Jıneps’te yazmaya başlayalı yıllar olmuş. DİÇEG (Demokrasi İçin Çerkes Girişimi) süreci ile başlayan Jıneps’teki yazarlık serüvenimiz, neredeyse “tek tabanca” olarak devam ediyor. Çerkeslerin demokrasi talepleri doğrultusunda yazılan yazılarımın yanı sıra; Türkiye’deki Çerkes diasporasının kadim ve güncel sorunları ile ilgili de kalem oynattık yeri geldiğince. Zamanla Türkiye yerel siyaseti daha ağır basmaya başladı yazılarımızda ve uzunca bir süredir de böyle devam ediyor. Tek tabanca olduğumuz hususu da yazılarımızda açık ve seçik bellidir.
İlk yazmaya başladığım(ız)da, -en azından benim için- Jıneps’in çok sesli bir yapısının olmasını arzulamıştım açıkçası. Türkiye Çerkeslerinin belki de ilk defa bir masa etrafında toplanmasına vesile olan DİÇEG süreci, beni gerçekten heyecanlandırmıştı. Pozisyonu farklı olsa da tıpkı geçmişteki ANAP (Anavatan Partisi) sevgimiz ve YDH (Yeni Demokrasi Hareketi) içerisindeki aktif çalışmamız gibi.
DİÇEG, ANAP ve YDH’nın benim için önemli noktası, farklı renkleri ve sesleri içerisinde barındırması idi. Tıpkı Ak PARTİ’nin olduğu gibi. Milli Görüş gömleğini çıkardığını söyleyen ve merkeze yürüyen Ak Parti ile organik bağımız “367 Garabeti” ile başladı. “Yuh! Bu kadar da olmaz!” dediğimiz 367 Garabeti’nden sonra “Gezi Olayları” her şeyin üzerine tüy dikti. Bu hadiseleri “başka bir şey” deyip, Ak Parti’nin kalemşörlüğünü yapmaya başladık karınca kararınca. 15 Temmuz ise bütün bu olanlardan sonra “kayıtsız şartsız” destek sürecine getirdi bizi.
Babamızın Milli Nizam Partisi ile olan ünsiyetinin yanı sıra; yetmişli yıllardaki Mehmet Şevket Eygi’nin Bugün Gazetesi okurluğumuz da belki bugünün inceden inceye altyapısını oluşturmuş olabilir. 1975 yılında imam hatip lisesi talebeliğimizle başlayan süreç ise Türkiye’nin kaos yıllarıydı. Her takım kendi oyuncusu olmayı biraz cebren de olsa istiyordu. Bireyin söz hakkı yoktu. Sorgulama yoktu. Uzak durduk, Akıncı, Ülkücü ve Devrimci yapılardan.
367 Garabeti kişisel tarihimin dönüm noktalarından biri oldu. Ak Parti ile olan aşkımızın başlangıcıdır bu. Gezi Olayları’ndan sonra ise “tam destek”; 15 Temmuz’dan itibaren de “tam destek, hep destek” dedik. Biliyor ve inanıyordum ki, bu başka bir dönemdi. Yıkılmak istenen bir devlet vardı. Yıkıldığında altında en çok ezilenlerden biri olacağına inandığımız bir TC vardı.
Fikrinden dolayı kimseyi küçümsemek, hain ilan etmek vs. hakkımız ve haddimiz değildir. İyi niyetle siyaset yapanların, fikrini beyan edenlerin en azından kendimiz kadar saygı görmesine inananlardanım. Lakin “dahili ve harici bedhahların” amansız akınları; ve içeriden/dışarıdan sürekli taarruz halindeki üç dev terör örgütünün kan dökme yarışına bigane kalacak değildik elbet. Bu sebeple “Evet” dedik 16 Nisan’da. Hayır diyenleri de dışlamadık.
15 Temmuz’un basit bir ihtilal girişimi olmadığı o kadar açık ve seçik idi ki. Milli iradenin tecelligâhı olan TBMM’yi bile bombalayan güruha sempati ile bakmak mümkün mü ki? 249 şehidin kanı ve iki bin küsur gazinin yarası ortada iken, kendi adıma yapılacak tek şey “tam destek, hep destek” olacaktı elbet. Darbe girişimini oyun zannedenler; ölmeyi de bayılmak gibi bir şey sanıyorlar galiba. Bu darbeden de öte ülkenin işgal girişiminin provası idi ama vatandaşın cesareti ve feraseti oyunu bozdu.
