Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

“Babaannem Çerkesmiş” dememek için..

Bir Kavram Olarak Çerkeslik ve Anavatana Geri Dönüş Üzerine..
Çerkes kültürü dendiği zaman birçok özellik karşımıza çıkmaktadır. İnsani ilişkilerin baş tacı edildiği bir toplum olan Çerkesler, insan ve ona verilen değeri öncelikli olarak görmüş ve bunun bir açılımı olarak kendi mitolojisinde de insana, insana verilen kutsal değere vurgu yapan anlatılar geliştirmiştir. Hepimizin bildiği üzere, Çerkes mitolojisinin ana kaynağını oluşturan bu anlatılar Nart destanları olarak adlandırılmaktadır. Nart destanları sadece Çerkes değil, tüm Kuzey Kafkasya halklarının ortak ürünüdür. Bu destanlar Adığeler (Çerkes) dışında Karaçay-Malkar Türkleri, Abhaz, Oset(Asetin), Çeçen-İnguş ve Kumuk Türklerinin folklorunde de yer alır.
Bu destanlardaki temel fikir, yaşamlarımızı daha mutlu olarak sürdürmemize yardım edecek, insan onurunu ilk plana alarak insan sevgisini dile getirmektir. Bu da, Kuzey Kafkasya’da sosyo-kültürel yaşamın binlerce yıl önce bile yüzünü hümanizme dönük oluşu gerçeğini ortaya koymakta ve bizlere Çerkes toplumunun uygarlık düzeyiyle ilgili ipuçları vermektedir.
Burada bahsi geçen hümanizm sözcüğünün etimolojik kökeninde hümanitas sözcüğü karşımıza çıkmaktadır. Bu sözcük, insan doğasına ilişkin özellikler bütününü ifade etmektedir. Hümanizm, insanın mutlak surette gelişmesinin, ilerlemesinin, özgür bir iradeye sahip olması gerekliliğinin bir ifadesidir.
Peki, bizim Çerkesliğimize bu kadar vurgu yapmamızın nedeni sadece hümanizm temelli bir kültür olmasından mı ileri geliyor? Bu kültürü koruma çabası niye bu kadar fazla, bir kültür sadece hümanizme sırtını dayayarak ayakta kalabilir mi? Dahası, cevap evet ise biz niye halen Çerkes kültürünün kan kaybettiğini her gün yeniden tekrarlıyoruz. Gerçekten, Çerkes kültürü çerkeslere bırakılamayacak kadar güzel bir kültür mü? Biz diaspora Çerkesleri olarak bu güzel kültürü hak ettiği ölçüde değerlendiremediği görüşünü değerlendirmek isterim.
Yazıktır ki, bu konuya geldiğimiz zaman tüm sorunlar ardı ardına dökülüveriyor. Birçok toplumun elinde olsa en güzel şekilde sunacağı bu değerler, müzik ve danslar asırlarca toplumları kendine hayran bırakmış, fakat biz Çerkeslerin kendi içinde yaşadığı anlaşmazlıklar yüzyıllarca devam etmiştir.
Bu noktada bizlere büyük görevler düştüğü açık. İçine doğduğumuz, halen içinde yer aldığımız, birçok güzel özelliğinden gururlandığımız Çerkeslik kavramının zaman içinde içinin boşaltıldığına şahit olmaktayız. Öyle ki, bazen birbirimizi Habze’ye ters düşmekle tenkit eden bizler, yeri geliyor üslubumuzla aslen bizim geleneğimizle, davranış biçimimizle pek de uyuşmayan tavırlar sergiliyor, kendi kendimize ters düşebiliyoruz.
Bundan ayrı olarak da, zorunlu bir aidiyet kargaşasıyla karşı karşıya kalmış olan toplumumuzun, kültürel değerlerinin ve Kabze olarak adlandırdığımız gelenek ve davranış biçimlerimizin de etkisiyle hep bir tarafı eksik kaldığı gerçeğini kabullenmek gerekmektedir. Adapte olmak durumunda olduğu yeni bir ülke ve yeni sosyo-kültürel yaşamı baştacı etmiş olan Çerkesler, kendi içlerinde de zoru başarmış ve adeta bir fanusta sakladıkları kültürlerini ve davranış kalıplarını terketmeyi reddetmiştir.
Muhakkak ki, bu kadar renkli kültürleri barındıran bir ülkede, hepimizin bir renk olduğunu tekrardan hatırlamakta fayda var. Ayrıca, dil gibi bir kültürün en alt zeminini oluşturan belli başlı noktalar mevcuttur, bunlar aslında kültür kavramının bizatihi kendisini temsil etmektedir. Bizler dilin korunmasının önemini hatırladığımız müddetçe kendi dilimizde okuma-yazma taleplerimizi insanlığa duyurabilir ve Çerkes kültürünün bekasına imkan tanıyabiliriz.
Anavatana mı Hayallerimize mi Dönmeli?
Anavatana Geri Dönüş Günü hakkında buradan hareketle yorum yapmamız daha sağlıklı olacaktır. 1 Ağustos günü, Çerkesler tarafından Anavatana Geri Dönüş günü olarak belirlenmiş. Çerkeslerde anavatana geri dönüş dendiği zaman, öncelikle 1876’da Ruslar tarafından göçe zorlanmış bir halk söz konusu olmaktadır ve bu halk günümüzde Türkiye, Suriye, Ürdün, Almanya ve Amerika özelinde dünyanın birçok ülkesine dağılmış durumdadır.
