur: insanınÇerkes olduğunu kanıtlayan niteliklerin en başında anadilini iyi bilmesi gelmektedir. İnsanı ulusuna ülkesine bağlayan, Anayurduna dönmek istediğinde onu anayurduna yöneltebilecek/çekebilecek olan şey ulusal kültürü, hepsinin başında da anadilidir.
- Bugün en büyük nüfus barındıranlar da dahil olmak üzere, kendi olanaklarıyla anadilini, kültürünü, bırakınız işleyip geliştirmeyi, yalnızca korumayı bile başarabilecek hiçbirdiyaspora ülkesi yoktur. Bu da, büyüklüğünden-küçüklüğünden bağımsız olarak her bir diyasporanın anavatanda yaşayanlarla ilişkili, daha doğrusu onun bir parçası olması gereketiğini, ulusun asıl kökenine/merkezine, ulusun ocağına olan bağlılığını sürekli olarak pekiştirmesi gerektiğini kanıtlamakatdır.
- MuhaceretAdıgelerine, özellikle de gençlerine, yalnızca halk şarkıları ve halk dansları alanında değil, Kafkasya’daki cumhuriyetlerimizin sosyal bilimlerde, ekonomide, bilimin başka dallarında elde ettikleri kazanımlar, ulaştıkları düzeyler de somut olarak anlatılmalı, gösterilmelidir. İnsanın eğitimi ve yetişmesi bakımından bunların büyük gücü, anlamı ve önemi bulunmaktadır. Bu nedenle Adıgelerle ilgili en önemli kitaplar Arapça’ya, Türkçe’ye, İngilizce’ye çevrilerek yayınlanmalı, insanlar Adıgece okuma-yazmaya alıştırılmalı, eğitilmelidir.
- Kanaatimce, Suriye’den, Ürdün’den, Türkiye’den gençlerin Rusya’da, özellikle de Kuzey Kafkasya’daki cumhuriyetlerimizde, Güney Federal Bölgenin yüksek öğrenim kurumlarında okutulması konusu çok daha iyi ve etkili biçimde organize edilmelidir. Rusya’nın dış ülkelerdeki temsilciliklerinde muhaceretAdıgelerine Adıgece ve Rusça öğretilmesinin her iki taraf bakımından da büyük yararlar sağlayacağı kanısındayım. Hiç kuşku yok ki, okuyup öğrenmek isteyenlerin sayısı hiç de az değildir.
- Kafkas Cumhuriyetleri ileAdıgelerin yaşadığı ülkeler arasında yapılan kültür anlaşmalarının geliştirilip genişletilmesi; ünlü halk dansları ve müzik topluluklarımız «Nalmes», «Yislhamey» ve «Kabardinka»nın gösteri ve konserleri, Maykop ve Kayseri’de yapılan Adıge Kültür festivalleri, Adıgelerin yaşadıkları yerlerde yapılmakta olan bilimsel araştırma-inceleme gezileri gibi etkinliklerin daha düzenli ve etkili biçimde yürütülmesi büyük yararlar sağlayacaktır. Bütün bunlar muhaceret ülkelerindeki Adıgelerin ulusal uyanışında, ulusal dil ve kültürlerini öğrenme ve bu alanda hizmet etme isteği duymalarında etkili olmaktadır.
- Üzülerek belirtmek gerekir ki, bütün bu çalışmalardaAdıge diline ilişkin konular hep gerilerde kalmaktadır. Bu eksikliği gidermek gerekir. Muhaceret Adıgelerine Adıge tiyatroları, yazarları, şairleri gibi Adıge dilini daha çok kullanan sanat toplulukları daha çok ve sık ulaştırılmalı, kitle iletişim araçları daha etkili biçimde kullanılmalı ve değerlendirilmelidir. Bu konuda televizyonun yapabileceği katkılar sınırsız denilecek kadar çoktur. Kusursuz olmamakla birlikte Nart Tv’nin genç kurucu, yönetici ve çalışanları bu konuda en büyük takdir ve övgüyü hak etmektedirler.
