Türkiye’deki pek çok etnik grubun ya da azınlığın demokratik taleplerini dile getirmede Kürt halkının çok gerisinde kaldığı bir gerçek. Kuşkusuz bunun sosyolojik, ekonomik ve tarihsel nedenleri var. Özellikle Çerkes halklarının bu coğrafyada darmadağın edilmesi, bu yolla güçlerini birleştirmelerinin ve toplu hareket etme şanslarının olmayışı, Kurtuluş savaşı sırasında ön saflarda savaştırılırken, pek çok insanlık katliamına da ortak edilirken gösterilen teveccühün, ‘Ethem Bey’likten ‘Çerkes Hain Ethem’e dönüştürülmesinin ardından gelen baskıyla, dışlanmayla, yok sayılmayla yer değiştirmesi, hala aşılamamış sürgünden sonraki ikinci travmadır. Ve bütün travmaların derin izler bıraktığı, yol açabileceği arızaların, bazen kişilik bölünmelerine kadar uzanabildiği göz önüne alınırsa bir sağaltım terapisi gerektirdiği açıktır.
Yüzyıllardır, bir yandan devletle ve iktidar sahipleriyle özdeşleştirilirken diğer yandan ‘hain’likle anılmış Çerkes halkları, bu iki negatif kimlik algısı üzerinden yapılan resmi propagandayla boğuşmuştur. Bu da yetmemiş, ‘gönüllü asimilasyon’un en temel aracı olan, bilinci bulandırma, tarihini unutturma, unutturamazsa içini boşaltma yolları devreye sokulmuş, bu yöntemlerin en başında da ‘Türkleştirme’ için dinle asimilasyon kullanılmıştır. Müslümanlığın, Kuran’daki tarifini değil, Arap alemindeki yorumlarını empoze eden resmi politika, Çerkeslerin varoluş nedeni olan ‘Habze’sini bozmaya, Habze’nin deforme edilmesiyle de tüm kimlik, kültür, dil ve adetlerini ‘Müslümanlık’ potası içinde eritmeye çalışmıştır. Oysa Türkiye’deki Çerkes halklarının ezici çoğunluğu zaten Müslüman’dı ve ibadetlerinde kusur etmezdi. Ama bugün, güncel bir tehlike olarak; inanan Müslüman’dan ‘tarikat aidiyeti’ aşamasına geçen Çerkesler, “Çerkes kimliği” ile değil, “Müslüman kimliği” ile var olmaya zorlanıyorlar.
Bunun tek nedeninin ‘inanç’ değil, giderek yoksullaşan orta sınıfın cemaat aidiyeti ile ekonomik açmazlarını aşma, zenginleşen yeni sınıfa ait olarak, pastadan pay alma çabası olduğunu da görüyor, hatta anlaşılır buluyorum. Bu yeni ‘gönüllü asimilasyon’ yöntemi en yakın ve ciddi tehdit olarak ortada dururken, hep birlikte tarihimizden bize yönelen ışığa dönmek ve seçimlerin
hemen ardından yeni dayatmalarla karşı karşıya kalacağımız da şimdiden görerek, ortak ilkeler etrafında acilen birleşmek, dayanışmak ve ortak hareket etmek zorundayız.
Ama mesele tam da burada düğümleniyor. Bunun yönteminin nasıl, zeminin ne olacağı sorularına verilecek yanıtlar, hem seçimlerde hem de seçimden sonraki süreçte Çerkeslerin önüne çıkacak engelleri aşmanın da ipuçlarını verecek. Ancak, bu noktada bir kez daha ‘Habze’yi hatırlatmak isterim. İnsanlığın belki de en gelişmemiş tarihsel kesitinde, bugün hala gerçekleştirilme yöntemleri tartışılan, demokratik yönetim biçimini Çerkesler gerçekleştirmiş ve halk doğrudan kendi seçtiği temsilcilerle kendini yönetmiştir. Devlet yerine ‘Halk Meclisi’yle yönetilen Çerkesler, bugün bu paha biçilemez deneyimini maalesef unutmuş görünüyor.
