Kimliğe sahip çıkanlar ve ..mış gibi yapanları bir ayırabilsek, bunun için bir basit yöntem olsa her şey daha kolay olacak sanki.
Muhtemelen “bu ayrımı yapamamak senin sorunun, ayıramıyorsan ne yapalım” diyenler olacaktır. Mesele benim ya da senin ayırman olsa, bununla bitse, doğru yada yanlış ayrılmış olur ki zaten mevcut durum değerlendirildiğinde böyle olduğu görülür. Görülen bu durum bir şeyler ifade ediyordur ama genel kimlik sorununun bir yerlere varması, oluşturulmuş bir stratejide yol alınması konusunda ne ifade ediyor, ona bakmalı. Budur sıkıntılı durum.
Kimlik ve kapsadığı her şey, kültür – dil vd. demokrasi ile ilintili, demokrasinin bir parçası.
Ne ki görece bir kavram haline getirilen, 90 yıllık cumhuriyet tarihinde siyasilerin ağzından hiç düşmeyen, askeri vesayet dönemlerinde askıya alınan, baskı dönemlerinde üzerine şal örtülen demokrasi ile Türkiye halkı yeterince tanışamadı. 2010 lu yıllarda hala demokratikleşmeden söz edilirken hala temel konuların belirleyici olmasının nedeni bu olsa gerek.
Demokrasiyi kendisi ve yandaşları için uygulayan ve yeterli gören, çoğunluğu çoğulculuğa tercih eden, demokrasiyi temsiliyet olarak ve dolayısıyla seçimden seçime oy vermek olarak sunan ve temsiliyet ile katılımcılık konusunda katılımcılığı asla gündemde tutmayan anlayışlar silsilesi ile demokraside yol almak zor.
Siyasette başa/iktidara oynayan anlayışların eleştirdiğimiz bir yığın yanının Türkiye genel siyasi iklimini etkilemediğini düşünmek ise doğru değil. Bundan bağımsız, kimlik anlamında gerçekten olması gerekeni ortaya koyan ve bu konuda yol alan, en geniş kesimi kucaklayıcı kitlesel bir hareket de olamadı. Görece oldu diyelim yada. Kürt hareketi başardı bir şeyleri. Ya “diğerleri”.
1980 lerden sonra Kürt coğrafyasında olan-bitenler hala sorgulanıyor. Devletin kimlik üzerindeki baskısı ve Kürt halkı üzerinde uyguladığı sindirme hareketi; giderek işkence, yargısız infazlar, toplu mezarlar, tecavüz, .. her tür insan hakları ihlallerine kısaca her türlü olumsuzluğa neden oldu. Bunlar yaşanırken, olan-biten medya hakimiyeti ile gölgelendi. Batı doğudan bilgi alamaz, aksine yönlendirilmiş bilgiler alır oldu. Kürt tarafından silahlı eylemler söz konusu oldukça, devletin kurumlarına yanı sıra sivillere yönelik eylemler arttıkça da öne çıkan Kürtlerin yaptıkları oldu. ‘Önce o başlattı’ polemikleri yaşanır oldu. Bir tarafta devlet vardı, bütün vatandaşlarını eşit görmesi gereken.
Cumhuriyet dönemi boyunca Türkleştirme politikaları ve asimilasyon sonucu kimliğine yabancılaşmış biz “diğerleri”, Kürt coğrafyasında olan bitene devlet gözlüğü ile bakmaktan -bu konuda devletin ve medyanın özel çabası olduğunu belirterek- kimliğimiz adına gündeme gelen her konuya şüpheyle yaklaşır olduk. Anadilimizi koruma talebi, en masum kimlik talepleri terör ile anılır oldu. Kimliğimize yabancılaşma aynı zamanda demokrasiye de yabancılaşmayı getirdi.
Kimlik adına bir çaba gösterilecekse, bunun için öncelikle her halkın kendi iç dinamiklerinin harekete geçmesi ve bir ses çıkarması, bütün Türkiye’de her halkın dinamiklerinin ortaklaştırılması ve birleştirilmesi, sivil örgütlülükle dünya ölçeğinde insan hakları temelli mücadele anlayışının öne çıkarılması gerekirken; kendi içine kapanma ve kültürel olanla yetinme/ilgilenme, Kürt konusundaki baskı ile siyasetten uzak durma ya da yanlış siyasetin kuyruğuna takılma durumu yaşanmıştır.
Kimlik adına çabada samimi unsurların, Kürt hareketi konusunda madalyonun diğer yüzünü kendi halkından insanlara anlatması, gerçekleri ifade etmesi çabası cılız kalmış, dış etkiler cılız çabaları daha da silikleştirmiş, baskılamıştır. Bu durum özelde kendi kimlikleri konusundaki çabaları da yetersiz kılmıştır.
İlgili samimi Kürt unsurlar ise, “Biz bedel ödedik, ödüyoruz, bunca yıl devlet bize işkence ederken, tecavüz ederken batı hep sustu, görmezden geldi, hatta bizi terörist gördü, biz şimdi neden onlarla olalım” konusunda dirençle karşılaştı. Onların da kendi halklarına barışçıl bir ortamda ve eşit Türkiyeliler olarak birlikte hareket edildiğinde kimlik konusunda adım atılabileceğini kendi halklarına anlatmaları gerek. Bunu yapamadıkları sürece demokrasi anlayışı eksik kalacaktır.
Türkiyeli demokrat kesimlerin, eşitlikten – özgürlükten – adaletten yana olanların da Kürt hareketini yüceltme ve eleştirilmez görme durumunu terk ederek, varsa yanlışlarını eleştirerek, on yıllardır yaşadıklarından ders çıkararak, başarısızlıklarının nedenini iyi irdeleyerek, haklarını savunduğu halkları tanımadığını hatta yanlış tanıdığını itiraf ederek, kitleselleşememenin faturasını kendine keserek, ‘benim olsun küçük olsun/ en doğru benim’ anlayışının yerine ‘demokrasiyi bu ülkeye iyi anlatmak gerek, anlatılanı dinletmek ve inandırıcı olmak için bizim bir arada durmamız gerek, moral psikolojik etkiyi değerlendirmemiz gerek, uğruna bedel ödediğimiz halk buna değer’ diyerek şapkayı öne koyan bir tutum izlemeli.
Diyelim ki durduğum yerden böyle görüyorum.
Daha bir somutlaştırmak anlamında: Okuduğum bir çok kitaptan ve canlı tanıklardan dinlediklerimden Çerkes olarak ben şunu anladım; Çarlık Rusyasının 19. yy da Kafkasya’da bizlere uyguladıkları ile Devletin 80 li yıllardan sonra Kürt coğrafyasında uyguladıkları arasında benzerlikler var. Bunu anlatmakta zorlanıyorum örneğin. Anadilim dediğimde “şimdi biz teröristlerle aynı şeyi mi isteyeceğiz” tepkisiyle de karşılaşıyorum. ‘Boşver bu tepkileri’ denecek basitlikte bir durum değil söz konusu olan. Gürcü ve Laz arkadaşlarla konuştuğumda benzer dertlerimiz olduğunu görüyorum bu konuda. Onca yıldır yaşanan baskının, genelde Türkiye halkına reva görülenlerin sonuçlarıdır yaşadıklarımız. Şimdi daha iyisini isteyenler olarak, bütün Türkiye halklarından insanlar olarak olumsuzlukları ters yüz etmek bizim elimizde. Eşit, özgür bireyler ve halklar olarak bir arada, bize yutturulan demokrasi sosu bulaştırılmış olanı reddedip gerçek demokrasiyi yaratacak bizleriz.
Her birimiz kendi halkımız kadar bu coğrafyanın diğer halklarından da sorumluyuz aslında.
Sayı: 2011 09