Vatansız bir toplumun kültürel değerlerini ayakta tutmaya çalışması diğer örneklere göre ne yazık ki, daha zor bir süreci gerektirmiştir. Bizler; diaspora Çerkesleri, özellikle de 80’lerde çocukluğunu yaşamış olanlar, kendimizi toplum gözünde modern yada muhafazakar olarak tanımlamaktan vazgeçmiş, nev-i şahsına münhasır bir neslin evlatlarıyız. Çerkesceyi çoğunluğun bilmediği, Çerkes kültürünü derneklerde yaşamaya çalışan, Çerkes düğünlerinde yaşanan kültür alışverişlerinin tadı ile yetinmiş bir nesil… İlerici fakat bir o kadar da kuralları olan, çoğunlukla da arada kalmışlık hissinin sahipleriyiz bizler.
Anavatana geri dönüş mutlaka güzeldir… Bu his, belki de ve ne yazıktır ki, “Hep bir vatanı olmuş insanlar” gibi olma arzumuzdan ileri gelmektedir… Çerkes müziğini duyduğumuzda yaşadığımız o tarifi zor duygu gibi… Diğer her melodiden, her gün dinlediğimiz pop müzikten, rocktan yada Bach’tan, Chopin’den, Schubert’ten ayıran bir şey, bizim bu kültüre daha sıkı sarılma isteğimizdir anavatan imgesi, bir Çerkesin gözünde. Belki de, ona hakettiği değeri yeteri kadar veremediğimizin farkına varışımız, parça parça dağılmışlığımızın verdiği hüzün belki de, kimbilir…
Dönmek… ‘Dönmek’ istediğimiz yer aslında hiç olmadığımız yerler ve belki de olmayacağımız, bu kültür adına elimizden geleni yapamadığımızın idrakı, bir son nokta misali… Dönmek istediğimiz ise içimizde bir yerde, esas olan ‘biz’leriz, aslımız; dedelerimiz, büyükannelerimiz. Kültürüne daha bağlı, dilini bilen, saatlerce oturup dinlediğimiz Thamadelerimiz. Akıp giden zamanla beraber Çerkeslik bağlarımızın da zayıflaması korkumuz, Kafkasya’da hiç yaşayamadığımız geçmişlerimizi arama hayalimiz ve biz…
Dönmek… Bazımız için çocukça bir hayal, hiç olmayacak. Bazımız için de varılması gereken nihai nokta… Bir diğeri için, imkansız beyhude bir girişim sadece… Naçizane fikrim şudur ki, dönüş fikrinde kavramamız gereken, ne istediğimizi net olarak belirlemenin önemidir. Dönmekse; hemen ve umutla dönmek, kültürümüzün içinde, kendi toplumumuzun insanlarıyla bütünleşerek hayallerimizdeki gibi yaşamak… Yok hayır, kalmaksa niyetimiz, “Ben burada doğdum büyüdüm, Kafkasya her daim anavatanımdır, fakat zor karar…” diyorsak eğer, kaldığımız müddetçe bu kültürün yaşaması adına elimizden geleni yapmak olmalıdır. Gelecekte varlığımızı sürdürebilmemizin yegane şartı belli doğrularda birlik olma gerekliliğimizdir. Birbirimize sahip çıkarak, yapıcı eleştirilerle, güvenle bir arada bulunmak esastır. Ve 21 Mayısları masalsı, evrensel bir nitelikte ve eksiksiz organizasyonlarla anmak, bunu da tüm dünyaya en güzel şekilde duyurmak… Çünkü bizim geçmişimizi anımsama biçimimiz geleceğimize de yön verecektir.
Bunun ötesinde, bizler kendimizi daha objektif bir biçimde eleştirebilme yetisini kazanmalıyız. Başkalarında eleştirdiğimiz davranışlardan uzak durmalı, dilimize sahip çıkarak, Çerkeslerde her zaman öncelikli olduğu gibi, önce kendine ve büyüğüne, küçüğüne saygı ekseninde hayat sürmek… Onurla, inançla bu kültürü yaşatmak, insana insan olduğu için değer vermek, en sade şekliyle Çerkes hümanizmini en güzel şekilde yansıtmak olmalıdır.
Son olarak, babamın Çerkeslikle ilgili sarfettiği bir cümleyle yazıyı bitirmek istiyorum: “Bizler Çerkesliğin ucundan tutmazsak, onlar da bir gün gelecek -Babaannem Çerkesmiş- diyecekler…”
Cansu Denef Oktay
Abzeh/Thlişe

Sayı : 2010 08

Yayınlanma Tarihi: 2010-08-01 00:00:00

Yazarın Diğer Yazıları

Aidiyet yolculuğu ve ikilemler

Papirüs Yayınevi’nin “2 ağaç arasında...” kitabının yazarı Can Karakaş için düzenlediği tanıtım etkinliği 19 Ekim’de Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı’nda gerçekleştirildi. Atalarının kökenini ileri yaşlarında...

Judoda gümüş madalya

19-20 Ekim’de Kosova’da yapılan U23 Balkan Judo Şampiyonası’nda İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) adına mücadele eden Çkippa Gökçe Güneş, gümüş madalyanın sahibi oldu. Sakarya Mesudiye Köyü’nden...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img