- Muhaceret ülkelerindeki küçükAdıge çocuklarını yazları gruplar halinde bir-iki aylık sürelerle anavatanda misafir etmek gerekir. Maykop’ta, Çerkessk’te, Nalçik’te değil, Adıge köylerinde, oralardaki okullarda, ailelerde, Adıgece’den başka dil duymayacakları yerlerde misafir etmek gerekir. Bir zamanlar kimi çocuklar, kendi aileleriyle görüştürülmeden yıllarca başkaları tarafından eğitilirdi, şimdilerde bir-iki ay ayrı kalmakla kıyamet kopmayacağı açıktır. Birkaç yıl önce Türkiye’den Penexes köyüne getirilen çocuklar, bugün bile bizim çocuklarımızla yazışıyorlar, internet yoluyla konuşuyorlar, anavatanlarını sıcak, temiz duygularla yüreklerinde yaşattıklarını, yine gelmek istediklerini ifade ediyorlar. Bu da, bu tür etkinliiklerin daha sık, yaygın ve etkili biçimde organize edilerek sürdürülmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
- Globalizmin ve entegrasyonun temeli olan, «Karadelikler» gibi her şeyi içine çekip yutan ve bütün ulusal kültürleri yok eden teknolojik gelişmeleri iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Teknolojinin gücünü, bizi başkalarından ayıran temel nitelik ve özelliklerimizi koruma amacına yöneltmeliyiz. Teknoloji ateş gibi, su gibidir; hem yarar hem de zarar verebilir. Nasıl değerlendirdiğine bağlı, ama dikkate almamaya hiç olanak yok. Bize düşen, onu en yararlı biçimde kullanmaya, değerlendirmeye çalışmaktır.
Alfabe ve Edebiyat Dili
Adıge alfabesinin artık belirli bir tarihi var. Şerel’ıkhue Net’awkhue Hacı’nın ilk alfabesinin üzerinden 200 yıla yakın süre geçti. Arap, Latin, Kiril harflerine dayalı alfabelerimiz oldu. Nedeni ne olursa olsun, son alfabemiz en uzun ömürlüleridir. 70 yıldan fazla süredir onu kullanıyoruz. Halkımızın engin kültürü onunla üretilip biriktirilmiş oldu. Kiril alfabesi, ilk kez Rusya’yı kuran, büyük bir kültür ve uygarlığın sahibi olan bir halk tarafından üretildi. Ülkede yaşayan ve Rus olmayan 20 milyondan fazla insan da, bunların içinden 5,5 milyon dolayındaki Kuzey Kafkasya halkı da, 713 bin Adıge de bu alfabeyi kullanıyor. Muhaceret ülkelerinde de Kiril alfabesiyle okuyup yazan insan sayımız az değil.
Bırsey Wumar’ın ilk Adıge alfabesini hazırlamasının üzerinden 155 yıl geçti. O gün, 14 Mart günü Adıgey Cumhurbaşkanının kararnamesiyle Adıge Yazısının günü olarak belirlendi ve bugün Adıgeyin en önemli ulusal günlerinden biri olarak her yıl coşkuyla kutlanıyor.
Herkesçe bilinen bu tarihi tekrar etmemin nedeni, belirli aralıklarla birilerinin alfabe konusunu tekrar gündeme getirmeleri; alfabemizin temelini değiştirirsek daha kolay hale geleceğini, bütün Adıgelerin anadilleriyle okur-yazar olacaklarını söylemeleridir. Bana göre bu, büyük bir yanılgıdır. Adıge alfabesinin temeline dokunursak, elimizdekileri de kaybedeceğimizi ve bir daha geri getireyeceğimizi düşünüyorum. Adıge alfabesini, temeline dokunmadan daha iyi, daha kolay ve kullanışlı hale getirmeye çalışmak başka bir şeydir. Her halde bunu herkes kabul eder. «İyinin sınırı yoktur» derler, becerebilecek olanlar buyursunlar, çalışsınlar.