Dolu dolu bir referandum süreci yaşadık ve kıl payı da olsa “Evet” çıktı sandıktan. “Hayır”cıların işi kolaydı. Hayır’ın başını çeken CHP’nin işi daha da kolaydı. Zaten evvel ezel işi Hayır demekti. Proje üretmek değil. Koraya mahut çevreler de dahil oldu; ve sapla saman karıştı. Hiçbir şey üretmeden sadece Hayır demek kolaydı elbette. Dolayısıyla Hayırcı cephenin bayraktarı, kendi taraftarını kolayca konsolide edebildi. Bir seçim söz konusu olduğunda, bu pekişmenin ne derece olabildiğini de iki yıl sonrasında göreceğiz deyip, başa / başlığa dönelim.
Epeydir nadasta olan Yaşar Güven dostumuz, referandumla birlikte yeşil sahalara döndü. Açıkçası mutlu oldum. Seviyeli bir tartışmanın/atışmanın bence hiçbir zararı yok. Bilakis severim böylesine ortamları. Beslenir ve çek ederim kendimi. “Çerkeslerin Referandum Dansı” demiş son yazısında. Referandumu çok ciddiye almış besbelli ki oturmuş klavye başına. Yani JINEPS’in ana aksı olan kadim forvet hattına monte etmiş kendisini. İyi de etmiş açıkçası. DİÇEG sürecinden başlayarak (eğer kendi kendimize gelin güvey olmuyorsak eğer) ve de şahsımızı da hedef alarak bir güzel döktürmüş.
Verilecek cevabım var elbet. Geçmiş satırlarda verdim de zaten. Onun yazısının içinde de gerekçelerimi belirttiği için fazla uzatıp okurun sabrını zorlamak istemiyorum. Mayıs 2017 Jıneps’teki yazısının sonlarına doğru “Evet gerekçeleriniz” ara başlığı ile kaleme aldığı paragrafın başı, zaten benim için yeter de artar bile.
Kısacası şu an ülke yangın yerine döndürülmeye çalışılıyor. Ve yangının söndürülmesi lazım. Yangını kimin çıkardığı, kimin evinin yanıp yanmadığının şimdilik önemi yok. O sonraki iş.
Diktadan, diktatörden bahsedenlerin, her gün Recep Tayyip Erdoğan’a ağız dolusu eleştiri yağdırdığı ve hatta hakaret edip küfrettiği bir ortamda hâlâ “özgürlük yok” diyenlere sadece gülüyorum.
Ha!.. Terörden beslenenler; teröre yardakçılar yapanlar; teröre lojistik destek verenler de sonucuna katlanacaklar artık. Bu ülke RTE ve Ak Parti düşmanlığına kurban edilemeyecek kadar bizimdir arkadaş. Yangın bir sönsün hele; iktidarı da, RTE’yi de eleştiririz gerektiğinde, deyip son paragraflara zıplayalım.
Malumunuz İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin eski başkanlarından Muammer Tuncel’i kaybettik. Camiamızın bu değerli ismine Allah’tan rahmet; sevenlerine sabr-ı cemil niyaz ediyorum.
Cenaze sonrasında Biga Emirorman Köyü’nde karşılaştığımız bir büyüğümüz “sana çatacağım” deyip yaklaştı yanıma. Meğerse Jıneps’teki yazılarımı okurmuş ağabeyimiz. Ne güzel; okurlarımız da varmış deyip sevindik. Derdi; CHP/Tek parti dönemi/ İsmet İnönü eleştirilerimizden dolayı olan rahatsızlığı imiş. “Ne alıp veremediğin var İnönü ile” diye kızgınlığını belirtti. Ah be ağabeyim yazı yazmak böyle bir şey işte. Bir yerlere illa ki dokunduracaksın. Hiç kimse layüsel değildir ki. Dolayısıyla senin pencerenden birileri eleştirilebiliyorsa; benim penceremden de birilerine dokunulabilir. Kaldı ki her iki dedemin, İsmet İnönü dönemi ile bizzat yaşadıkları ve rahatsız oldukları konular gayet açık ve nettir. Benzeri yüzlerce olay da gerek Biga’da ve gerekse Türkiye’nin dört bir yanında vuku bulmuştur.
Lafı uzattım biliyorum.
“Hepimiz kardeşiiizz…” diye yazımı bağlayayım!