Kırk yılını çok net hatırladığımız; otuz yılında da seçmen olarak içerisinde bulunduğumuz, cumhuriyet tarihinin en tartışılan seçimlerinden birini yaşadık. 30 Mart seçimleri geçip gitti ve nihayet ortalık duruldu biraz. Tansiyonlar düştü bir nebze. Meydanların ve kişilerin ateşi azaldı çok şükür. Malumun ilanı olan seçim sonuçları bir kez daha ortaya koydu ki “diktatör” Erdoğan bir seçim sandığını daha ortaya koydu. Ve sandıktan sekizinci kez galip çıktı.
İktidarın ve özellikle de Recep Tayip Erdoğan’ın şahsı üzerinden yürütülen müthiş bir kampanyaya vatandaş itibar etmedi ve seçim sandığında iradesini net bir şekilde belirtti. Yerel seçimler düzeyinde bir iktidara verilecek en yüksek oyu verdi. S
eçim sonunda da herkes Başbakan’dan bir “balkon konuşması” bekledi. Kendi adıma, empati yaparak, Erdoğan yerine kendimi koyduğumda, beklenen balkon konuşmasında Erdoğan’dan daha sert konuşurdum diye düşünüyorum açıkçası. “Diktatör” Erdoğan’ın neredeyse yedi ceddine küfür edenlerin, seçim sonunda bir “balkon konuşması” beklemesi çok manidar aslında. Muarızlarının “biz nerede yanlış yaptık?” diye kendilerine ve seçmene soru sormadığı bir ortamda, Başbakan’dan beklentilerin olması ne derece doğrudur merak ediyorum.
Bir merakımı da dile getirerek bu konuyu kapatmak istiyorum. Muhalefetin ve özellikle ana muhalefetin kendilerinin seçimi kazanmaları halinde, nasıl davranacakları konusunda herkes özeleştirisini yapsın ve cevabını versin. Sen ağız dolusu hakareti kendine hak göreceksin, üstüne de zarafet bekleyeceksin. Hadi canım güldürmeyin adamı.
Bir sözüm de cemaat mensuplarına olacak. Sadece dini saiklerle sıcak baktığım; gazetelerine uzun yıllar abone olduğum; çocuğumu dershanelerine gönderdiğim cemaat, baktık ki sonunda siyasi parti gibi çalışıyor. O zaman Haydar Baş örneği kuracaklar partilerini. Girip seçimlere alacaklar boylarının ölçüsünü. Öyle davul başkasının sırtında, tokmak onların elinde, ucuz kahramanlık yok.
Çerkesler olarak içimize döndüğümüzde yaklaşan 21 Mayıs ile ilgili beklentilerden sonra yine kocaman bir fiyasko olduğunu söylemek istiyorum. Sürgün ve soykırım gibi apaçık bir gerçeğin etrafında birleşemeyen biz Çerkesler yine paramparça, yine darmadağınık. Yani yazının bundan sonrasının da başlığı “malumun ilanı” açıkçası…
Kişisel şişkin egolar, kurumsal taassuplar, tavan yapmış fetişler arasında 21 Mayıs enflasyonu yaşıyoruz neredeyse. En büyük(!) kurumumuzdan en küçük sanal gruplara kadar “kayıtsız ve şartsız” bir birlikteliğin olması gereken bu özel günde, her kişi ve kurum ayrı telden çalıyor. Bu kakofoni ortasında da, sokaktaki sade bir Çerkes hemşerimizin sadece kafası karışmakla kalıyor.
Üst yapılardaki yönetici takımının dışında, aşağıdaki halkın kurumlar arası çekişmelerden; onların fikri yapılarından hiçbir haberi yok aslında… “…FED” enflasyonu yaşanan bir ortamda her kurum kendince farklı ve haklı (!) argümanlarla, farklı zaman, mekan ve eylem tarzları ortaya koymakta. Ortada duran birkaç bin kişi de adeta kapanın elinde kalmakta.
Bütün bu olan bitenden sonra “bizden bir cacık olmaz” sözünü söylememek için kendimi zor tutuyor(d)um ama söyledim gittim vallaha. Ne olacaksa olsun. Bana kızarak kendini rahatlatacaksa insanlar, rahat rahat sövsün dursun, ne gam.
Yıllar yılı her ortamda yazarak ve şifahi olarak 1 Mayıs örneğini verip durduk insanlara. Solun her türlü fraksiyonunun; en marjinal gruplardan, sağın sendikal kuruluşlarına kadar envai çeşit gurubun toplandığı 1 Mayıs meydanlarını kendimize örnek alamıyoruz ya, vah bize. Tuh bize. Vay bize… Vaylar bize…
En en başında; en büyüğünden, en küçük grubumuza kadar her grup “KAYITSIZ VE ŞARTSIZ” masanın etrafında toplanıp; yapılması gereken eylemleri birlikte programlayamıyorlar ya gerçekten içler acısı. Herkesin günü ayrı. Kırmızı çizgileri var. Eylem şekilleri farklı. Yahu “ SÜRGÜN VE SOYKIRIM” demeyen yok ki aramızda. O zaman bu farklılıklar niye?
Bu konularda çok daha ağır şeyler yazacağım ama elim varmıyor inanın. İstanbul’da yapılacak eylemlerle ilgili masaya zaten programlanmış projelerle gelip, herkese “gelin katılın” mesajının verildiği bir toplantıya katıldım geçtiğimiz günlerde. Aynı zamanda Adige Khase Çerkes Derneği yönetimini temsilen masada bulunduğumuz gecede; bütün olup biten, az önce anlattıklarımı teyit eden konuşmalardı. 150. yılda Sürgün ve Soykırım’ı hep beraber programlayıp; hep beraber hayata geçirerek, camiaya bir birlikteliği anlatamıyorsak bütün bu yapılanlar havanda su dövmekten başka ne işe yarar ki?
Hal böyle olunca da kamuoyunda yaptırımlarımız olmuyor, Siyaseten güçsüz kalıyor, sesimizi duyuramıyoruz. Toplumsal taleplerimiz kulak arkası yapılıyor.
Ondan sonra da ağlaşıyoruz.
Sayı:
Yayınlanma Tarihi: 2014-05-10 00:00:00