Şimdi de ikinci konuya; edebiyat dillerine veya edebiyat diline ilişkin düşüncelerimize gelelim.
Biz hepimiz Adıgeyiz, dahası birbirimizden daha Adıgeyiz, birimizin ağzı/lehçesi (diyalekti) diğerininkinden daha iyi, daha güzel. Bu hastalığı, kronikleşmiş olarak hep taşıyoruz. Evet, ama, Rusların dediği gibi, gerçeğin gözünün içine baktığımızda gördüğümüz nedir?
19. yüzyılın ilk üçte birinde Han-CeriyAdıgeceniniki ağzı/lehçesi (diyalekti) olduğunu yazıyordu: biri Khaberdeylerle Beslheneylerin konuştuğu Adıgece, diğeri de diğer bütün Adıgelerin konuştuğu Adıgece. Daha sonra Adıge Dilbilimi büyük gelişmeler kaydetmiş olsa da bu iki temele dayanan iki ayrı edebiyat dilimiz oldu. Bu bir olgu. Bir halkın iki ayrı edebiyat dilinin olması üzüntü verici olsa da değiştirilmesi mümkün olmayan bir olgu, bir realite.
Bu durumda olan yalnızca Adıgeler de değil. Aynı durumda olan başka halklar da var. Ortak bir edebiyat diline sahip olmamamız, bizim bir halk/ulus olmadığımız anlamına gelmez. Ulusu ulus yapan yalnızca edebiyat dilinin bir olması değildir. Bunun anlamı ve önemi büyük olsa da, hiç edebiyat diline sahip olmadığımız zamanlarda da biz Adıge olmaktan geri kalmadık. Aynı ulusal bilince, aynı Adıge töresine (Xabzeye), aynı değerlere sahip olmanın gücü hiç de ondan az değildir. Dolayısıyla şükürler olsun ki, Allah’ın bize lütfettikleriyle hepimiz aynı halkız, Adıgeyiz.
Benim kanaatime göre ortak bir edebiyat dili oluşturmak için iki fırsat yakaladık: İlki Adıgelerin topraklarını terketmeden önceki fiziksel temas halinde olduğumuz dönem; ikincisi ise Sovyet sisteminin gelmesiyle birlikte edebiyat dillerinin oluşturulması süreci. Ama her ikisini de değerlendiremedik.
Şimdi iki edebiyat dilimiz var, hem de ayrı geleneklere, kurallara sahip iki edebiyat dilimiz. Şimdi bize düşen, onları korumanın, mümkün olduğunca birbirine yaklaştırmanın yollarını bulmak. Bugün bunlardan birini herkese benimsetmeye kalkarsak, halkımızın bir kesimini yazı dilini bilmez, okuyup-yazamaz duruma düşürebilir, Adıgelerin birliğini bozabiliriz. Bu birincisi. İkinci olarak; canlı bir dili, hatta diyalekti bile atamayız. Böyle yapmak bizi daha zengin etmez, tersine, daha fakir duruma düşürür. Dolayısıyla ilişkilerimizi bozmadan, sahip olduklarımızı birlikte koruyup paylaşarak, birlikte yaşamak çok daha doğru ve iyidir.
İki edebiyat dilini kullananların iki ayrı yerde yaşıyor olmaları nedeniyle bu konu vatanımızda daha net biçimde ortaya çıktı. Ama muhaceret ülkelerinde farklı Adıge gruplarının karışık olarak yaşamaları nedeniyle bu ayrım biraz daha zorlaştı. Ama bunun da çaresi yok değil. Ben bu konuya şöyle yaklaşıyorum: edebiyat dillerimizi ayırmadan, birbirinin karşısına dikmeden, yarıştırmadan, yaşanılan yerde çoğunluğun kullandığı veya tercih ettiği diyalekti esas almak suretiyle hangi diyalektle okuma-yazma, eğitim verileceği belirlenebilir. Bu bir yoldur.
