Liberté, égalité, fraternité

0
440

İşte hem demli, hem de izinli bir mektup… İki numaralı vals sonrası için, özel onay alınmış bir mektup… Son olarak, ayakta dilinden dinlediğimden izin alınmış bir mektup…

Şostakoviç›in iki numaralı valsi çalıyor. Eğer iki numaralı vals en beğenilen ise… O, belki bir ile en beğenilenler arasında. Her daim hem de…

Kan arandı dört koldan… Belki kimsenin kanını istemedi, o yüzden bulunamadı. O yüzden, kansız oldu ameliyatı. Kalktı dimdik ayağa… ‹Nur› eksik olmadı evimizden dedi. Uğraştı hep, uğraşacak hep…

Bir cunta dönemi ‘netekim’ diyen… İçimizde diye, her gün yoklama sırasında bağıranların olduğu bir tedrisatın zihniyeti… Herkesin bir örnek giydiği, bir tedrisat dönemi… Yeşil, yorgan olmuş, üstlerine… Yıldızlı bir sabahı, bir geceyi yaşamak için, bir ömür boyu şapkanın izi kalmış saçlarında…

Bir cunta dönemi ‘netekim’… On bir gün demir parmaklık arasında… Zorunlu ikamet… Yıkılan stadın yakınlarında… On bir gün sonunda… Tüzük bahanesiyle… Bir araya gelebilmişler, kim gelebildiyse…

Henüz marley olan zemin… Sigara izmaritlerinden yanan masa örtüleri… Tembihliyorlar birilerine. Aman aman, o olmaz ise, ne Mao›nun ne Lenin›in ruhu girmez içeri diye… Tembih işe yarıyor. Kanıtı, Eylül sonrası, on bir karanlık gece ‹misafirseverlik›…

Sobanın boruları yok henüz… El sonunda, dayanmıyor parçalamaya… Zararlı tüm haşerat yakılıyor borusu olmayan sobada… Derdimiz, güveler yemesin diye giysileri… Geç kalınmış olmasak, derdimiz değil, önemli değil. Çıplak bile kalırız.

Karar defterine işleniyor. En mühim ‘netekimcilerin’ en zaruri işleri… Yetmiyor. Bir büst hikayesi çıkıyor karşımıza… Nerede İstanbul’da mı? Hayır. Nerede, Ankara’da mı? Hayır. Nerede? Paris’te… Bir büst… Bir başka besteci… Komitas, kaç numara? Kaç numara olduğunu bilmiyorum, sanırım bir numaralı besteci…

Bir telgraf gidiyor. Bir mülkü olmayan bir mülkten… Gitmek zorunda kalıyor. Haber geliyor, buyursun gelsin. Makamda buyur edilirken, üst makamdan ilgi görülüyor. Tebliğ ediliyor, netekim yapacaksınız demiş. O gün saat dörde kadar… Gidecek. Çekilecek telgraf. Büst neredeyse oraya. Bir değil iki tane ayrıca…

Liberté, égalité, fraternité… Özgürlük, eşitlik, kardeşlik…

Gönderilecek metin yazılmış. Hitap edilmiş. Monsier. Hitap edilmiş. Monsier… Gitmiş telgraf çekecek, cebinde bir kuruşla… Gönderememiş telgrafı… Bir telgraf bir kuruşmuş. İki telgraf iki kuruşmuş. Metin değişmiş.

Ve… İlave edilmiş metin tek, hitabet iki olmuş. Konmuş karar defterine… Soba yanmış için için. Kapanmasın diye kapı… Kestane daha çıkmadan, soba yanmış.

İçe düşen kurt… Getiriyor onu tekrar marley döşeli, sobanın olduğu salona… Birkaç şapkalı bir yanda… Sobanız yanıyor mu diye gelmedikleri kesin. Sobanın etrafında üç koldan, üç koldan on iki… Acımızdır bilmemişler. Acılarıyla bilmemişler.

Özgürlük, eşitlik, kardeşlik…

Orada yok diyorduk, burada var mı acaba? Haydi, oynayın bakalım çaydaçıra… Durun! İçine dert olan, karşı çıkmış. Gelin buraya… Geçmişler içeri… Telgrafı öğrenince ses çıkarmamış davetsiz gelen… Üstüne bir ses gelmiş, tesadüfün böylesi… Ben ordu mensubuyum, bir emriniz varsa sobanın kenarındayım.

Davetsiz gelenler gitmişler, ellerinde çırayla… Yanan sobadan ateş almışlar, çıra ateş almış. Ateş almaya geldik diye gitmişler.

Sobanın etrafında biraz önce on iki varken, sayı artmış. Ordu mensubuyum diyene gidilmiş. Kimsin, ne yaptıysan bizi kurtardın, öğrenebilir miyiz, nasıl ordu mensubusun sorusuna karşılık… “Ben, yaklaşık on sene önce askerliğimi onbaşı olarak yapmıştım. O yüzden ordu mensubuyum dedim” demiş.

Çaydaçıra oynamayalım diye, canımız acıyarak soba yandı orta yerinde, daha kış gelmeden, daha kestane bile çıkmadan ortaya… Kan gerekiyor, kestane çizerken kanatmasın bıçak elimizi…

Kan kaybetmeye tahammülümüz hiç yok… oubykh@hotmail.com

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz