Tuşlar ve parmaklar…
İkisini bir araya getiren müzik aletlerinden biri de hiç kuşkusuz Çerkes melodilerinin değişmez çalgısı akordeondur.
Uzak doğu kökenli olsa da, yakın zamanda akordeon olarak adlandırılabilecek bir müzik aletinin 1816’da veya daha önceki bir tarihte Nürnbergli Friedrich Lohner tarafından kullanıldığı saptanmıştır. İlkel şeklinin ise 1822’de Berlin‘de Christian Friedrich Ludwig Buschmann tarafından handolin veya el armonikası haline getirdiği armonikadan doğduğu söylenir.
Akordeon ismine ilk patent ise 1839’da, Viyanalı org ve piyano yapımcısı Cyrillus Demian tarafından günümüzdeki akordeona çok da benzemeyen tek klavyeli küçük bir çalgı için alındı. Kısa sürede, birçok firma bu yeni çalgının üretimine girişti. “Diyatonik akordeon” denilen ve diyezli ya da bemollü sesleri veremeyen bu çalgı, köylere kadar yayıldı. 1880’de,iki klavyeli kromatik akordeon gerçekleştirildi. Diyezli ve bemollü sesleri de verebilen bu yeni akordeon, kısa sürede çok tutundu.
Onun bir modeli de Çerkes mızıkası (İtalyanca musica’ dan)diye anılır oldu.
İcat edildiği günden buyana da Çerkes melodilerinin, eğlence ve düğünlerinin vazgeçilmezi oldu. Daha sonraları, yerini bugün bildiğimiz akordeona bıraktı.
Ve tuşlar, parmaklar onda buluştu.
Parmaklar tuşlara dokunmazlar, onlara kanat takarlar.
Sessizliğin içinden geçen rüzgar, nasıl her şeyi onlara dokunmadan kanatlandırıp uçurursa, parmaklar da tuşları öylesine kanatlandırırlar. Nağmelerin yükseliş ve alçalışı, hızlanıp yavaşlaması ile ahenk içinde tuşlar ve parmaklar içi içe geçip bütünleşirler.
Gözlerini kapatır Pşınavo, dünyayla olan ilgisini keser. Sağ eli körüğü ileri geri oynatırken aynı anda parmakları baslar üzerinde sessizce dans eder, sol elinin parmakları tuşlar üzerinde adeta kanatlanmışçasına, amma onları incitmeden, sevgilinin yanağını okşar gibi yumuşak, üzerlerinde uçuşurlar. Ritim, ses ve ahenk içinde kendisiyle baş başadır Pşınavo. Bir tek phkeçiçin ritmi onu ilgilendirir. Phkeçiç iyi bir ritim tutturmuşsa mutludurlar, memnuniyetleri akordeonun nağmelerinde kendisini hissettirir. Dans edenleri kendi haline bırakmıştır; nasıl isterlerse öyle oynasınlar.
Çerkes düğünlerinin baş tacıdır Pşınavo.
Onlarsız ne düğün olabilir, ne de eğlence. Eskiden, köylerde yetenekli genç kızlar özel olarak seçilir, Pşınavo olarak yetiştirilirdi. Hem bir meslek, hem de bir tutkuydu Pşınavo olmak. Düğün yapacaklar haftalar, hatta aylar öncesinden beğendikleri, düğünlerinde çalmasını istedikleri Pşınavolara hediyelerle gidip, düğünlerinde çalması ricasında bulunurlar ve söz almaya çalışırlardı. Bazen, düğünler ardı ardına geliyor ise, araya hatırı sayılır kişilerde konulurdu. Düğüne gelen Pşınavolara memnun olması için özel itina gösterilirdi. Daha sonraları “bizim düğünümüzde falanca Pşınavo çaldı “ diye övünç kaynağı da yapıldığı olurdu.
Artık bu tabii okul kapandı.
Toplumumuzda nice Pşınavolar yetişti, geldi, geçti…
Kimileri iz bıraktı, kimileri unutulup gitti, kimileri Kafe’leri, Şeşen’leri ile anılıyor, kimileri müziklere verdikleri yeni ahenklerle. Kimileri woredleriyle, kimileri ğıbzeleri ile.
Unutulmaz Pşınavolardan biri de Manyas’ın Salur köyündendi; Rüide Berzeg.
Bu mesleğe küçük yaşta severek, isteyerek başladı. Ailesi onu bu isteğinde elinden geldiğince destekledi. Onun için bir ut öğretmeni tuttular. Öğretmen, Gönen’den, haftada iki, bazen üç gün gelerek ona dersler verdi. Şarkı da söylüyordu. Zamanla Rüide Berzeg, Manyas, Bandırma, Gönen yöresinde tanınan, sevilen bir halk sanatçısı oldu. O da diğer Pşınavolar gibi düğünlere davet edildi. Kendine has bir sitili vardı, her gün biraz daha ustalaştı. Zamanla, onun için de “Pşınavo aze “ (Mızıka Ustası)dediler.
Biz ise onu şöyle tarif ediyoruz; tuşlara fısıldayıp onları kanatlandıran, nağmelerin içinde yüzüp onlarla bütünleşen kadın…
Binlerce çift onun çaldığı Kafe ve Şeşen ile düğünlerde oynadı, yüzlerce çift onun çaldığı düğünlerle dünya evine girdi.
Kaç sevgili onun çaldığı düğünlerde sevgilisine mendil gönderdi.
Yaylalar, dağlar, ormanlar, şirin yeşil köylerimiz o nağmeleri dinleyip huzur buldu.
Hayatı boyunca hep akordeon çaldı, onunla bütünleşti.
Ve çok sonraları, artık çalamaz olduğunda, Rüide Berzeg Hanımefendi* İstanbul, Üsküdar’ da Tanrı katında huzur buldu.
Her çalan akordeonun nağmelerini rüzgarlar alıp ona götürüyorlar, kafeler, şeşenler,vujlar; biz buradayız, yanındayız, yalnız değilsin diyorlar.
Kanatlanan tuşların ondan dinlediği fısıltıları bir nimet borcu gibi ona tekrar fısıldıyorlar.
Nur içinde yatsın…
—-
*Rüide Berzeg’in ablası Nafiye Berzeg Dura köyüne gelin gitti. Orada Ubıhlardan Şukaşe Kamil Savaş’ın eşi oldu. Vahit, Nahit, Hilmi adlarında üç oğlu dünyaya geldi.
Sayı: 2012 03