Her bir dernek, vakıf ya da inisiyatif, kendi başına karar alıp, uygulamayı, kendisini Çerkeslerin tek temsilcisi olarak görmeyi meşru sayıyor. Bunun son örneğini ÇHİ verdi.
Hiçbir kurumla dayanışma, ortaklaşma gereği duymadan, tek başına karar verip uygulayan ÇHİ’nin bu yok sayma tavrına rağmen, gerek dillendirdiği taleplerin Jıneps’ın ilk çıktığı günden bu yana dile getirdiği talepler olması, gerekse, ilk kez kimlik talepleri için alanlara çıkan Çerkesleri kamuoyuna karşı yalnız bırakmamak kaygısıyla bireysel olarak destek verdik ve dayanışmamızı gösterdik. Bireysel desteğimizi kurumsal gibi lanse ederek, kamuoyunu yanıltan ÇHİ’yi uyarmakla yetinmiş, “kol kırılır, yen içinde” demiştik. ÇHİ’nin milyonlarla ifade edilen Çerkes nüfusuna ve sanılandan çok daha geniş demokratik kitlesine rağmen bin-bin 500 kişiden öteye geçmeyen katılımı düşüneceğini, kendini sorgulayacağını, daha doğrusu talepleri kadar demokratik davranacağını kuvvetle umut etmiştik. Ancak bugün görüyoruz ki; aynı tavrı sürdürmekte, 1 Mayıs için ayrı bir davet yaparken, JINEPS’in 5 yıldır katıldığını hatırlatanlara bizimle görüştüğünü iddia ederek, Çerkes halklarını yanıltmaya devam etmektedir. Bütün iyiniyetime rağmen, ÇHİ’nin sürdürdüğü tavrı sorgulama zamanının geldiğini düşünüyorum.
Tamamen yayın kurulundan bağımsız ve kişisel olarak; ÇHİ bileşenlerinin kendilerine şu soruları sormamasını yadırgadığımı ifade etmeliyim. Evet, nitelik önemlidir ama bu kadar az katılım, etkilemek istediğimiz güçler üzerinde ‘önemsenmeme’ ve dolayısıyla ‘sonuç alamama’ etkisi yaratmaz mı? Giderek yayılan ‘İktidar çizgisine angaje’ söylentilerinin önünü kesmek için başka demokratik güçlerle işbirliği yapmayı düşünmüyor musunuz? Bu sınırlı ve kadük kalan çıkış, Çerkes halkları üzerinde ‘gaz alma’, enerji tüketme ve daha önemlisi ‘bölüp-parçalama’ etkisi yaratmaz mı? Seçim sonrası tüm geleceğimizi belirleyecek bir anayasanın, başkanlık sistemine, bu yolla tam bir sivil dikta yönetimine dönüşeceği endişesi siz de taşıyor musunuz? Taşıyorsanız, buna ancak, bin kişiyle değil, tüm Çerkes halklarıyla temel taleplerde ortaklaşarak karşı çıkma gücü bulabileceğimiz konusunda ne düşünüyorsunuz?
1 Mayıs ve 21 Mayıs gibi iki önemli gün arifesinde, Jıneps’in 5 yıldır 1 Mayıs’ta alanlarda olmasını, bu nedenle gelen ağır saldırıları göğüslemesini ve demokratik talepleri nedeniyle, ÇHİ’nin sağladığı maddi desteği 5 yılın toplamında bile sağlayamadığını göz ardı ederek, -doğal olarak- beklenen dayanışma ve ortaklaşmayı neden sizin de göstermediğinizin bir açıklaması var mı? Son sorumu ise tüm Çerkes oluşumlarına sormak istiyorum: Bu 1 Mayıs ve 21 Mayıs’ı, tüm güçlerimizi birleştirerek, ‘Habze’mize yakışır biçimde, tek ses ve tek yürek olarak yapamayacak oluşumuzun yüklediği sorumlulukların farkında mısınız?
Sayı: 2011 04