İkinci yol ise – ki, ben şahsen bunu tercih ederim; Adıge diyalektolojisinin birikim ve tecrübelerini değerlendirme ve karşılaştırma yöntemiyle dilbilim ve öğretim kitapları hazırlayıp Adıgece dil öğretimini onlarla yapmak. Bu toplantıda belirleyeceğimiz sürekli komiteye bu konunun irdelenmesi görevinin de verilmesinin yerinde olacağı kanısındayım. Bu komiteye yalnızca en iyi uzmanlarımızı değil, aynı zamanda sözünü ettiğimiz yöntemi ve çözümü benimseyen ve kendilerine verilen görevleri hakkıyla yerine getirecek olan demokrat insanlarımızı da seçmeliyiz.
Kanaatimce bu yaklaşımı anavatanda da değerlendirmek mümkündür. Khaberdeyce okuyanlara Adıgeydeki edebiyat dilinin özellikleri Khaberdeyce ile karşılaştırılmak suretiyle öğretilebilir, aynı şekilde Adıgece[1] öğrenenlere de Khaberdeycenin farklı özellikleri öğretilebilir. Böyle uygulamalar sayesinde, bütün Adıgeler her iki edebiyat dilini anlar hale gelecekler, bu diyalektleri konuşan insanlar da birbirine daha çok yakınlaşacaklardır. Temel ulusal görevimiz de bu değilmidir!
Anadil konusunda sıkıntı yaşayanlar yalnızca Adıgeler değildir. Bizim dışımızda somut deneyimleri olan başka halklar da vardır. Sözgelimi, az nüfuslu Fin-Uğur halkları. Onlar kreşlerde, çocuk yuvalarında örgütledikleri «dil yuvaları»nı çok iyi değerlendiriyorlar. Bu öncü deneyimi anlatmayı bugün kendime görev saymıyorum. Ondan söz etmemin nedeni, dikkatimizi yöneltmemiz, izlememiz, öğrenmemiz ve beğenirsek uygulamamız içindir. Yalnızca kendi başımıza kotarabileceğimiz bir iş değil karşımızdaki, başkalarının öne çıkan başarılı deneyimlerini de değerlendirmemiz gerekir. Yetişen yeni kuşaklara anadillerini zamanında ve en iyi biçimde öğretebilmek bakımından yararlı olan bütün olanakları değerlendirmeliyiz. Prens Hamza adıyla Amman’da eğitim veren Adıge okul kompleksinin küçüklerle ilgili bölümünde ve St’aşü İhsan’ın Şam’da kurduğu Adıge çocuk kreş ve bakımevinde bu deneyimlerin denenmesinde büyük yarar olabileceği kanısındayım.
«Dil yuvası» uygulamasına karşılık olarak bizde de Adıge dili ve gelenekleri eğitimi almış olup bunları iyi bilen elemanları evlerde çocuk bakıcısı olarak veya belirli bir düzen dahilinde bu hizmeti verebilecek şekilde istihdam etme yoluna gidilebilir. Bu yöntemin büyük yararı olacaktır. Son zamanlarda öyle yetişmiş elemanları evlerde çocuk bakıcısı olarak istihdam edenler çoğalmaktadır. Sadece büyük zenginler değil, aynı zamanda orta düzeyde bir yaşam standardı olanlar da bu yolu yaygın biçimde uygulamaya başladılar. Ne var ki, üzücü olmakla birlikte, aileler çoğu zaman çocuk bakıcısının Adıgece ve Adıge geleneklerini bilip bilmemesine pek bakmıyorlar. Sonra da çocuklarının anadilini bilmemesine, Adıge geneleklerini uygulamamasına şaşıp kalıyorlar. Sen öğretmezsen veya başına öğretecek birini bulmazsan çocuk ne yapsın, nereden öğrensin?
İlginçtir ki, Adıgey’den öğretmenlik mesleğine mensup olanlar Avrupa’ya gidip oralarda çalışıyorlar, Ürdün’deki Adıge ailelerde Malezya’dan çocuk bakıcıları gelip çalışıyorlar. Ciddi biçimde ele alındığı takdirde bu konuya iyi bir düzen vermenin mümkün olduğu ve bunun da anadilimizi ve geleneklerimizi korumamız bakımından büyük yarar sağlayacağı kanısındayım.
Son olarak unutmayalım ki, anadilin ve ulusal geleneklerin öğretilmesi bakımından bütün yöntemlerin en yararlısı ve etkilisi, ana-babanın bizzat kendilerinin çocuk yetiştiricisi veya öğretmen olmalarıdır. Öyle olunca, çocuklarla daha uzun süre birlikte olanlar, çocuğun ana rahmine düştüğü andan itibaren eğitim öğretim sürecini hiç aksatmadan başarıyla götürüyorlar.
Dolayısıyla, yeni kuşakların yetiştirilmesinde annenin ve ailenin rolünü geliştirmeliyiz. «Anadil»[2] kavramı öylesine sıradan bir kavram değildir, bunun derin anlamı vardır. Bütün dillerde ulusal dil bu şekilde tanımlanmış olmayabilir. Adıgeceye «anadil» denilince bununla kastedilen, annenin doğurduğu çocukla birlikte Adıgeceyi de doğurmuş olduğu biçiminde bir anlamdır. Bunu iyi anlamalı ve anlamına uygun biçmde de yaşamalıyız.
Çocuğun ulusal dilini bilir şekilde yetiştirilmesinde ana-babanın ve ailenin sahip olduğu büyük rolü, eşsiz bir örnek olarak ortaya koyanlar, Kosova’dan gelen Adıgelerdir. Onlar çok az sayıdaki nüfuslarıyla büyük bir Arnavut köyünde 25, diğerinde 12 hane olarak veya kentlerde birkaç aileyi geçmeyen sayılarda üstelik karışık aileler halinde – ana-babadan biri başka halktan olarak – yaşadıkları halde, dillerini koruyabildiler, anadilleriyle konuşur durumda 1998-1999 yıllarında anavatana döndüler. Başka etmenler de olmakla birlikte esas olarak bunların elde ettikleri başarının temelinde, ailelerinin kararlı olması, gerçek birer Adıge ailesi olmalarıdır, onları Adıge ailesi yapan da ailelerinde Adıgecenin ve Adıge kültürünün yaşanıyor olmasıdır. Kanaatimce bu fenomeni, bizzat üretip yaşayanlar hayatta iken örnek olarak gerektiği gibi inceleyip anlamak ve öğrenmek gerekir.
Onlar Kosovada yaşarlarken anadillerini koruyabildiklerine göre her halde bunu başaramayacak kimse olmasa gerektir. Ama tam onlar kadar olmasa bile onlara yakın derecede bu işe önem vermek gerekir, anadilin kendin için, çocukların için, ulusun için bir gereksinme olduğunu kabul etmek gerekir.
Sonuç veya özet olarak söylemek istediğim şey; çok kolay olmasa da anadilimizin yarınlarının bizim elimizde olduğudur. Adıge dilini ve değerlerini bizlere kadar taşıyan atalarımıza layık olacak şekilde çalışalım, bizden sonraki kuşaklar karşısında utanmamak için çalışalım, onları köksüz ve soysuz bırakmamak için çalışalım.
[1]. Her ikisi de Adıgece olduğuna göre buna Adıgeyce denilmesinin daha doğru olacağı kanısındayım(– çn.)
[2]. «Anadil» olarak çevirdiğimiz sözcüğün Adıgecedeki özgün biçimi «nıdelhfıbz» ve «anedelhxubze» olup; etimolojik olarak anadan birlikte doğma dil demektir(– çn.)
Sayı : 2010 03